Milyoner bebek yaşamayı reddediyordu… ama temizlikçi onu bir parça ekmekle iyileştirdi.
.
.
Milyoner Bebek ve Temizlikçinin Mucizesi
Ankara’nın Çankaya semtinde yer alan görkemli Koçak Konağı, kristal avizeleri, ipek perdeleri ve İsviçre’den özel olarak getirtilmiş mobilyalarıyla dışarıdan kusursuz bir yaşam sunuyordu. Ancak bu konakta hayat hiç de göründüğü gibi değildi. Baran Koçak, konağın sahibi ve Ankara’nın tanınmış iş insanlarından biriydi. Ancak Baran’ın iç dünyası, konağın ihtişamıyla tam bir tezat oluşturuyordu. Çünkü 8 aylık oğlu Kaan, annesini kaybettiği günden bu yana yaşamayı reddediyor gibiydi. Bebek hiçbir şey yemiyor, sürekli ağlıyor ve gün geçtikçe solgunlaşıyordu.
Baran, oğlunun odasının kapısında durmuş, Kaan’ın çaresiz ağlayışını dinliyordu. Konağın mermer zeminli koridorlarında yankılanan bu ağlayış, Baran’ın kalbinde derin bir yara açıyordu. Karısı Seda, Kaan’ı doğururken hayatını kaybetmişti. O gün Baran sadece eşini değil, aynı zamanda babalık hissini de kaybetmişti. Her gün Kaan’a bakmak, ona Seda’yı hatırlatıyor ve Baran bu acıya dayanamıyordu. Kaan’ın mavi gözleri, Seda’nın gözlerini andırıyordu. Ancak bu benzerlik Baran için bir umut değil, bir yük haline gelmişti.
O sabah, konağın sadık hizmetçisi Tülay Hanım, Kaan’a mama vermeye çalışıyordu. Elindeki gümüş kaşığı bebeğin ağzına yaklaştırdığında Kaan başını yana çevirdi. Pahalı mama kutuları, organik sebze püreleri, doktorların önerdiği özel vitaminler… Hiçbiri işe yaramıyordu. Tülay Hanım çaresizce Baran’a döndü: “Bugün Doktor Arda gelecek. Belki yeni bir çözüm bulur.” Baran, başını salladı ama içten içe umutlarını çoktan kaybetmişti. Ankara’nın en iyi doktorları Kaan’ı muayene etmiş, sayısız test yapmıştı. Fiziksel olarak sağlıklı olan bu bebek, sanki ruhsal bir açlık çekiyordu. Baran, oğlunun yaşamaya direniyor olduğunu hissediyordu.
Konağın alt katında, temizlikçi Gülcan Arslan mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Gülcan, 12 yıldır Koçak ailesi için çalışıyordu. Onu işe alan Seda olmuştu. “Bu kadında özel bir şey var,” demişti Seda. “Evlere sadece temizlik değil, huzur getiriyor.” Gülcan, üç çocuk büyütmüş, zor bir hayat yaşamış, kocasını kaybetmiş bir kadındı. Hayatın zorluklarını tanıyordu ama yüzünde hep umut taşıyordu. Baran, mutfağa indiğinde Gülcan onu gülümseyerek karşıladı: “Günaydın beyefendi.” Baran, yorgun bir sesle cevap verdi: “Kaan hala aynı…” Gülcan’ın yüzünde endişe belirdi. Son haftalarda bebeğin ağlayışını duyuyor, durumunu gözlemliyordu. Tecrübeli bir anne olarak, burada sadece fiziksel bir sorun olmadığını hissediyordu.
“Beyefendi, bir şey sormama izin verir misiniz?” dedi Gülcan tereddütle. Baran’ın yüzü gerildi. “Sor,” dedi. “Kaan Bey’in annesinin doğumda kullandığı bir eşyası var mı? Kokusunu taşıyan herhangi bir şey?” Baran, bu soruyla irkildi. Seda’nın eşyalarını konuşmak, en çok kaçındığı konuydu. “Neden soruyorsun?” diye sordu sert bir sesle. Gülcan, alçak bir sesle devam etti: “Benim çocuklarım bebekken annemin bana öğrettiği şeyler vardı. Bazen bebekler sadece mama değil, annenin kokusunu, sevgisini ararlar.”
