Dilenci sandılar, kovdular… Gerçek kimliğini öğrenince şok oldular!
.
.
Yaşlı Adam ve Güvenbank
Çınarova kasabasında sabahın erken saatleriydi. Güneş henüz tepeye ulaşmamıştı ama Namık Kemal Caddesi’ndeki iş merkezleri çoktan hareketlenmişti. Araçlar geçiyor, çalışanlar aceleyle yürüyordu. Bu yoğunluk içinde karşı kaldırımda yaşlı bir adam dikkat çekiyordu. Üstü başı yıpranmış, ceketinin rengi belirsizleşmişti. Saçları bembeyazdı, sakalı karışıktı, sanki günlerdir yıkanmamış gibiydi. O adamın adı Hüseyin Dede‘ydi. Uzunca bir süre Güvenbank tabelasının asılı olduğu büyük binaya baktı. Yüzündeki çizgiler yaşam mücadelesinin izlerini taşıyordu, ama bugün buraya dilenmeye değil, kendi adına bir banka hesabı açtırmaya gelmişti.
Adımları yavaş ama kararlıydı. Ayağındaki lastik terlik neredeyse yırtılmak üzereydi. Omzundaki bez çanta eskiydi ama içinde umut vardı. Bankanın önüne yaklaştığında, içeri giren bazı çalışanlar ona küçümseyerek baktı. Kimileri birbirine fısıldayıp gülmeye başladı. Onu kaybolmuş bir evsiz sandılar.
Tam o anda genç bir güvenlik görevlisi hızla öne çıktı. Adı Serhat Kaya‘ydı. Elini kaldırarak sert bir sesle, adeta kovarcasına konuştu: “Burası banka amca. Dilenilecek yer değil.”
Hüseyin Dede hafifçe tebessüm etti. “Biliyorum evladım. Hesap açtırmaya geldim.”
Serhat Kaya bir an duraksadı. Sonra baştan aşağı yaşlı adamı süzüp küçümseyerek güldü ve içeridekilere seslendiğini duyar umuduyla yüksek sesle devam etti: “Hesap açtıracakmış! Amca, sen yanlış yere mi geldin?”
İçerideki bazı çalışanlar olup biteni izlemeye başladı. Bunların arasında aynada saçını düzeltmekle meşgul olan genç ve şık müşteri temsilcisi Melis Karaca da vardı. Kapıdaki sesi duyunca yerinden kalktı ve yaklaştı. Kirli kıyafetleri içindeki yaşlı adama küçümseyerek baktı.
Serhat Kaya gülerek seslendi: “Duydun mu Melis? Amca hesap açacakmış.”
Melis Karaca elini ağzına götürüp gülmemeye çalışarak alaycı bir tonla şöyle dedi: “Öyleyse masama getir. Bakalım ne kadar parası varmış. Ne kadar para getirdiğini kendisinden duymak isterim doğrusu.”
Serhat Kaya omuz silkti ve isteksizce cam kapıyı açtı. Yaşlı adamın adımları beyaz mermer zeminde yavaşça yankılandı. Her adım bankanın steril ve lüks atmosferini sarsar gibiydi. Bekleme salonunda oturan birkaç müşteri meraklı gözlerle ona baktı. Genç bir kadın burnunu kapatarak rahatsızlığını gizleyemedi; yaşlı adamın bedeninden gelen kokuyu fark etmişti.
Melis Karaca tekrar masasına geçti ve yapmacık bir gülümsemeyle oturdu. Hüseyin Dede karşısındaki sandalyeye yavaşça oturdu.
Melis yapmacık nezaketle sordu: “Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?”
Hüseyin Dede sakin bir sesle cevap verdi: “Basit bir vadeli olmayan hesap açtırmak istiyorum. Şartları hafifse tabii.”
Melis Karaca onu baştan aşağı süzdü. Dudaklarını bükerek gülümsedi: “Maalesef beyefendi, burada hesap açabilmek için en az 10.000 Türk lirası yatırmanız gerekiyor. Yanınızda para var mı?”
Hüseyin Dede başını hafifçe salladı: “Bugün getirmedim. Sadece bilgi almak istemiştim.”
