DUL KADIN HERKESIN KAÇINDIĞI BİR EVE YERLEŞTİ… VE BİR GECE İNANILMAZ BİR ŞEY OLDU
.
.
Herkesin Kaçındığı Ev
Zeynep Yılmaz, 38 yaşında, hayatını sıfırdan kurmak zorunda kalan bir kadındı. Kocası Kerem’in ardında bıraktığı borçlar, onu şehirlerarası bir otobüsle Umut Mahallesi’ne sürüklemişti. Elinde yalnızca eski bir valiz ve içindeki ağır pişmanlıklarla yeni bir başlangıç arıyordu. Emlakçı ona İhlamur Sokak’taki o evi önerdiğinde, Zeynep şüphelendi. Çünkü kimse, bir sebep olmadan bu kadar düşük fiyata ev kiralamazdı. Ama başka seçeneği yoktu; birikimleri başka bir yerde zar zor üç aylık kiraya yetiyordu.
Emlakçı, sözleşmeyi imzalamadan önce uyarıda bulundu: “Bu evin bir geçmişi var. İnsanlar batıl inançlıdır. İlk altı ay geri dönüş yok.” Zeynep elini uzattı: “Ben batıl inançlara inanmam. Anahtarları verin.”
İhlamur Sokak’a sapınca, mahalleli arabanın geçişini izlemek için işini bırakıyordu. Evin önünde bakımsız bir bahçe, beyaz ahşap bir yapı, büyük pencereler ve balkon vardı. Emlakçı, “Üç yıl önce burada biri yaşadı. Sonra bir sabah her şeyi bırakıp gitti. Bir daha da dönmedi,” dedi.
Zeynep eve girdiğinde, mobilyalar beyaz çarşaflarla örtülüydü. Fotoğraflarda uzun kahverengi saçlı bir kadın gülümsüyordu: Ayşe Kaya. Emlakçı, “Eski kiracı,” dedi. “Bir sabah çantasını aldı ve gitti. Kimse nedenini bilmiyor.” Zeynep odaları dolaştı, mutfağı, yatak odalarını, küçük bir dikiş odasını inceledi. Her şey, birinin birkaç saat içinde geri dönmeyi planlıyormuş gibi bırakılmıştı.
Emlakçı ayrıldıktan sonra, Zeynep yalnız kaldı. Mobilyaların üzerindeki çarşafları kaldırdı, temizlik yaptı. Her parça Ayşe’nin hikayesini anlatıyordu; pencere yanında eski bir koltuk, kitaplıkta Brezilya tarihi kitapları, mutfakta eski bir takvim. Takvimde üç yıl öncesinin Ağustos ayı, 15’i kırmızıyla işaretliydi. O günün neden özel olduğunu açıklayan bir not yoktu.
Güneş batarken kapı çaldı. Karşı komşu Fatma Hanım, bir tepsi yahniyle geldi. Zeynep onu içeri davet etti. Fatma, “Ayşe özeldi. Herkese yardım ederdi. Ama bir yük taşıyordu. Onun gözlerinde görüyorduk,” dedi. Sonra hızla ayrıldı, “Bu evde açmamanız gereken çekmeceler var,” diye ekledi.

Gece olunca, Zeynep yatakta huzursuzdu. Evdeki her ses onu ürkütüyordu. Gece yarısı, balkonda ayak sesleri duydu. Salona geçti, kapıyı açtı ve paspasın üzerinde taze, dikensiz bir kırmızı gül buldu. Kimseyi göremedi. Gülü bir bardağa koydu, “Belki bir komşu bırakmıştır,” diye düşündü.
Uyuyamayınca dikiş odasına gitti. Eski bir yazı masası vardı. Üç çekmeceden ikisi açıktı; biri kilitliydi. Mutfağın köşesinde bulduğu küçük altın renkli anahtarla çekmeceyi açtı. İçinde mavi kapaklı bir defter vardı. Koltuğa oturup okumaya başladı.