Bu sözler, Baran’ın zihninde bir şeyleri harekete geçirdi. Belki de sorun Kaan’ın beslenme reddi değil, annesinin yokluğunu hissetmesiydi. Yukarıdan gelen ağlama sesi şiddetlendi. Gülcan endişeyle yukarı baktı. “Ben bir bakmaya gideyim mi?” diye sordu. Baran, sert bir ses tonuyla cevap verdi: “Hayır. Tülay Hanım halledecek.” Ancak o sabah, 15 Ekim’in soğuk havasında, Koçak Konağı’nda bir şeyler değişmek üzereydi.

Gülcan, mutfakta kahvaltı hazırlamaya devam ederken aklından geçen düşünceler onu huzursuz ediyordu. Bebekte gördüğü şey sadece açlık değildi. Kendi çocuklarını kaybetme korkusu yaşamış bir annenin gözüyle bakınca Kaan’da farklı bir şey olduğunu seziyordu. Bu sırada yukarıdan gelen ağlama sesi birden kesildi. Gülcan duraksadı. Bu sessizlik yeni bir umudun başlangıcı mıydı yoksa daha büyük bir endişenin habercisi mi?
Gülcan’ın aklına bir fikir geldi. Kayınvalidesinin ona öğrettiği eski bir ekmek tarifi. Bu ekmek, köyde annesini kaybetmiş bebeklere verilirdi. Ekmek, anne sütünü andıran bir koku ve tat taşırdı. Tülay Hanım’a fikrini açıkladı: “Bir şey denemek istiyorum. Zarar vermez. Eski usul bir ekmek hazırlayacağım.” Tülay Hanım önce tereddüt etti, ancak Gülcan’ın kararlılığı onu ikna etti.
Ulus’taki bir tanıdık fırına giden Gülcan, ustadan eski usul ekmek yapmasını istedi. Buğday, arpa ve çavdar kullanılarak hazırlanan ekmek, doğal maya ile yapılmıştı. Yarım saat sonra elinde sıcak ekmekle konağa döndüğünde Gülcan’ın kalbi hızla çarpıyordu. Bu deneme başarısız olursa Baran’ın tepkisi nasıl olurdu? Ancak Kaan’ın durumu kritikti. Risk almak zorundaydı.
Gülcan, ekmekten küçük bir parça koparıp sıcak suyla yumuşattı. Ekmeğin kokusu odayı doldurdu. Kaan önce başını çevirdi, ancak ekmeğin kokusu burnuna ulaştığında durdu. Gözleri odaklandı. Bu, 8 ay sonra ilk kez bir şeye dikkat kesilişiydi. Gülcan sabırla bekledi. “Haydi, Kaan Bey,” diye fısıldadı. “Annenin sevgisi burada.” Bebek, dudaklarını araladı ve küçük dilini çıkardı. Gülcan ekmek parçasını nazikçe ağzına yerleştirdi. O an dünya durdu. Kaan yuttu. Tülay Hanım’ın nefesi kesildi. “Tanrım!” diye mırıldandı. Bebek daha fazlasını istercesine ağzını açtı. Gülcan ikinci parçayı hazırladı. Bu sefer Kaan istekle kabul etti.
Baran, konağa döndüğünde gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Kaan, Gülcan’ın kucağında sakin bir şekilde ekmek yiyordu. “Bu nasıl mümkün?” diye sordu Baran. Gülcan, basitçe cevap verdi: “Eski usul ekmek. Annenin kokusunu hatırlıyor. Bu ekmek, rahim sıcaklığını ve sevgisini andırır.”
Baran, oğlunu kucağına aldığında Kaan’ın gözlerindeki değişimi gördü. Canlılık geri gelmişti. İlk kez baba ve oğul arasında bir bağlantı kuruluyordu. Baran, oğluna bakarken, Gülcan’a dönüp sordu: “Siz doğru dediniz. Ben oğlumdan kaçtım. Ama şimdi anlıyorum. Oğlum, annesini değil, beni istiyor.”
Bu olay, sadece Kaan’ın hayatını değil, Baran’ın hayatını da değiştirdi. Baran, babalığı öğrenmeye başladı. Gülcan ise sadece bir temizlikçi değil, bu ailenin kurtarıcısı olmuştu. Kaan’ın iyileşmesiyle birlikte, Koçak Konağı’nda herkesin hayatı değişti. Ev, yeniden bir yuva haline geldi. Baran, oğluna masallar anlatmaya, onunla vakit geçirmeye başladı. Gülcan ise artık sadece bir çalışan değil, ailenin ayrılmaz bir parçasıydı.
.