MİLYONER HABERSİZCE EVE ERKEN GELDİ… VE GÖRDÜKLERİ KARŞISINDA PANİĞE KAPILDI

MİLYONER HABERSİZCE EVE ERKEN GELDİ… VE GÖRDÜKLERİ KARŞISINDA PANİĞE KAPILDI

.
.

Köşkün Maskesi: Milyonerin Dönüşü

İzmir’in sahile yakın, eski ve görkemli semtlerinden birinde yükselen bir köşk vardı. Dışarıdan bakıldığında her şey kusursuzdu: bakımlı bahçeler, mermer merdivenler, pencerelerden süzülen ışıklar… Bu köşk, gücü ve zenginliği haykırıyordu. Köşkün sahibi Mert Yılmaz’dı. Henüz 35 yaşında olmasına rağmen babasından devraldığı lojistik imparatorluğunu kısa sürede büyütmüş, Türkiye’nin en saygın iş insanlarından biri olmuştu. Dergilerde, televizyonlarda başarı öyküsü anlatılıyor, herkes ona hayranlıkla bakıyordu. Ama köşkün içinde kimsenin bilmediği bir karanlık sır saklıydı.

Mert’in babası Salih Bey, doksanına yaklaşmıştı. Bir zamanların dimdik tüccarı artık yatağa ve tekerlekli sandalyeye mahkumdu. Alzheimer hastalığı, zihnini yavaş yavaş silip götürüyordu. Günlerini çoğu zaman sessizlik içinde geçiriyor, bazen eski günleri anımsıyor, bazen cümleleri yarım kalıyordu. Mert babasına derin bir bağlılık duyuyordu, ama işlerinin yoğunluğu nedeniyle evde olup bitenleri yakından görmüyordu. O toplantılarda ter dökerken köşkün içinde Aylin vardı. Aylin, Mert’in birkaç yıl önce evlendiği ikinci eşiydi. Zarif, bakımlı, toplum içinde güleryüzlü bir kadındı. Herkes Mert’i “Yanında böyle bir eşin var, ne güzel,” diyerek tebrik ediyordu. Ailenin rolü dışarıdan kusursuz görünüyordu. Salih Bey’in yanından hiç ayrılmıyor, ona şefkatle bakıyordu. En azından Mert öyle sanıyordu.

Ama Salih Bey Alzheimer’ın sisleri içinde gerçekleri biliyordu. Zihni dağınık olsa da kalbi yanlışa sessiz kalamıyordu. Oğluna anlatmak istiyor, dudaklarından kopuk kopuk cümleler dökülüyordu. Mert ise bu dağınık kelimeleri yaşlılık hezeyanı sanıyor, “Tamam baba, sen dinlen,” diyerek geçiştiriyordu. O bilmezdi ki, bu kopuk cümleler aslında yardım çağrısıydı. Salih Bey’in gözlerinde biriken çaresizlik, köşkün kalın duvarlarının ardında sessiz bir fırtınaya dönüşüyordu.

Bir sabah Mert erkenden iş için evden ayrıldı. Arabası bahçe kapısından çıkarken Aylin pencerenin ardından el salladı, yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. O gülümseme Mert’e güven veriyordu. Ama kapı kapanır kapanmaz o ifade silindi, yüzünde donuk ve sert bir bakış belirdi. Salih Bey tekerlekli sandalyesinde pencereye dönmüş, bahçedeki çiçeklere bakıyordu. Dudaklarından anlaşılmaz kelimeler döküldü. Aylin’in sabrı yoktu. Yanına yürüyüp “Yeter artık, sürekli aynı şeyleri mırıldanıp durma. Çiçek mi kaldı hayatında? Sen bana yük oldun. Yük!” dedi. Yaşlı adam dili dolandı, oğluna şikayet etmek istedi ama kelimeler boğazında düğümlendi. Aylin kahkaha attı, “Senin şu halinle kim sana inanır? Zaten ne dediğin anlaşılmıyor. Mert bana güveniyor, sana değil!” dedi. Salih Bey’in gözlerinden yaşlar süzüldü.

Öğle saatlerinde Aylin yemek tepsisini getirdi, ama tabağı yaşlı adamın önüne koyarken yüzü asıktı. “Her gün senin için ayrı yemek hazırlatıyorum, bir teşekkür bile etmiyorsun. Hadi ye şunu yoksa kaldırırım,” dedi. Salih Bey kaşığı eline aldı ama titreyen elleriyle ağzına götüremedi. Kaşık yere düştü. Aylin’in sabrı taştı, “Beceriksiz! Senin yüzünden hizmetçiler bile iş bırakıyor!” dedi. O an bahçe kapısında postacı belirdi, Aylin hemen yüzüne kibar bir ifade yerleştirip kapıyı açtı. Salih Bey onun bu hızlı rol değişimini izledi. “Bunları Mert görmeli,” diye düşündü ama dudaklarından dökülen tek kelime “Mert” oldu. Aylin onu duymamış gibi yaptı.

