Milyonerin Oğlu Sağır Doğdu — Ta Ki Kadın Gizemli Bir Şey Çıkarana Ve İmkânsız Gerçekleşene Kadar
.
.
Milyonerin Oğlu Sessizliğe Mahkûmken Bir Kadın Mucizeyi Getirdi
Emre Yılmaz, sekiz yıl boyunca sessizliğin içinde yaşadı. Sağır doğmuştu. Türkiye’nin, Avrupa’nın ve dünyanın en iyi doktorları onun tedavisinin imkânsız olduğunu söyledi. Babası Kemal Yılmaz, ülkenin en zengin insanlarından biriydi; milyarlarca liralık bir emlak imparatorluğunun sahibiydi. Tıbbın “düzeltilemez” dediği şeyi düzeltmek için bir servet harcadı. En iyi uzmanlar, deneysel ameliyatlar, en yeni teknolojiler… Hiçbiri işe yaramadı.
Emre annesinin sesini hiç duymadı. Müziği, yağmuru, kuşları asla duymadı. Tamamen sessiz bir dünyada büyüdü. Kemal ise bu gerçeği kabullenemedi. Küçük bir inşaat şirketinden bir imparatorluk kuran adam, her sorunun bir çözümü olduğuna inanan biriydi. Oğlunun sağır olmasını kabul edemedi. Emre’yi Türkiye’deki en iyi doktorlara, sonra Avrupa’daki, Amerika’daki en iyi tıp merkezlerine götürdü. Koklear implantlar, gen terapileri, kök hücre tedavileri… Hepsi denendi ama Emre’nin işitme siniri çok hasarlıydı, hiçbir şey işe yaramadı.
Emre büyüdü, çocuk oldu, genç oldu. Annesi Elif, güçlü olmaya çalıştı. İşaret dilini öğrendi, Emre’ye öğretti. Ellerle, gözlerle, yüz ifadeleriyle iletişim kurdular. Emre zeki bir çocuktu. Okumayı, yazmayı erken öğrendi. Birçok şekilde kendini ifade etmeyi başardı ama annesinin “Seni seviyorum” diyen sesini hiç duymadı. Kemal ise denemeyi asla bırakmadı. Her yeni umut, her yeni doktor, her yeni teknoloji… Ama her başarısızlıkla daha da kırıldı.
Emre sekiz yaşındayken Kemal oğlunu iyileştirmek için on milyon liradan fazla harcamıştı. Doktorlar yine aynı şeyi söylediler: Tedavi yok. Emre’nin sağırlığı kalıcıydı. Ama Kemal son bir umutla Emre’yi İzmir’deki alternatif terapi kliniğine götürdü. Akupunktur, refleksoloji, ses terapisi gibi yöntemlerin uygulandığı bir yerdi. Kemal buna inanmasa da çaresizdi.

Burada, Emre ve ailesi Aylin Demir ile tanıştı. Aylin, 25 yaşında bir dil ve konuşma terapisi öğrencisiydi ve klinikte staj yapıyordu. Kapadokya’nın küçük bir köyünden gelmiş, parası olmayan ama inancı olan bir ailede büyümüştü. Büyükannesi köyde bir şifacı olarak tanınırdı; otlar, dualar, ritüellerle insanlara yardım ederdi. Aylin, büyükannesinin ölümünden sonra onun eski eşyaları arasında garip sembollerle süslü küçük bir hasır kutu bulmuştu. Kutunun içinde pürüzsüz, neredeyse şeffaf, ışık saçan bir taş ve büyükannesinin el yazısıyla bir not vardı: “Bu taş 12 nesil boyunca aktarıldı. Sesin taşıdır. Duyamayanlar için bir köprüdür ama sadece inananlar için.”
Aylin bu taşın bir masal olduğunu düşünse de içindeki bir ses ona kutuyu yanında bulundurmasını söyledi. Emre’nin klinikteki üçüncü seansında, başterapist vibrasyon terapisi uygularken Aylin bir şey denemek istedi. Elif ve Kemal başta şüpheyle yaklaştı ama Elif’in ısrarıyla izin verdiler. Aylin, hasır kutudaki taşı Emre’nin kulağına yakın tuttu. Taş yavaşça parlamaya başladı. Dakikalar geçti, Kemal tam pes etmek üzereyken Emre birden başını kaldırdı ve fısıldadı: “Anne.” Elif gözyaşlarına boğuldu. Emre tekrar söyledi: “Anne.”
