Milyoner Eve Erken Döndü — Ve Gördükleri Karşısında Az Kalsın Bayılıyordu
.
.
Gölgelerden Seven Kadın
Kerem Yıldırım, Tokyo’dan dönerken uykusuz ama heyecanlıydı. Yıl dönümlerinin üçüncü yılında, hayatını değiştiren kadın Melek’e sürpriz yapmak için planını gizlemişti. Sabahın erken saatinde Zekeriya Köy’deki villanın kapısını anahtarıyla açtığında, içeri adımını attığı anda bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti. Bahçedeki güller solmuş, evde alıştığı o sıcaklık yok olmuştu. Sessizlik, normalden farklıydı; Melek’in sabah kahvesi ve hafif müziği yoktu. “Melek!” diye seslendi, cevap gelmedi.
Mutfağa girdiğinde buzdolabı, son kullanma tarihi geçmiş yiyeceklerle doluydu. Yatak odasında Melek’in eşyaları, kremleri, kitapları yoktu. Dolap bomboştu. Banyoya girdiğinde, lavabonun üzerinde zarif bir el yazısıyla yazılmış bir not buldu:
Beni arama. Ben senin düşündüğün kişi değilim. Hiçbir zaman olmadım.
Kerem’in dünyası bir anda altüst oldu. 3 yıl boyunca evli olduğu kadın, iz bırakmadan kaybolmuştu. Sadece bir not ve bir boşluk bırakmıştı. Kafası sorularla doluydu. Melek’in banka hesaplarını, kredi kartlarını, sosyal medya hesaplarını kontrol etti. Her şey silinmişti. Fotoğraflar, mesajlar, dijital izler… Sanki Melek Yılmaz hiç var olmamıştı.
Kerem, şirketinde asistanı Selin’e Melek’in etkinliklere katılıp katılmadığını sordu. Selin, Kerem’in hep yalnız geldiğini, Melek’in hiçbir zaman etkinliklerde bulunmadığını söyledi. Kerem’in hatıraları bile bulanıklaşmıştı. Birlikte gittiklerini sandığı davetler, galalar, fotoğraflar… Hepsi yoktu.
Çaresizce eski bir dostu, özel dedektif Rıza Demir’i aradı. Rıza, Kerem’in verdiği bilgilerle araştırma yaptı. 24 saat sonra gönderdiği rapor yıkıcıydı:
Melek Yılmaz’ın kimliği sahteydi. Nüfus müdürlüğünde böyle bir kayıt yoktu. Evlilik belgeleri üst düzey sahtecilikti. Banka hesapları ve dijital varlıkları Kerem’le tanışmadan kısa süre önce oluşturulmuştu. Fotoğraflar yüz tanıma sistemlerinden kaçmak için özel tekniklerle çekilmişti. Raporda, Melek’in muhtemelen gizli ajan, kurumsal araştırmacı veya tanık koruma programında biri olabileceği yazıyordu.
Kerem, hayal kırıklığı ve öfkeyle boğuşurken, bilinmeyen bir numaradan mesaj aldı:
Bay Yıldırım, ben Ajan Aylin Arslan. Eşiniz hakkında konuşmamız gerek. Acil ve hassas.
Bir kafede buluştular. Aylin, Kerem’e Melek’in gerçek adının Ece Kaya olduğunu, büyük bir organize suç davasında kilit tanık olduğunu, suikast girişiminden kurtulduğunu ve tanık koruma programına alındığını anlattı. Ece, programdan ayrılıp kendi kimliğini oluşturmuştu. Kerem’le tanışıp evlenmişti çünkü göz önünde olmak, saklanmak için en güvenli yoldu. Kimse bir milyonerin yanında tanık koruma programındaki bir kadını aramazdı.
Ancak Ece’nin peşinde olanlar vardı. Sırbistan’dan gelen iki adam, intikam için onu arıyordu. Ece, gözetimi fark ettiğinde Kerem’i korumak için hiçbir iz bırakmadan kayboldu. Aylin, Kerem’e bir zarf verdi. İçinde Ece’den bir mektup vardı:
Kerem, bunu okuyorsan ajanlara ulaştın demektir. Birlikte yaşadığımız her şey gerçekti. Yalan olan sadece adım. Seni sevdim, hala seviyorum ama sevgim tehlikeyle birlikte geliyor. Hayatını tehlikeye atamam. Beni arama. Benim sana verebileceğimden daha fazlasını hak ediyorsun. Seni gölgelerden seveceğim.
Kerem, mektubu okurken gözyaşlarına boğuldu. Acı, öfke ve ihanet duygusu yavaş yavaş yerini saf bir acıya bıraktı. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ece’yi aramak, onu tehlikeye atmak demekti. Aylin, Kerem’e normal hayatına devam etmesini, hiçbir şey bilmediğini göstermesini söyledi.
Aylar geçti. Kerem, dışarıdan normal görünüyordu. İşine odaklandı, yeni bir daireye taşındı. Arkadaşlarına ayrıldıklarını söyledi. Ama içi boştu. Ece’nin kayboluşu, hayatında derin bir iz bırakmıştı. Onunla yaşadığı anları, gerçek mi yoksa bir performans mı olduğunu sorguladı.
Bir gece, bilinmeyen bir numaradan kısa bir telefon geldi. Elektronik olarak bozulmuş bir kadın sesi:
Kerem Yıldırım. Dikkatle dinle. Soru sorma. Güvendeyim. Yeniden başlayabileceğim bir yer buldum. Bir daha benden haber alamayacaksın. Seni sevdim. Ama sevgin korku olmadan bir hayatı hak ediyor. Onu yaşa. İkimiz için yaşa.
Kerem, telefonu elinde tutarak ağladı. Bu, Ece’nin son mesajıydı. Onu sevmişti, ama özlemin ve kaybın ağırlığıyla yaşamaya devam etmek zorundaydı.
İki yıl sonra, İstanbul Modern Sanat Müzesi’ndeki bir sergiye davet aldı. Tema kayıp ve kimliklerdi. Salonun köşesinde bir tablo dikkatini çekti: Gölgelerden Seven Kadın. Altında sanatçı adı: Eka. Portredeki kadın, gölgelerle örtülü yüzüyle Kerem’e bakıyordu. Gözleri tanıdıktı. Salonun çıkışında, kısa saçlı, büyük gözlüklü bir kadın gördü. Ece’ydi. Göz göze geldiler. Bir saniyeliğine tüm maskeler düştü. Sevgi, pişmanlık, acı… Sonra Ece gülümsedi ve kayboldu.
Kerem, peşinden gitmedi. Yapmaması gerektiğini biliyordu. O tablo, onun için bir veda, bir kapanıştı. Bazı aşklar ışıkta yaşanmak için değildir. Bazı aşklar gölgelerde, sessiz fedakarlıklarda var olur. Ve belki de bu, hepsinden daha saf bir aşktı.
Kerem hayatına devam etti. Herkesin bir maskesi olduğunu, bazı kimliklerin hayatta kalmak için, bazılarının korumak için olduğunu öğrendi. Ece’nin ona bıraktığı tek şey, gölgelerden gelen bir sevgi ve özgür bırakmanın da bir sevgi biçimi olduğunu bilmekti.
Son
.