TAMİRCİ BİR YAŞLIYA ÜCRETSİZ YARDIM ETTİĞİ İÇİN İŞTEN ATILDI. TA Kİ KİMLİĞİNİ AÇIKLAYANA KADAR
.
.
Ahmet Usta ve İyiliğin Gücü
Bursa’nın eski sanayi bölgesinde, küçük bir tamirhanenin arka köşesinde Ahmet usta yorgun elleriyle bir motorun son vidasını sıkarken dalgın düşüncelere dalmıştı. Belindeki ağrıyı ovdu, gözleri yağ lekeli zemine düşen güneş ışığını takip etti. O sırada titrek bir sesle irkildi: “Oğlum, affedersin, yardım edebilir misin?” Başını kaldırdığında bastonuna dayanan yaşlı bir teyzenin tamirhanenin girişinde durduğunu gördü. Çatkılı başörtüsü, titreyen elleri çaresizliği anlatıyordu.
Ahmet, hiç düşünmeden elindeki İngiliz anahtarını bıraktı, yağlı ellerini önlüğüne silerek, “Buyurun teyze, ne oldu?” diye seslendi. Kadına doğru ilerledi. Yaşlı kadın Nuriye Hanım, gözleri dolarak anlattı: “Arabam köşede bozuldu kaldı. Eczaneye gitmem gerekiyor. Tansiyon ilacım bitti, yoksa halim fena olur.” Ahmet’in yüreği sızladı. Saatine baktı; tamirhanenin sahibi Murat Usta köye gitmiş, akşama kadar dönmeyecekti. Diğer çıraklar başka arabalarla meşguldü. İş yerinden izinsiz ayrılmaması gerektiğini bilse de, yaşlı kadının çaresizliği içini burktu.
“Tamam teyzeciğim, geliyorum hemen,” dedi, alet çantasını kapıp Nuriye Hanım’ın arabasının yanına gitti. Eski model Murat 131’in kaputunu açtı; alternatör kayışı kopmuştu. Basit bir tamirdi, yarım saat sürerdi. “Kayış kopmuş, değiştirmemiz lazım,” dedi. Nuriye Hanım endişeyle cebindeki birkaç buruşuk banknotu gösterdi. “Evladım, ne kadar tutar? Emekli maaşımın yarısı kaldı elimde, ilaç da alacaktım.” Ahmet kadının gözlerindeki korkuyu gördü, kendi evindeki durumunu düşündü. Kiralar, faturalar, çocukların okul masrafları… Ama Nuriye teyzenin titreyen dudakları ona rahmetli nenesini hatırlattı: “İnsanlık borç ödemekle bitmez evladım.” “Teyzeciğim, sen hiç merak etme,” dedi yumuşakça. “Ben hallederim, ilaçlarına para ayır.” Kadının gözleri minnetle parladı. Ahmet tamirhaneye koştu, gerekli parçayı aldı. Kimseye görünmeden geri döndü. Kayışı değiştirmesi yirmi dakika sürdü. Motor çalışınca Nuriye Hanım ağlamaya başladı.
“Evladım, ne kadar borçlandım sana?” dedi. “Yok teyze, borç yok,” dedi Ahmet. “Sağlığın daha önemli. Git ilaçlarını al.” Nuriye Hanım, Ahmet’in yağlı ellerine kendi buruşmuş elleriyle dokundu. “Sen bilmezsin evladım, bugün ettiğin iyiliğin değerini. Gün gelir anlarsın. Allah yolunu açık etsin.” Ahmet kalbi huzurla dolmuş tamirhaneye döndü, bir insana yardım etmiş olmanın verdiği mutlulukla işine koyuldu.

Fakat Serkan ve Turgut olanları uzaktan izlemiş, gülümseyerek birbirlerine bakmışlardı. Ahmet aletlerini toplarken içi ikiye bölünmüştü. Bir yanı doğru olanı yaptığını biliyordu, diğer yanı ise evdeki durumu düşünüp endişeleniyordu. Sevgi’nin son akşam söyledikleri zihninde yankılanıyordu: “Elektrik faturası yine gelmedi, ev sahibi kapıya dayanacak yakında.” Tamirhaneye dönerken Çınarlı Mahallesi’nin dar sokaklarından geçti. Sıcak Nisan güneşi ensesini yakıyordu. Köşedeki simitçinin kokusu burnuna doldu, çocukların oyun sesleri kulaklarında çınladı. Emre’nin yırtılan ayakkabısı, Pınar’ın okul kitapları… Hepsi para demekti.