Bu cevap Melis’in yüzündeki küçümseme ifadesini daha da derinleştirdi. Başını yan tarafa çevirerek çalışma arkadaşlarına seslendi: “Sadece bilgi almaya gelmiş. Parası bile yokmuş. Ne işi var ki burada?”
Arka masalardan kıkırdamalar duyuldu. Serhat Kaya ise memnun bir ifadeyle gülümsedi. Bir çalışan diğerine fısıldadı: “Üstü başı dökülüyor. Hala hesap açtıracağım diyor. Güya zengin herhalde.”
Ama en kırıcı olanı Melis Karaca’nın aniden ayağa kalkıp parmağıyla kapıyı göstererek sertçe konuşmasıydı: “Ciddiyetiniz yoksa lütfen çıkın. Sırayı da meşgul etmeyin. Burası sohbet yeri değil, banka.”
Hüseyin Dede gözlerini yere dikti. Yüzü ifadesizdi ama dikkatli biri gözlerindeki derin yarayı görebilirdi. Sessizce ayağa kalktı, hafifçe eğilerek vedalaştı ve arkasını dönüp çıktı. Hiçbir çalışan onu durdurmadı. Kimse “İyi misiniz?” bile demedi. Onun varlığını sadece bankanın estetiğini bozan bir leke gibi gördüler.

Gerçek Kimlik
Hüseyin Dede, Namık Kemal Caddesi boyunca yavaş ama anlamlı adımlarla yürümeye başladı. Arkasında Güvenbank’ın gösterişli binası sessizce ve kibirle yükseliyordu. Ama kimse bilmiyordu: yıpranmış ceketinin, eski lastik terliklerinin altında öyle bir gerçek saklıydı ki, o gerçek tüm binayı yerle bir edecekti.
Cadde sonundaki büyük çınarın altında siyah bir Mercedes duruyordu. Direksiyon başındaki yaşlı şoför onu görünce hemen inip saygıyla eğildi.
“Bitti mi efendim?” dedi hafif sesle.
Hüseyin Dede başını salladı. “Bitti, Yaşar usta. Hadi gidelim.”
Yaşlı adam arka kapıyı açarak araca bindi. Klimanın serinliği bedenindeki yorgunluğu silerken, üzerindeki eski ceketi çıkardı. Altında tertemiz bir gömlek ve bileğinde pahalı bir saat parlıyordu. Yüzünde artık ezilmiş bir yaşlıya ait ifade değil, kararlı ve güçlü bir insanın bakışı vardı.
Araba yavaşça hareket etti. Şehir merkezini geçerek geniş ve yeşil bir arazide kurulu olan Kerem Bey Konağı‘na doğru yol aldı. Bu konakta yaşayan genç adam, Çınarova’nın en güçlü emlak girişimcilerinden biriydi: Kerem Yalçın, Hüseyin Dede’nin öz oğlu.
Siyah Mercedes büyük konağın önünde durur durmaz Kerem hızla dışarı çıktı ve babasını karşıladı. “Nasıl geçti?” diye sordu merakla.
Hüseyin Dede verandadaki hasır sandalyeye oturdu. Gözlerini karşıdaki ağaçlara dikti. “Tam tahmin ettiğimiz gibi,” dedi ağır ağır. “Üstü başı yırtık yaşlı bir adam görünce beni çöp gibi gördüler. Hiçbiri insan yerine koymadı.”
Kerem Yalçın başını hafifçe salladı. “O halde ikinci planı uygulama zamanı geldi,” dedi kararlı bir sesle.
O gece konağın çalışma odasında masa haritalar ve tapularla doluyken, Kerem babasına detaylıca bir şeyler anlattı. Güvenbank’ın kurulu olduğu arsa aslında bankaya ait değildi. Söz konusu arazi, Kerem Yalçın’ın şirketi tarafından bankaya 10 yıllığına kiralanmıştı, ve kira süresi önümüzdeki hafta sona erecekti. Şu ana kadar hiçbir uzatma talebi yapılmamıştı.
Bugün yaşananlardan sonra Hüseyin Dede kararlıydı: O kira artık uzatılmayacaktı.
