TEMİZLİKÇİ YBÜ’YE TEMİZLİK İÇİN GİRDİ… AMA MİLYONERİN KIZI UYANDI VE ŞOK EDİCİ BİR GERÇEK HAYKIRDI!

TEMİZLİKÇİ YBÜ’YE TEMİZLİK İÇİN GİRDİ… AMA MİLYONERİN KIZI UYANDI VE ŞOK EDİCİ BİR GERÇEK HAYKIRDI!

.
.

TEMİZLİKÇİ AYŞE VE YOĞUN BAKIMDA UYANAN MİLYONERİN KIZI

İstanbul’un gecesi, Acıbadem Hastanesi’nin koridorlarında sessizce akıyordu. Zenginlerin, ünlülerin tedavi gördüğü bu hastanede, kimsenin fark etmediği bir kadın vardı: Ayşe Demir. 32 yaşında, mavi önlüğü ve sarı eldivenleriyle, sekiz yıldır hastanenin temizlikçisi olarak çalışıyordu. Onun için hayatın anlamı, oğlu Mehmet’in karnını doyurabilmek, ona okul kıyafeti alabilmek ve kirayı ödeyebilmekti.

Ayşe’nin hikayesi basit ama derin acılarla doluydu. 28 yaşında kocasını bir trafik kazasında kaybetmiş, tek başına oğlunu büyütmüştü. Ancak Ayşe’nin yalnızlığı aslında çok daha eskilere dayanıyordu. Çünkü Ayşe, ailesini hiç tanımamıştı; bir yetiştirme yurdunda büyümüştü. Bebekken yanında sadece küçük bir altın bilezik vardı, üzerinde “AK” harfleri kazılıydı.

O gece Ayşe yeni bir göreve başlıyordu. Müdür hemşire onu çağırmış, özel çocuk yoğun bakım ünitesini temizlemesini istemişti. “Burası çok hassas bir bölüm, dikkatli ol,” demişti hemşire. Ayşe başını salladı ve vardiyasına başladı. Yoğun bakımın kapısından içeri girdiğinde antiseptik kokusu burnunu doldurdu.

Üçüncü odada, yatakta yatan küçük bir kız çocuğu gördü. Dokuz yaşında olmalıydı. Başında bandajlar, kolunda serumlar vardı. Monitörler kalbinin ritmini gösteriyordu. Ayşe içeri girdi ve yavaşça temizliğe başladı. Her zaman yaptığı gibi, eski bir Türk ninnisini mırıldandı. Yetimhanede yaşlı bir bakıcıdan öğrenmişti bu ninniyi, anlamını tam bilmezdi ama hep onu sakinleştirirdi. Bu ninniyi sadece oğlu Mehmet’e söylerdi, başka kimse bilmezdi.

Ayşe temizlik yaparken yataktaki küçük kızı düşünmeden edemedi. Ne kadar zengin olursa olsun, o yatakta yalnız ve savunmasızdı. Masanın üzerindeki fotoğraf çerçevesine baktı. Fotoğrafta küçük kız, yakışıklı bir adam ve güzel bir kadın vardı. Ayşe fotoğrafa eğildi, kadının yüzünü gördü ve nefesi kesildi. Fotoğraftaki kadın kendisine inanılmaz derecede benziyordu: aynı saçlar, aynı gözler, aynı gamze.

Tam o anda yataktaki kız gözlerini açmaya çalıştı. Monitörlerin sesi hızlandı, kız nefes nefese kalmıştı. Ayşe hemen yanına gidip sakinleştirmeye çalıştı. Ama küçük kız Ayşe’yi görünce gözleri büyüdü, dudakları titredi ve elini ona uzatıp “Anne, geri döndün!” diye haykırdı. Ayşe dondu kaldı. Küçük kız onun eline yapıştı, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. “Anne, lütfen beni bırakma! Seni çok özledim!”

Ayşe şaşkınlıkla, “Hayır tatlım, ben senin annen değilim,” dese de, kız ısrar ediyordu: “Hayır, sen osun! Aynı ses, aynı koku, aynı şarkı… Az önce söylediğin ninniyi annem bana hep söylerdi. Başka kimse bilmez!”

Ayşe’nin dünyası dönüyordu. O ninniyi ona yetimhanede yaşlı bir bakıcı öğretmişti, başka kimse bilemezdi. Küçük kız tekrar komaya girdi. Ayşe koridora çıktı, sırtını duvara yaslayıp derin nefesler aldı. Ne oluyordu? Bu küçük kız neden ona anne demişti? Neden o ninniyi biliyordu? Ve neden fotoğraftaki kadına bu kadar benziyordu?

O gece Ayşe eve döndüğünde uyuyamadı. Balkonda İstanbul’un ışıklarına bakarken bileğindeki eski altın bileziğe dokundu. “AK” harfleri ay ışığında parlıyordu. Belki de geçmişi hiç bilmemek bazen daha güvenliydi. Ama Ayşe hissediyordu ki, hastane odasında başlayan şey hayatını sonsuza dek değiştirecekti.