Tamirhaneye vardığında Serkan motoryağı değiştirirken Turgut lastik tamir ediyordu. İkisi de Ahmet’e bakıp hafifçe gülümsediler. “Ne o usta? Hayır, işler bugün erken başladı galiba,” dedi Serkan sesini alçaltarak. Ahmet omuz silkti. “Teyze ilaç alacaktı, durumu yoktu.” Turgut kaşlarını çattı. “Murat Usta duymasın yeter. Geçen Salihi müşteriden para almadı diye nasıl kovdu, unuttun mu?” Ahmet depodan çıkardığı kayışı yerine koymak için rafların arasına daldı. Kimse görmese de olurdu ama vicdanı ona doğru olanı söylüyordu. Kayışın yerini belirleyen etiketi buldu, malzemeyi kaydetti, “Ödenmiştir” diye yazdı deftere. Kendi cebinden ödeyecekti.
Öğle molasında ekmek arası peynirle geçiştirdiği yemeğini yerken Nuriye teyzenin son sözleri aklına geldi. “Gün gelir anlarsın…” Ne demek istemişti acaba? Yaşlılığın verdiği bilgelikle mi söylemişti? Yoksa başka bir anlamı mı vardı? İndi vakti tamirhanenin önünden bir araba yavaşladı. Ahmet elindeki işi bıraktı, kalbi hızlandı. Araba Nuriye teyzeninkine benziyordu ve gerçekten oydu. Kadın arabayı kaldırıma yanaştırıp durdu. “Evladım,” diye seslendi. “Gel hele bir dakika.” Ahmet telaşla ellerini sildi, yanına gitti. Kadın küçük bir bohça uzattı. “Bunu senin için hazırladım. Bir tatlı getirdim, çocuklarına götür.” Ahmet reddetmeye çalıştı. “Teyzeciğim, hiç gerek yoktu.” “Alma, mazur gör nazar,” dedi kadın gözlerindeki parıltıyla. “Al bunu da hakkındır.” Cebinden çıkardığı birkaç kağıt lirayı uzattı. “Olmaz teyze, yapamam,” dedi Ahmet kararlılıkla. “İlaçlarını aldın mı bari?” Nuriye Hanım dikkatle baktı yüzüne. “Aldım evladım. Allah senden razı olsun. Senin gibi gençleri görünce içim huzur doluyor. Bu dünyada iyilik hâlâ var.” Sonra sesini alçalttı: “Dinle beni evladım. Hayatta hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz. Şimdi anlamasan da vakti gelince anlayacaksın. İnsan kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamalı.” Ahmet kadının sözlerindeki gizemi çözemedi ama içindeki his bunun sıradan bir teşekkürden öte olduğunu söylüyordu. Nuriye teyze ona son bir dua okuyup arabaya bindi. Ahmet arabanın uzaklaşmasını izlerken içinde tuhaf bir ferahlık hissetti.
Tamirhaneye döndüğünde Serkan ve Turgut ona bakıp göz kırptılar. İkisinin de gözlerinde takdir vardı. Belki de iyilik bulaşıcıydı. Ahmet günün kalan kısmında işine odaklandı fakat zihninin bir köşesinde hep o yaşlı kadının gizemli sözleri yankılanıp durdu.
İş günü sona yaklaşırken tamirhanenin demir kapısında bir gürültü koptu. Murat Usta kırmızı Tofaşından indi. Yüzündeki o her zamanki asık surat ve kalın kaşlarıyla içeri girdi. Kimseye selam vermeden doğruca depoya yöneldi. Ahmet kalbinin hızlandığını hissetti. Nedense içinde bir şeylerin ters gideceği hissi vardı. “Hadi hayırlısı,” diye mırıldandı kendi kendine, elindeki yağlı bezi silkeleyerek.
Depodan Murat Ustanın sesi yükseldi: “Bu depoda kim var kim yok? Bir gelin bakayım!” Serkan ve Turgut birbirlerine baktılar. İkisi de ayaklarını sürüyerek depoya doğru ilerlerken Ahmet’e kaçamak bakışlar attılar. Ahmet derin bir nefes aldı, omuzlarını dikleştirdi ve onları takip etti. İçerideki ağır yağ kokusu ve loş ışık gergin atmosferi daha da boğucu hale getiriyordu.
