DİLENCİ kız MİLYONERE uçağa binmemesi için YALVARDI. İki saat sonra milyoner DEHŞETE DÜŞTÜ
.
.
Lanetin Sonu: Edanur ve Milyonerin Kaderi
İstanbul’un gri sabahında, Atatürk Havalimanı’na giden yolda hayat telaşla akıyordu. Arabalar korna çalıyor, insanlar bavullarıyla acele ediyordu. Serhat Bey, ellili yaşlarının başında, Türkiye’nin en büyük inşaat ve enerji şirketlerinin sahibi, siyah lüks aracının arka koltuğunda Paris’e uçmak üzere havalimanına yaklaşıyordu. Onun için bugün milyar dolarlık bir anlaşmanın günüydü. Herkes ona hayranlıkla baksa da, içinde yalnızlık ve huzursuzluk taşıyan bir adamdı.
Havalimanı girişinde, yıpranmış kıyafetleriyle genç bir kız oturuyordu. Yanında küçük bir bez çanta ve önünde paslı bir teneke kutu vardı. Kimse ona bakmıyor, kimi küçümseyen gözlerle geçip gidiyordu. Edanur, henüz 20 yaşında, anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, yurtta şefkat bulamamış, sokaklarda hayatta kalmaya çalışan bir kızdı. O sabah garip bir huzursuzlukla, kalabalığın arasından birini arar gibi bakıyordu. Sonunda Serhat Bey’i gördü.
Serhat arabadan indiğinde, Edanur kalabalığı yararak ona doğru koştu. Güvenlik görevlileri onu durdurmak istedi ama Edanur inatla yalvardı:
“Ne olur dinleyin beni, uçağa binmeyin!”
Serhat önce umursamadı, dilenci bir kızın para koparmak için oyun yaptığını düşündü. Ama Edanur ağlayarak, ellerini açtı:
“Para istemiyorum! Yalvarırım, binmeyin. O uçak size felaket getirecek.”
Kalabalık merakla izliyordu. Serhat bu sözleri saçmalık olarak görse de, kızın çaresizliği aklında bir iz bıraktı. Zamanı daraldığı için içeri girdi, ama içindeki huzursuzluk geçmedi. Uçağa binmeden önce son anda karar değiştirip başka bir uçuşa geçti. Paris’e vardığında, telefonunda bir haber gördü:
“İstanbul’dan kalkan 247 sefer sayılı uçak Karadeniz üzerinde düştü. Kurtulan yok.”
Serhat şok içindeydi. Binmesi gereken uçak düşmüş, 180 yolcu hayatını kaybetmişti. Kendisini kurtaran tek şey, Edanur’un uyarısıydı. O an milyonerliğin, gücün, paranın ne kadar anlamsız olduğunu fark etti. Hayatını bir dilenci kız kurtarmıştı. İstanbul’a döner dönmez Edanur’u aramaya başladı. Günlerce havalimanında, sokaklarda aradı ama bulamadı.
Edanur ise olaydan sonra polislerin baskısı ve halkın ilgisi nedeniyle Balat’ta eski bir han odasında saklanıyordu. Medyada “Mucize Kız” olarak haber olmuştu. Kimileri onu kahin, kimileri deli olarak görüyordu. Havayolu şirketi ve bazı iş çevreleri ise onu susturmak istiyordu. Çünkü Edanur’un kehaneti, şirketin ihmali yüzünden açılacak davalar için tehlikeydi.
Bir gece Serhat, sonunda Edanur’u buldu. Onu rutubetli, yoksul odasından çıkarıp kendi oteline yerleştirdi. Edanur önce direnmek istedi:
“Ben sizin dünyanıza ait değilim. İnsanlar yanınızda olmamı istemez.”
Serhat ise kararlıydı:
“Hayatımı kurtaran biri benim dünyamın tam ortasında olmalı.”