Güneş öğleye yaklaşırken köşkün bahçesi sessizlik içindeydi. Salih Bey pencerenin önünde oturuyordu, bahçeye çıkmak istediğini mırıldandı. Aylin sinirle baktı, ama yapmacık bir gülümsemeyle “Peki Salih Bey, bahçeye çıkalım madem,” dedi. Tekerlekli sandalyeyi itti, yaşlı adamın kemikleri sarsıldı. Bahçede hortumu eline aldı, çiçekleri sulamaya başladı. Birden hortumun ucu Salih Bey’e döndü, önce yanlışlıkla olmuş gibi davrandı, sonra bilerek buz gibi suyu yaşlı adamın üzerine çevirdi. Salih Bey titredi, “Yapma,” dedi. Aylin’in yüzünde acımasız bir ifade vardı. “Sen benim hayatımı zindan ettin, günlerimi seninle geçirmek zorundayım. Bari biraz eğleneyim değil mi?” dedi.

Tam o sırada bahçe kapısından bir araba sesi duyuldu. Mert eve beklenenden erken dönmüştü. Elinde bir demet çiçek vardı. Yorgun ama mutlu bir şekilde kapıdan içeri girdi. Ancak karşısında gördüğü manzara karşısında dondu kaldı. Babasını tekerlekli sandalyesinde sırıl sıklam titrerken gördü, yanında Aylin vardı, elinde hortum… Mert’in kalbi göğsünde çarptı, gözleri büyüdü. “Bu ne demek oluyor?” dedi boğuk bir sesle. Bahçedeki sessizlik fırtınadan önceki an gibiydi. Aylin hemen gülümsemeye çalıştı, “Mert, sen erken gelmişsin. Çiçekleri sularken yanlışlıkla biraz babanın üstüne su sıçradı. Tam kurutacaktım ama…” dedi. Mert’in bakışları babasına takılmıştı. Salih Bey’in gözlerinden süzülen yaşlar oğluna binlerce kelimenin söyleyemediğini anlatıyordu. Mert sustu, sadece baktı. O an köşkün görkemli bahçesinde maskelerin ilk çatlağı atıldı.

Mert babasını içeri götürdü, Salih Bey’in titreyen elleri oğlunun bileğini tuttu. Dudaklarından “Oğlum, inan…” kelimesi döküldü. Mert başını öne eğdi, içinde büyük bir çatışma vardı. Bir yanda yıllardır yanında olan, herkesin imrendiği eşi Aylin, diğer yanda hayatını borçlu olduğu babası… Hangisine inanmalıydı?

O gece Mert uyuyamadı. Ertesi sabah evden çıkıyormuş gibi yaptı ama arabasını komşunun boş arazisine park edip köşke gizlice geri döndü. Koridorun loş ışıkları arasından salona yöneldi, perdelerin arasından gizlice baktığında Aylin’in maskesiz yüzünü gördü. Kadının sesi çivi gibi sertti: “Sen hala buradasın öyle mi? Eğer Mert her şeyi öğrenirse elimdeki her şey biter. Keşke çoktan ölmüş olsaydın!” Mert’in boğazı düğümlendi. Babasının yüzünde korkuyla karışık bir çaresizlik vardı. Mert kapıyı açıp içeri dalmak istedi ama kendini tuttu. Daha fazlasını görmeliydi. O gün işe gitmedi, evin köşelerine gizli kameralar yerleştirdi. Artık her şey kayıt altında olacaktı.

Gece yarısı kamera ekranında Aylin’in gerçek yüzü ortaya çıktı. Kendi kendine mırıldanıyor, “Biraz daha sabredeceğim, yakında bu köşk, bu servet hepsi benim olacak. Yaşlı bunak sürmez. Oğlu da avucumda,” diyordu. Sonra Salih Bey’in odasına girdi, “Yine mi uyanıksın? Hadi uyu artık yeter!” diye bağırdı. Salih Bey titreyerek “Oğlum, söyleyeceğim her şeyi,” dedi. Kadın “Sakın! Sana kimse inanmaz. Alzheimer’sın sen, unuttun mu?” diyerek kahkaha attı. Mert ekran karşısında gözyaşları içinde “Artık yeter,” diye fısıldadı. Gerçeği kendi gözleriyle görmüştü.

Ertesi gün Mert avukat arkadaşı Levent’e kayıtları gönderdi. Levent öfkeyle “Mert, bu kadın babana bunu mu yapıyor?” dedi. “Henüz mahkemeye taşımayacağız,” dedi Mert. “Babamı korumam lazım, daha fazla kanıt toplamalıyız.” Öğle saatlerinde Aylin salona girdi, “Bugün işe gitmedin mi?” dedi tatlı bir sesle. Mert soğukkanlılıkla “Toplantılarımı iptal ettim, biraz babamla vakit geçirmek istedim,” dedi. Kadının yüzünde belli belirsiz bir kasılma oldu.