“Ben istiyorum ki o bankadaki herkes şunu görsün: Mevki, makam bir ölçü değildir. Hizmet herkese eşit olmalı. İsterse yırtık ayakkabıyla, yamalı ceketle gelsin. İnsan insandır,” dedi sesi sakin ama tok.
Utancın Panosu
Ertesi sabah Güvenbank Çınarova Şubesi, İstanbul’daki genel müdürlükten gelen resmi bir zarfla tuhaf bir telaşla güne başladı. Arsa sahibinin bugün denetim ve açık toplantı için şubeyi ziyaret edeceği haberi, Şube Müdürü Nihat Albayrak’ı paniğe sevk etti. Melis Karaca ve Serhat Kaya dahil tüm personel aceleyle hazırlanıyordu.
Aynı dakikalarda Kerem Bey Konağı’nda Hüseyin Dede aynanın karşısında duruyordu. Üzerinde sade ama şık koyu renk bir ceket vardı. Saçları taranmış, yüzü temizlenmişti. Adımları net ve kararlıydı. “Ben oraya öfkeyle gitmeyeceğim,” dedi aynaya bakarak. “Götüreceğim şey bir ders olacak ve bu dersi hayatlarının sonuna kadar unutamayacaklar.”
Ön lobide tüm personel sıraya girmiş, geleni bekliyordu. Kapıdaki bekleyiş gergindi ve sonunda o tanıdık siyah Mercedes bankanın önünde durdu.
Kapısı açıldı, ama arabadan çıkan takım elbiseli genç bir adam değildi. O gün kapı dışarı edilen, hor görülen yaşlı adamdı bu. Hüseyin Dede bu kez yamalı kıyafetlerle değil, tertemiz giysileri ve dimdik bakışlarıyla girmişti içeri.
Tüm gözler ona çevrildi. Yüzler soldu. Ağızlar açık kaldı. Melis Karaca ağzını eliyle kapattı. Serhat Kaya bir adım geriye çekildi. Nihat Albayrak saygıyla eğildi ama hiç kimse konuşmaya cesaret edemedi. Çünkü herkes anlamıştı: Utanma zamanı başlamıştı.
Güvenbank lobisi bir anda sessizliğe büründü. Nihat Albayrak telaşla öne çıktı: “Hoş geldiniz efendim. Ben Nihat, buranın şube müdürüyüm.” Sesi cılız ve ezik bir tonda.
Hüseyin Dede hemen cevap vermedi. Kısa bir süre dün oturduğu bekleme koltuğuna baktı. Sonra yavaşça döndü. Melis Karaca köşede dosya tutuyormuş gibi yapıyor, ama parmakları titriyordu. Serhat Kaya kapının yanında kımıldamadan, bembeyaz kesilmiş bir şekilde dikiliyordu.
Hüseyin Dede hafifçe başını kaldırarak konuştu: “Beni hatırlıyor musunuz?” Sesi kısık ama etkileyiciydi.
Hiç kimse cevap veremedi. Hüseyin Dede dün oturduğu koltuğu işaret etti: “Dün tam burada oturuyordum. Bir banka hesabı açtırmak istemiştim, ama karşılığında hizmet değil, aşağılama gördüm.”
Melis Karaca sesi titreyerek konuşmaya çalıştı: “Efendim, ben bilmiyordum.”
“Ben biliyorum,” diye sertçe kesti Hüseyin Dede. “İşte tam da bu yüzden gerçek yüzünüzü görebildim. Kim olduğumu bilmediğiniz için, siz kim olduğunuzu ortaya koydunuz.”
Hüseyin Dede ağır adımlarla lobide yürümeye başladı. O soğuk mermer zemin artık ihtişam değil, utanç taşıyordu.
Dün Melis Karaca ile birlikte gülen diğer personellerin başları bir bir eğildi. Hüseyin Dede müşteri hizmetleri masasında durdu: “Dün bu masa, bir insanın onurunun ezildiği yere dönüştü.”
Melis artık dayanamayıp ağlamaya başladı. Gözyaşları acıdan değil, derin bir utançtan akıyordu. “Ne olur affedin. Gerçekten kim olduğunuzu bilmiyordum,” diye hıçkırdı.
