“Çıkmanız Gerekiyor, Efendim” — Yeni Garson Bunu CEO’ya Söyledi, Anlaşma Kapanmadan Saniyeler Önce
.
.
“Çıkmanız Gerekiyor, Efendim” — Yeni Garsonun CEO’ya Söylediği Cesur Söz ve Kapanmak Üzere Olan Anlaşmanın Hikayesi
İstanbul’un kalbinde, Taksim’de tarihi bir binada özenle restore edilmiş şato restoranı, zarafetin, gösterişsiz lüksün ve gücün simgesiydi. Altın süslemeli yüksek tavanlar, bohem kristal avizeler, bordo kadife kaplı duvarlar ve masif ceviz mobilyalar… Burası sadece bir restoran değil, aynı zamanda ülkenin kaderini değiştiren kararların alındığı, eski paranın ve sınıfın konuşulduğu bir mekândı.
Perşembe akşamı saat 19.30’du. Restoran doluydu ancak gürültü yoktu. Konuşmalar fısıltıyla yapılıyor, çatal bıçaklar porselen tabaklar üzerinde dikkatle çarpıyordu. İnce kristal kadehlere dökülen pahalı şaraplar, Armani ve Versace takım elbiseli erkekler ile Chanel ve Dior elbiseli kadınlar arasında paylaşılıyordu. Burada oturanlar çoğu Türk vatandaşının yıllık kazancından çok daha fazla sıfıra sahipti.
Ana salonda, büyük pencereden İstanbul’un aydınlatılmış sokaklarına bakan en prestijli köşede Kemal Yılmaz oturuyordu. 42 yaşında, Yılmaz Holding’in CEO’su olan Kemal, Türkiye’nin en büyük sanayi holdinglerinden birinin başındaydı. İnşaat, enerji, teknoloji ve gayrimenkul sektörlerinde faaliyet gösteren şirketiyle serveti 700 milyon euro olarak tahmin ediliyordu.

Kemal’in kare, maskülen yüzü, keskin hatları, buz gibi soğuk kahverengi gözleri ve kısa kesilmiş siyah saçları vardı. Her zaman mükemmel düzenlenmiş kısa sakalı, Tom Ford’dan koyu gri takım elbisesi, altın düğmeli beyaz gömleği, Hermes ipek kravatı ve sol bileğinde 50 milyon euro değerinde Patek Philippe saatiyle dikkat çekiyordu. Yanındaki masada Almanya’dan iki iş ortağı, Hans Müller ve Klaus Schmith, ikisi de 50 yaşlarında, kusursuz siyah takım elbiseleri içinde ciddi ifadelerle oturuyordu. Ayrıca avukatları Ahmet Kaya, iki asistanı Selin ve finansal danışmanları Cem de masadaydı.
Masada, Fransız mutfağının rafine yemekleri arasında, kaz ciğeri, dana Wellington fileto ve siyah trüfler servis ediliyordu. Belgeler, sözleşmeler ve ekler deri klasörlerde mükemmel bir düzenle yer alıyordu. İstanbul’un kuzeyinde dev bir konut ve ticari kompleks inşası için 50 milyon euro değerindeki ortaklık sözleşmesi sadece son imzaları bekliyordu.
Kemal Yılmaz, sakin ve otoriter bir sesle anlaşmanın son ayrıntılarını açıklıyordu. Hans ve Klaus dikkatle dinliyor, başlarını sallıyor, gülümsüyorlardı. Beş dakika içinde sözleşme imzalanacak, on dakika içinde kutlama yapılacaktı. Kemal, kağıt üzerinde 50 milyon euro daha zengin olacaktı.
Tam o anda, her şey kontrol altında ve plana uygun görünürken, yeni garson Aylin Demir masaya yaklaştı. Aylin, sadece üç gün önce işe alınmıştı. Ankara yakınlarındaki küçük bir kasabadan İstanbul’a üniversite eğitimi için gelmişti. Edebiyat okuyor, yarı zamanlı garsonluk yapıyordu. Utangaç, beceriksiz ama kibar ve itaatkar bir genç kızdı.
Aylin, ellerinde altı bardak maden suyu bulunan tepsiyi titreyen ellerle masaya doğru götürüyordu. Bu masanın ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Restoranda herkes biliyordu. 10 yıldır burada çalışan kibirli Fransız salon şefi Fransua ona fısıldamıştı: “Dikkatli ol. Bu Bay Yılmaz, en zengin müşterimiz. Hata yapma.”
Aylin, bardakları dikkatle masaya yerleştirdi. Kemal ona bakmadı bile, Hans ile sözleşmenin 7 numaralı maddesi hakkında konuşmaya devam ediyordu. Bardakları koymayı bitirdi ve masadan ayrılmak üzereyken, masanın köşesinde Klaus’un dirseğinin yanında açık siyah deri bir çanta gördü. Çanta açıktı ve içinde bir şırınga vardı. İçinde şeffaf bir sıvı, uzun parlak bir iğne ve tıbbi harflerle etiketlenmiş küçük bir şişe vardı.
Aylin aniden panikledi. Kırsal bir hastanede hemşire olan büyükannesinin öğrettikleri aklına geldi. “Eğer denetimsiz bırakılmış şırıngalar görürsen, dikkat et. Tehlike var, insanlar yaralanabilir,” demişti. Aylin, içgüdüleriyle şırınganın orada olmaması gerektiğini biliyordu. Hafifçe eğildi ve titreyen ama kararlı bir sesle, “Affedersiniz efendim, çıkmanız gerekiyor,” dedi.