Bir süre sonra Mert babasının odasına girdi, Salih Bey “Oğlum dikkat et, çok kötü,” diye fısıldadı. Mert “Biliyorum baba, seni koruyacağım,” dedi. Tam o sırada kapı aralık kaldı, Aylin onları dinliyordu. Kadının içinden “Demek şüphelenmeye başladın Mert, o halde oyunu hızlandırma zamanı geldi,” diye geçirdi.

Akşamüstü Aylin elinde çorba kasesiyle geldi. Mert gözlerini kaseye dikti. Kamera kayıtlarında Aylin’in çorbanın içine küçük bir şişeden damla damla sıvı döktüğü net görünüyordu. Mert’in boğazı düğümlendi. “Tanrım, bu kadın sadece zalim değil, tehlikeli,” diye düşündü. Levent’le konuştu, “Artık beklemek yok, onu suçüstü yakalayacağız,” dedi.

Sabaha karşı beklenen an geldi. Aylin mutfağa yöneldi, kameralar her şeyi kaydediyordu. Kadın yine şişeden damla damla sıvı döktü. Kendi kendine mırıldandı, “Biraz daha uyku, biraz daha sessizlik, hepsi bitecek.” Mert bilgisayar ekranında izlerken dişlerini sıktı. Babasının odasına doğru yürüyen Aylin’in yüzünde şeytani bir gülümseme vardı. Kapı gıcırdadı, “Haydi Salih Bey, sabah kahveni içelim,” dedi. Tam bardağı babasının dudaklarına yaklaştırdığı sırada kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Mert içeri daldı, “Yeter artık Aylin!” Kadın irkildi, elindeki fincan yere düştü. “Sen izliyordun öyle mi?” dedi. Mert kararlıydı, “Her şeyi gördüm. Kameralarda, kayıtlarda. Senin kim olduğunu artık biliyorum!”

Aylin’in maskesi bir anda çöktü. “O kayıtların hiçbir yere ulaşmasına izin vermem. Sadece babanı değil, seni de sustururum!” dedi. Mert yumruklarını sıktı, “Yeter, bir daha bu evde kimseye dokunamazsın!” dedi. O an köşkün ağır havası yaklaşan büyük fırtınanın habercisi gibiydi. Mert artık biliyordu: Bu sadece bir aile içi mesele değil, hayat memat meselesiydi.

Sabahın ilk ışıkları köşkün perdelerinden süzülürken polis kapıdan içeri girdi. Levent’in elinde mühürlü dosya vardı. Polisler Aylin’i kelepçeledi, evde arama yaptı, dolapta saklanmış küçük şişe bulundu. Mahkeme günü geldiğinde salon tıklım tıklım doluydu. Gizli kamera kayıtları, sesler, şişe, tanık ifadeleri… Hepsi apaçık ortadaydı. Salih Bey tekerlekli sandalyesinde mikrofonun önüne geldi, “Ben hastayım. Bana kötülükler yaptı,” dedi. Savcı delillerin kesin olduğunu vurguladı. Hakim kararını açıkladı: Aylin Yılmaz kasten yaralamaya teşebbüs ve kötü muameleden suçlu bulundu, tutuklandı.

Mert’in omuzlarındaki yük bir anda hafiflemişti. Salih Bey elini sıktı, “Bitti,” dedi. Aylin’in çığlıkları salonda yankılandı, ama artık kimse ona inanmıyordu. Mahkeme salonundan çıkan Mert gökyüzüne baktı, uzun zamandır ilk kez huzur hissetti. Köşk yavaş yavaş eski sessizliğine döndü, ama bu kez sessizlik korkudan değil huzurdandı.

Mert babasının yanında daha fazla vakit geçirmeye başladı. Sabahları güneş perdelerden içeri sızarken Salih Bey’e kahvaltısını hazırlıyor, ilaçlarını düzenli veriyordu. Bir sabah Salih Bey pencerenin önünde otururken hafifçe gülümsedi, elinde eski bir fotoğraf vardı. Dudaklarından tek kelime döküldü: “Güzel.” Mert yanına oturdu, sessizce omzuna dokundu. Babasının gözlerinde uzun zamandır kaybolmuş olan huzuru gördü.

Bahçede hortumdan süzülen su bu kez çiçekleri canlandırıyordu. O sahne eskiden bir işkencenin sembolüyken şimdi hayatın yeniden filizlenişini temsil ediyordu. Mert bir akşam gökyüzüne baktı, yıldızlar köşkün çatısında parıldıyordu. İçinden yalnızca bir cümle geçti: “Gerçek sevgi ve vicdan olmadan hiçbir güç ayakta kalamaz.” Salih Bey sandalyesinde huzurla uyuklarken köşk, yıllar sonra ilk kez gerçek anlamda bir yuva olmuştu.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News