Murat Usta rafların önünde dikilmiş bir eliyle kayış kutusunu, diğeriyle stok defterini tutuyordu. Kırlaşmış bıyıklarının altındaki dudakları öfkeden titriyordu. “Bu alternatör kayışını kim aldı? Stok defterinde ‘ödenmiştir’ yazıyor ama kasada para yok!” diye gürledi. Gözlerini üç çalışanın üzerinde gezdirerek tamirhanede çıt çıkmadı. Serkan gözlerini yere dikti, Turgut ensesini kaşıdı. Ahmet boğazına düğümlenen yumruyla öne adım attı. “Ben aldım ustam,” dedi sakin olmaya çalışarak, “bir müşterinin işi için kullandım.” Murat Usta doğrudan Ahmet’in gözlerine baktı. Dışarıdan hâlâ İşlek Caddenin gürültüsü geliyordu ama depo sanki zamanda donmuş gibiydi. “Kim bu müşteri? Fişi nerede?” Ahmet dudaklarını ıslattı. “Yaşlı bir teyze, ustam. Arabası yolda kalmış. Tansiyon ilacını alması gerekiyordu. Alternatör kayışı kopmuştu.” Murat ustanın yüzü kızarmaya başladı. “E parasını niye almadın?” “Alamadım ustam. Teyzenin durumu yoktu. Cebinde sadece ilaç parası vardı.” “Sen ne sandın burayı?” Murat Ustanın sesi tamirhanenin duvarlarında yankılandı. “Hayır, kurumu mu işletiyoruz? Ben sana yardım dağıtasın diye mi para veriyorum?” Ahmet bütün cesaretini toplayarak konuşmaya çalıştı: “Teyzenin hali perişandı ustam. Nasıl paramı ver, yoksa tamir etmem diyebilirdim. Yaşlı kadın ilaçlarını alamasaydı…” Murat usta Ahmet’in sözünü kesti: “Beni ilgilendirmez. O teyzenin derdi beni ilgilendirmez. Bu iş yeri ticaret yeri. Merhamet göstereceksen kendi cebinden göster.” “Zaten öyle yaptım ustam,” dedi Ahmet usulca. “Stok defterine ‘ödenmiştir’ yazdım. Hafta sonunda kendi paramla ödeyecektim.” Tamirhaneden izinsiz çıkmak, stoktan malzeme almak, para tahsil etmemek Murat Usta sayıyordu. “Bunun adı nedir biliyor musun Ahmet?” Ahmet sessiz kaldı. Serkan ve Turgut da nefeslerini tutmuş olanlara tanıklık ediyorlardı. “Bunun adı hırsızlıktır,” diye bağırdı Murat Usta. “İş yerinden hırsızlık.” O kelime hırsızlık Ahmet’in yüreğine saplanmış bir bıçak gibiydi. Onca yıllık emeği, dürüstlüğü, çalışkanlığı tek bir kelimeyle yok sayılmıştı. Gözlerini kapatıp açtı. Kendini yanlış anlaşılmış, haksızlığa uğramış hissediyordu.
“Ustam!” dedi titreyen bir sesle, “Ben hırsızlık yapmadım. Sadece yardım ettim. Allah rızası için.” Murat Ustanın kahkahası tamirhanenin karanlık köşelerinde yankılandı. “Allah rızası için mi? Peki bana ne kalıyor Ahmet? Ben Allah rızası için mi sana maaş veriyorum?” Ahmet’in yumrukları sıkılmıştı ama sesini çıkarmadı. Ne söylese boşunaydı. Murat Ustanın gözlerindeki o parıltı Ahmet için çoktan kararını verdiğini gösteriyordu.