Konuşma aniden durdu. Kemal Yılmaz başını kaldırdı, Hans ve Klaus döndü. Avukat Ahmet Kaya şaşkın, sekreter Selin ağzını açmıştı. Finansal danışman Cem klavyede donmuştu. Kemal, Aylin’e soğuk ve küçümseyen bir ifadeyle, “Ne dedin?” diye sordu.
Aylin yutkundu, tüm bakışların kendisine döndüğünü hissetti. Salon şefi Fransua’nın kızgın bakışları üzerindeydi. Ama Aylin kendini durduramadı. Klaus’un çantasını işaret ederek, “Çantanızda bir şırınga var ve bu güvenli değil. Onu taşımanız gerekir ya da gitmelisiniz. Kural bu,” dedi.
Uzun ve ağır bir sessizlik çöktü. Kemal Yılmaz hafifçe güldü, bu sıcak bir gülüş değildi; kısa, kuru ve küçümseyen bir gülüştü. “Burada yenisin, değil mi? Benim kim olduğumu bilmiyorsun,” dedi. Aylin başını salladı, sesi fısıltıydı: “Hayır efendim, üzgünüm. Ben sadece…”
Kemal sözünü kesti, masadaki sözleşmeleri işaret etti: “2 dakika içinde 50 milyon euroluk bir sözleşme imzalayacağım. 10 dakika içinde yılın en önemli anlaşmasını kutlayacağım. Ve sen bana gitmemi söylüyorsun. Bir şırınga için.”
Klaus araya girdi, elini barışçıl bir şekilde kaldırarak, “Özür dilerim, bu benim. Diyabetim var. Acil durumlar için insülin taşıyorum,” dedi. Şırıngayı gösterdi, etiketler ve içerik meşru görünüyordu.
Kemal, Aylin’e soğuk gözlerle baktı: “Her şey yolunda. Şimdi git ve bu masayı bir kez daha kesintiye uğratırsan işten atılacaksın.” Aylin gözyaşlarını tutamadı, başını salladı ve hızla mutfağa kaçtı.
Kimsenin bilmediği ise, Aylin’in bu cesur hareketinin, önümüzdeki saatlerde birinin hayatını kurtaracak ve büyük bir komployu ortaya çıkaracak olmasıydı.
Mutfakta otururken, salon şefi Fransua ona bağırdı: “Ne halt ettin? En önemli müşteriyi kestin. Kovuldun!” Aylin cevap veremedi, sadece ağladı. Ancak mutfağın arkasından yaşlı, sakin bir ses geldi. Hasan, 65 yaşında, beyaz saçlı ve bıyıklı, 30 yıldır şatoda çalışan şef aşçı, Aylin’in yanına oturdu.
“Doğru olanı yaptın,” dedi. “Şüpheli bir şey gördün ve tepki verdin. Bu iyi bir içgüdü.” Aylin, “Ama insülin olduğunu söylediler,” dedi. Hasan gülümsedi, “Evet ama açık çantada bırakılması normal değil. Herkes için tehlike yaratır. Doğru olanı yapmak bazen bedel ister ama vazgeçmemelisin.”
Tam o sırada, Kemal’in sekreteri panikle mutfağa girdi: “Doktor nerede? Bay Müller yığıldı, nefes almıyor!” Kaos başladı. Ambulans çağrıldı, sağlık görevlileri geldi. Ana salonda Hans yerde bilinçsiz yatıyordu, mavi dudakları ve sert vücudu ile. Klaus yanında eğilmiş, panik içindeydi.
Aylin, yerdeki boş şırıngayı gördü ve aniden her şey netleşti. Bu insülin değildi, zehirdi ve Klaus, Hans’ı öldürmeye çalışmıştı. Ambulans geldi, Hans sedyeyle götürüldü. Klaus polis tarafından gözaltına alındı.
Klaus, polis sorgusunda, “Beni zorladılar. Ailemi ve şirketimi yok edeceklerini söylediler. Hans’ın imzadan önce kaybolması gerekiyordu çünkü dolandırıcılığı keşfetmişti,” itirafında bulundu.
Kemal Yılmaz, dünyasının yıkıldığını hissetti. İmzalamak üzere olduğu sözleşme bir tuzaktı, bir komploydu. Aylin’in cesareti sayesinde hayatı, kariyeri ve itibarını kaybetmekten kurtulmuştu.
Gelecek günlerde soruşturmalar, skandallar ve tutuklamalar yaşandı. Sözleşme iptal edildi. Restoran boşaldı. Hasan, Aylin’e, “Sen sadece bir garson değilsin, cesaretinle hayat kurtardın,” dedi.
Kemal, Aylin’e teşekkür etti ve ona şirketinde kişisel asistan olarak çalışma teklifinde bulundu. “Bugün hayatımı kurtardın. Para, güç, bağlantılar yanında dürüst insanlar yoksa hiçbir şey ifade etmez,” dedi.
Aylin, garsonluk yaptığı günlerden sonra, Yılmaz Holding’in CEO’sunun kişisel asistanı oldu. İki yıl içinde büyük başarılar kazandı, kendi ofisinde çalıştı, uluslararası toplantıları koordine etti ve krizleri yönetti.
Bir gün Kemal, Aylin’e, “O gece öğrendiğim en önemli ders, cesaretin en beklenmedik yerlerden geldiği ve dürüstlüğün gerçek güç olduğudur,” dedi.
Bu hikaye, bazen en büyük gücün insan olmak, doğruyu söylemek ve cesaret etmektir. Sessiz kalanların arasında, bir kişinin cesur adımı dünyaları değiştirebilir.
.