“Ve tam da bu sayede, senin kim olduğunu ben gördüm,” dedi Hüseyin Dede, gözlerini ondan ayırmadan.
O anda giriş kapısı açıldı. İçeri düzgün takımıyla genç, vakur biri girdi: Kerem Yalçın. Hüseyin Dede’nin oğlu ve bu arazinin gerçek sahibi.
Kerem Yalçın babasının yanında dimdik durdu ve net bir sesle konuştu: “Tanıştırayım. Bu beyefendi benim babamdır ve her gün üzerine bastığınız bu arazinin gerçek sahibi de kendisidir.”
Salon daha da sessizleşti. Kerem devam etti: “Dün gece babamdan bizzat raporu aldım. Bu sabah da güvenlik kameralarının tüm kayıtlarını izledim. Her hareketiniz, her sözünüz hepsi kayıt altında.”
Nihat Albayrak’ın dudakları titredi. “Lütfen efendim, bize kendimizi açıklama fırsatı verin.”
Ama Kerem sadece elini kaldırarak susturdu: “Açıklamaya ihtiyacım yok. Çünkü gerçek, kelimelerden daha dürüst konuşur.”
Sonra Kerem çantasını açtı ve büyük reklam ekranına dünkü olayın görüntülerini yansıttı. Hüseyin Dede eski püskü kıyafetleriyle bankaya giriyor, Melis Karaca onu küçümsüyor, Serhat Kaya alay ediyor ve diğer çalışanlar da gülerek izliyordu. O ekran şimdi utanç panosu olmuştu.
Kapanış
Hüseyin Dede’nin sesi bir kez daha duyuldu: “Ben buraya acınmak için gelmedim. Sadece görmek istedim. İçinizde hala insanlara saygı kalmış mı? Ama gördüm ki kalmamış.”
Kerem Yalçın şube müdürüne döndü: “Bu binanın üzerinde bulunduğu arazi ailemize ait. Aramızdaki kira sözleşmesi önümüzdeki hafta sona eriyor ve dün yaşananlardan sonra bu sözleşmeyi yenilememe kararı aldık.”
Salon adeta sessiz bir şaşkınlık çığlığıyla infilak etti. Nihat Albayrak dehşetle doğrulmaya çalıştı.
Kerem Yalçın devam etti: “Kontratın fesih yazısı yarın sabah gönderilecek ve bu şube tam üç gün içinde tamamen kapatılacak.”
Ve personele gelince: “Tüm personel onursuz şekilde işten çıkarılacak. Nedeni: müşteri etik ihlali ve sözlü aşağılama.”
Hüseyin Dede yavaşça kapıya doğru yürüdü ve eşiği geçmeden önce durdu: “Yırtık kıyafetimle beni pis sandınız. Ama şimdi biliyorsunuz, asıl kirli olan şey kalbini kaybeden insanlardır.”
Melis Karaca hala ağlıyordu. Kerem ona sadece ifadesiz bir yüzle baktı: “Sen sadece babamı değil, kendi kalbini de utandırdın. Ve bu yara sadece bir özürle iyileşmez.”
Olaydan bir ay sonra Güvenbank Çınarova Şubesi tamamen kapanmıştı. O binaya artık kimse dokunmadı. Üzerindeki tabela beyaz bir bezle örtüldü. Artık adı bile unutuldu. Sadece herkesçe bir şey söylendi: “Orası bir dedeyi utandıran bina.”
Hüseyin Dede ve Kerem Yalçın ise, Çınarova’dan ayrılarak daha çok ihtiyaç duyulan yerlere gitmeye başladılar. Yanlarına Melis Karaca ve Serhat Kaya gibi işten çıkarılan, ancak samimi pişmanlık duyan eski personel de katıldı. Başlattıkları Hüseyin Dede Umut Evi projesiyle kâğıt toplayan çocukların ve evsizlerin yanına oturdular, onlara gülümsediler.
Hüseyin Dede’nin mezar taşına yazılan söz, onun hayat dersi oldu: “Burada yatan Hüseyin Dede, kalpleri çöpten toplayan adam.”
Yaşlı adamın sabrı ve onuru, kıyafetin değil, kalbin zenginliğini öğreten bir derse dönüştü.
.