Günler geçtikçe Serhat’ın Edanur’a ilgisi arttı. Onu korumak için elinden geleni yaptı. Ama tehditler de artıyordu. Edanur’un hikayesi gazetelerde, televizyonlarda yayıldıkça, şirketler ve karanlık adamlar onun peşine düştü. Serhat, Edanur’u şehir dışındaki çiftliğine götürdü. Orada Edanur ilk kez huzur buldu ama bir gece ona fısıldadı:
“Yakında çok büyük bir şey olacak. Bu kez sadece sizin değil, ikimizin kaderi de değişecek.”
Serhat, Edanur’un sırlarını öğrenmek istedi. Bir gece kütüphanede ona sordu:
“O uçağın düşeceğini nasıl bildin?”
Edanur gözleri dolarak anlattı:
“Çocukluğumdan beri bazı şeyleri hissediyorum. Ölüm yaklaşınca kalbim çarpıyor, rüyalarımda görüyorum. Annem de böyleydi, babamı kurtarmaya çalıştı ama başaramadı. Sonra kendisi de öldü. O günden sonra ben de başkalarının ölümünü hissetmeye başladım.”
Serhat şaşkındı ama gerçek ortadaydı. Edanur’un kehaneti doğru çıkmıştı. O sırada Komiser Yusuf geldi. Elinde eski bir dosya vardı. Edanur’un ailesinin geçmişini araştırmıştı. Dosyada, 1800’lü yıllarda bir tarikatın ölümün gölgelerini görebilen bir çocuğu lanetlediği, bu gücün kuşaktan kuşağa aktığı yazıyordu. Kehanete göre, laneti kıracak tek kişi kendi ölümünü görebilecek cesarette olan biriydi.
Tam o anda, maskeli adamlar çiftliği bastı. Serhat ve Edanur bodrum kata kaçtı. Edanur gözyaşlarıyla fısıldadı:
“Senin ölümünü görüyorum. Kapıyı kıracaklar ve seni vuracaklar.”
Serhat, “O zaman bu laneti bitirecek kişi benim,” dedi.
Kapı kırıldı, maskeli adamlar içeri girdi. Serhat Edanur’u korumak için önüne geçti. Bir anda odada parlak bir ışık yayıldı. Maskeli adamlar yere yığıldı, Serhat vuruldu. Edanur çığlıkla yanına koştu. Serhat son nefesinde gülümsedi:
“Lanet kendi ölümünü görenle biter. Artık korkmuyorum. Senin hayatın kurtuldu.”
O an Edanur’un yıllardır taşıdığı karanlık görüntüler, ölüm kehanetleri birer birer silindi. Kalbi hafifledi, içinde tarifsiz bir huzur hissetti. Komiser Yusuf, “Artık lanet bitti. Serhat kendini feda ederek hem seni hem de onlarca kişiyi kurtardı. Sen yeni bir hayata başlayacaksın,” dedi.
Aylar geçti. Edanur, Serhat’ın bıraktığı mirasla eğitimine başladı. Artık bir dilenci değil, okul çantasıyla genç bir öğrenci olarak İstanbul’da yürüyordu. Her gün dua ederken kalbinin derinliklerinden fısıldıyordu:
“Sana söz veriyorum Serhat Bey, hayatımı senin bana bıraktığın umutla yaşayacağım. Sen ölmedin, benimle yaşıyorsun.”
Gökyüzünde bir martı süzülürken Edanur sıcaklığı hissetti. Sanki Serhat hala yanındaydı. Böylece lanet, fedakarlığın ışığında sona erdi. Bir kızın kaderi yeniden yazıldı. Ve İstanbul’da bir sabah, hayat yeniden başladı.
Hikaye burada sona eriyor. Bir dilenci kızın kehaneti, bir milyonerin hayatını değiştirdi; fedakarlık ve sevgiyle lanet sona erdi. Hayat bazen en beklenmedik anlarda, en sıradışı insanlarla değişir.
.