O anda, mucize gerçekleşmişti. Emre ilk kez bir sesi duymuştu. Kemal ve Elif şok içindeydi. Hemen doktorlar çağrıldı, testler yapıldı. Emre’nin işitme siniri artık normal çalışıyordu. Tıbbi bir açıklama yoktu. Doktorlar şaşkındı, “Bu çocuk duyabiliyor,” dediler. Emre, müzik, yağmur, kuş sesleri dinledi. Kendi sesini ilk kez duydu ve ağladı. Elif onu sarıldı, Kemal ise minnettarlık ve şaşkınlık içindeydi.
Aylin, taşın etkisini anlamaya çalıştı. Sonraki haftalarda farklı işitme sorunları olan hastalarla denedi. Her zaman mucizevi bir iyileşme olmadı ama her seferinde bir gelişme oldu. Haber yayıldı, insanlar kliniğe akın etti. Aylin, taşın sadece inananlarla çalıştığını fark etti. İnanç olmadan taş sadece bir taştı.
Emre’nin iyileşmesinden üç ay sonra Kemal Yılmaz yıllardır yapmadığı bir şey yaptı: İşini bırakıp ailesiyle vakit geçirdi. Emre konuşmayı, müzik dinlemeyi, sesleri tanımayı öğrendi. Her gün daha iyi oldu. Kemal, oğlunun sesini geri veren Aylin’e teşekkür etmek istedi. Onun okul ücretini, yeni bir daireyi, ihtiyacı olan her şeyi karşılamayı teklif etti. Aylin sadece okul ücretini kabul etti; para için yapmamıştı, yardım edebileceğine inandığı için yapmıştı.
Kemal, Aylin’i aile yemeğine davet etti. Aylin gergin olsa da Elif ve Emre onu rahat ettirdi. Akşam yemeğinde Kemal, hayatını sadece kanıtlanabilir şeylere inanarak geçirdiğini ama Aylin’in yaptığını açıklayamadığını söyledi. “Belki bazı şeylerin açıklanması gerekmez, sadece kabul edilir,” dedi. Aylin gülümsedi: “İnanç anlamak değil, güvenmektir.”
Yıllar geçti. Emre 13 yaşına geldi, normal bir genç oldu. Okula gitti, gitar çalmayı öğrendi. Konuşması neredeyse normaldi. Sessizliği ve ona ses veren kadını asla unutmadı. Aylin doktorasını bitirdi, alternatif şifa yöntemleri üzerine araştırmalar yaptı. Bilim ve inanç arasında bir köprü kurmaya çalıştı. Taşı sadece gerektiğinde, doğru inançla kullandı.
Bir gün Emre, Aylin’e “Taşı görebilir miyim?” dedi. Aylin kutuyu açtı. Emre taşın hayatını kurtardığını söyledi. Aylin ise, “Sen hayatını kurtardın, taş sadece bir araçtı. Sen inandın,” dedi. Emre, “Benim gibi başkalarının da yardıma ihtiyacı olduğunu düşünüyor musun?” diye sordu. Aylin, “Biliyorum. Onlara yardım edeceğiz,” dedi.
Sonraki yıllarda Aylin ve Emre, geleneksel tıbbı alternatif yöntemlerle birleştiren bir klinik açtı. Binlerce insana umut oldular. Herkes mucizevi şekilde iyileşmedi ama hepsi bir şey buldu: Umut, gelişme, sınırlamalarından daha fazlası olduklarını anlama. Taş, güvenli bir şekilde saklandı; sadece gerektiğinde, doğru insanlarla, doğru inançla kullanıldı.
Otuz yıl sonra Emre Yılmaz, İstanbul’da bir TEDx sahnesinde yüzlerce insana yolculuğunu anlattı. Sessizlikten, çaresizlikten, kimse inanmazken inanan kadından, açıklanamayan ama işe yarayan taştan bahsetti. “Bilim güçlüdür ama inanç daha güçlüdür,” dedi. “Bilim bize neyin mümkün olduğunu söyler, inanç ise neyin imkânsız olduğunu gösterir. Ve bazen imkânsız tam olarak ihtiyacımız olan şeydir.”
Salon alkışlarla inledi. Emre ise salonun arkasında, elinde hasır kutuyla bekleyen Aylin’e baktı. Bir sonraki mucize için…
.