Defter, Ayşe’nin hayat hikayesiydi. Mehmet’le tanışması, aralarındaki yasak aşk, Mehmet’in hasta eşi Seda’ya duyduğu sorumluluk, Ayşe’nin yalnızlığı… Defterdeki satırlar, Ayşe’nin yıllarca gizlediği acıları ve seçimlerini anlatıyordu. Mehmet’in eşi öldükten sonra Ayşe ona Elif’ten, gizli kızlarından bahsetmişti. Ama mahalle baskısı, korku ve utanç yüzünden gerçek bir aile olamamışlardı. Mehmet hastalanıp ölünce Ayşe, pişmanlıkla dolu bir şekilde evi terk etmişti.
Zeynep defteri okurken gözyaşlarına boğuldu. Kendi hayatında da benzer hatalar yapmış, korkular yüzünden sevgiyi ertlemişti. Sabah olunca Fatma’nın evine gitti. “Ayşe ve Elif’i bulmam gerek,” dedi. Fatma, Elif’in üç blok aşağıda yaşadığını söyledi. Ayşe ise kayıptı.
Zeynep akşamüstü Elif’in kapısını çaldı. Genç kadın, annesinden bahsetmek istemedi. Zeynep ona, Ayşe’nin acılarını, defterdeki pişmanlıklarını anlattı. Elif, “O beni terk etti,” dedi. Zeynep, “Annen seni hep sevdi. Sadece korktu. Bence ona bir şans vermelisin,” dedi. Elif, Zeynep’in numarasını aldı ama hiçbir şey için söz vermedi.
Günler geçti. Zeynep mahalleye alıştı, dikiş işine başladı. Her gece paspasında bir gül buluyordu. Bir hafta sonra Elif hastalandı, hastaneye kaldırıldı. Zeynep yanında kaldı. Doktorlar kansızlık ve ciddi bir rahatsızlıktan şüphelendi. Elif, “Annemi istiyorum,” dedi. Zeynep ona söz verdi: “Onu bulacağım.”
Defterdeki bir kayıt, Ayşe’nin hayalini gösteriyordu: Ölü Deniz’de bir ev. Zeynep, son parasını harcayarak Muğla’ya gitti. Oradaki kütüphanede Ayşe’yi buldu. Ayşe, “Gülleri ben bırakıyordum. Uzaktan da olsa önemsediğimi göstermeye çalışıyordum,” dedi. Zeynep ona Elif’in hasta olduğunu, geri dönmesi gerektiğini anlattı. Ayşe gözyaşları içinde kabul etti.
Şehre döndüklerinde Elif, annesini görünce ağladı. Anne-kız birbirlerine sarıldılar. Geçmişin acılarını, pişmanlıklarını konuştular. Ayşe, “Seni korumak isterken daha çok acı verdim,” dedi. Elif, “Yanımda olmanı isterdim,” dedi. Biyopsi sonucu geldi; Elif’in kan hastalığı vardı ama tedavi şansı yüksekti. Ayşe donör oldu, nakil başarılı geçti.
Ayşe, Zeynep’in yanında kalmaya başladı. “Ev artık sadece benim değil, bizim,” dedi. Zeynep, ilk kez bir aileye sahip olduğunu hissetti. Mahalledeki kadınlar eve gelmeye, hikayelerini paylaşmaya başladılar. Ev bir sığınak, bir iyileşme yeri oldu.
Ayşe’nin abisi Ali, yıllar sonra geri döndü. Gururunu bir kenara bırakıp özür diledi. Aile yeniden birleşti. Elif, iyileştikten sonra müzik öğretmeniyle evlendi. Ayşe ve Zeynep onunla sunağa kadar yürüdü. “Artık iki annem var,” dedi Elif. Fatma yaşlanınca eve taşındı. Zeynep, bahçeye dikensiz güller dikti. Selin adında genç bir kadın eve geldi, yeni bir başlangıç yaptı.
Yıllar geçti. Ev, herkesin kaçındığı yer olmaktan çıkıp herkesin sığındığı bir yuvaya dönüştü. Zeynep, “Hayat bazen bizi en beklenmedik yere getiriyor. Her şeyi kaybettiğimizi sandığımızda, aslında en önemli şeyi buluyoruz: Aile, sevgi ve ait olmak,” diye yazdı defterine.
O gece, paspasın üstünde bir gül buldu. Artık bu, sevginin, iyileşmenin ve yeni başlangıçların simgesiydi.
.