“Ustam,” dedi Ahmet son bir umutla, “ben o kayışın parasını ödeyeceğim. Maaşımdan kesin.” Murat Usta Ahmet’in teklifini elinin tersiyle savuşturdu. Depodan sararmış floresan lambası adamın terden parlayan alnını aydınlatıyordu. Gözlerindeki öfke sıradan bir kayış meselesinden çok daha derindi. “Çoktan geçti o fırsat,” dedi Murat Usta. “İşi izinsiz bıraktın. Malı izinsiz aldın. Parayı tahsil etmedin. Tek tek sayıyorum. Sana üç kere fırsat verdim.” Tamirhanenin arka köşesinde asılı duran eski saat tikleriyle dayanılmaz bir gerilim yaratıyordu. Ahmet bir an tamirhanenin ötesinde evinde çocuklarının gülüşünü duyar gibi oldu. İçindeki korku büyüdü. “Ustam,” dedi çaresizce, “10 yıldır burada çalışıyorum. Bir hata yaptım diye…” “Hata değil bu,” diye kükredi Murat Usta, yumruğunu raflardan birine indirerek. “Hırsızlık. Beceremiyorsan git başka yerde çalış. Bu dükkanı alın teri döken adamlar var. Tamirhanenin ekmeğini yiyen biri başkasına bedava iş yapmaz.” “Çocuklarım var ustam,” dedi Ahmet. Sesindeki çaresizlik çok netti. Ev kirası, okul masrafları… Murat Ustanın yüzünde acımasız bir gülümseme belirdi. “Bunları bana değil, o yardım ettiğin teyzeye anlat. O ödesin evinin kirasını.”
Depoda ölüm sessizliği vardı. Serkan ve Turgut konuşmaya cesaret edemiyorlardı. Dışarıdan bir servisin korna sesi geldi, sanki gerçek dünyadan bir hatırlatma gibiydi. Murat Usta masasına yöneldi. Üst çekmeceden bir zarf çıkardı. “Al,” dedi zarfı Ahmet’e uzatarak. “İki haftalık maaşın, çık git.” Ahmet zarfı almadan öylece kala kaldı. “Kovuyor musunuz beni?” “Anlamadın mı hâlâ? Burası hayır kurumu değil. Burası iş yeri. Hırsızlık yapanı tutmam ben.” Murat Ustanın sesi deponun duvarlarında yankılandı. “Yarım saate kadar eşyalarını topla, tamirhaneden çık.” Ahmet’in vücudu titremekteydi. İnanmak istemiyordu. 10 yıl çalıştığı, sabahtan akşama kadar alın teri döktüğü yerden kovuluyordu. Hem de neden? Yaşlı bir teyzeye yardım ettiği için.
“Ustam, lütfen bu adaletsizlik…” diye kekeledi Ahmet. “Adaleti mahkemede ara,” dedi Murat Usta zırh gibi. “Ama sana tavsiyem bu meseleyi büyütme. Zaten kimse müşteriden para almayan, malı izinsiz kullanan bir tamirciyi işe almaz.” O an Murat Ustanın gözlerindeki ifade Ahmet’in içini titretti. Bu bakışı tanıyordu. Onunla çalıştığı yıllar boyunca pek çok kişiyi işten atmış, sonra da etrafta dedikodular yayarak onların başka yerlerde iş bulmasını engellemişti. “Demek öyle,” dedi Ahmet. Artık kaderine razı olmuş gibiydi.
Dolabına yürüdü. Yılların birikimi olan alet çantasını aldı. Her bir alet onu bir anıya bağlıyordu. Babasından kalma İngiliz anahtarı, Sevgi’nin doğum günü hediyesi tornavida seti, çocuklarının resmini koyduğu küçük çekiç… Hepsi şimdi gözünde daha kıymetliydi. Serkan’ın yanından geçerken arkadaşı alçak sesle fısıldadı: “Kusura bakma Ahmet abi. Bir şey yapamadık.” Ahmet sadece başını salladı. Turgut’un bakışlarını bile görmezden geldi. Şimdi tek düşünebildiği evde bekleyen ailesi ve söyleyecek sözleri olmamasıydı.
Tamirhanenin kapısına vardığında Murat Ustanın sesi bir kez daha yükseldi: “Bir de şunu bil. Sana referans falan vermem. Başka ustaları da ararım. Hırsızlık yapanı kimse işe almaz.” Ahmet alet çantasını sımsıkı göğsüne bastırdı. Kapı arkasından kapanırken 10 yıllık emeğin yerle bir olduğunu hissetti. Tamirhanenin önündeki kaldırımda güneşin altında öylece durup kaldı. Ne yapacaktı şimdi? Eve nasıl dönecekti? Sevgi’ye nasıl anlatacaktı? Çocuklara ne diyecekti?
Yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladı. Omuzları çökmüş, ruhu paramparça olmuştu.
.