Ertesi sabah hastanede herkes telaşlıydı. Yoğun bakımdaki küçük Elif Yılmaz gece yarısı kısa bir süreliğine uyanmıştı. Ayşe o sabah erken geldi, gözlerinin altında mor halkalar vardı. Temizlik odasında üniformasını giyerken diğer temizlikçiler dedikodu yapıyordu: “Elif Yılmaz’mış yatan çocuk. Babası Kaan Yılmaz, İstanbul’un en zengin otelcilerinden biri. Karısı Leyla’yı üç yıl önce kaybetmiş.” Ayşe bu ismi zihninde tekrarladı. Leyla… Bileğindeki bileziğe baktı. Leyla’nın gerçek adı ne olabilirdi?

Öğleden sonra Ayşe yoğun bakım ünitesine döndüğünde Elif’in odasının dışında bir adam duruyordu. Kaan Yılmaz. Adam cam duvarlı odanın içine bakıyordu, kızını izliyordu. Ayşe yaklaşınca adam döndü ve ona baktı. Birkaç saniye öylece durdular. Kaan’ın yüzü bembeyaz oldu, sanki hayalet görmüş gibiydi. Ayşe de ona bakıyordu. O bakış, Kaan’ın onu Leyla sandığını gösteriyordu.

O gün boyunca Ayşe, Kaan’ı uzaktan izledi. Adam kızının başucunda oturdu, saçlarını okşadı, sessizce konuştu. “Lütfen uyan canım. Annenin yanına gitmene izin veremem. Benimle kal.” Akşam vardiyası biterken Ayşe soyunma odasında çantasını toplarken kapı açıldı. Baş hemşire içeri girdi: “Ayşe Hanım, Kaan Yılmaz sizi görmek istiyor.”

Ayşe titreyerek üçüncü kattaki özel danışma odasına çıktı. Kaan Yılmaz camın önünde duruyordu. Ayşe girince adam döndü, dikkatlice her özelliğini süzdü. “Dün gece kızımın yanında siz miydiniz?” diye sordu. Ayşe yutkundu. “Evet, temizlik yapıyordum.” “Size bir şey söyledi mi?” Ayşe ne söyleyeceğini bilemedi. Gerçeği söylemeli miydi? Sonunda, “Beni annesi sandı,” dedi. Kaan’ın gözleri doldu. Masaya bir fotoğraf albümü çıkardı. Ayşe fotoğraflara baktı, kadının kendisiyle tıpatıp aynı olduğunu gördü.

Kaan yavaşça oturdu. “Karım ölmeden önceki son aylarda garip davranıyordu. Sürekli yetiştirme yurtları hakkında sorular soruyordu.” Ayşe’nin kalbi durdu. “Ben de yetiştirme yurdunda büyüdüm,” dedi. Kaan başını kaldırdı. “Leyla da beş yaşına kadar yetiştirme yurdunda kalmış. Sonra zengin bir aile evlat edinmiş.” İkisi birbirlerine baktı. “Hangi yıl doğdunuz?” “1993.” “Leyla da 1993’te doğdu.” “Hangi şehir?” “İzmir.” “Ben de İzmir’de terk edildim.”

İmkansız bir olasılık ikisinin de zihninde şekilleniyordu. Kaan, Leyla’nın bir ikiz kardeşi olabileceğini düşündü. Ayşe’nin elleri titriyordu. Doktor, “Bir DNA testi yapabiliriz,” dedi. Ayşe başını salladı. “Evet, gerçeği bilmek istiyorum.”

Test için kan örnekleri alındı. Sonuçlar üç gün sonra geldi. Ayşe ve Kaan, danışma odasında doktorun zarfı açmasını beklerken elleri titriyordu. Doktor, “Ayşe Demir, Elif Yılmaz’ın biyolojik teyzesidir. Yani Leyla Yılmaz’ın ikiz kardeşidir,” dedi. Ayşe sandalyeye tutundu. Gerçekti. 32 yıldır kendini yalnız hissediyordu ama yalnız değildi. Bir kardeşi vardı, ikiz bir kardeşi! Ama onu hiç tanımadan kaybetmişti.

Ayşe, Elif’in yanına gitti. Elif hala komadaydı ama Ayşe onun elini tuttu. “Ben senin Ayşe teyzenim. Annenin ikiz kardeşi. Seni hiç tanımadım ama artık buradayım.” Ayşe ninni söylemeye başladı. Bir mucize gerçekleşti: Elif’in göz kapakları titredi, yavaşça açıldı. İlk gördüğü Ayşe’nin yüzüydü. “Anne…” diye fısıldadı, sonra durdu. “Sen farklısın ama aynısın.” Ayşe gülümsedi, “Ben senin teyzenim, tatlım.” Elif’in gözleri büyüdü. “Annemin bir kardeşi mi vardı?” Kaan öne eğildi. “Evet canım, ikiz kardeşi. Ve işte o burada.”

Takip eden günlerde Elif hızla iyileşti. Ayşe her gün Elif’i ziyaret etti. Birlikte konuşup hayat hikayelerini paylaştılar. Elif bir gün sordu: “Teyze, neden seni bırakmışlar?” Ayşe derin bir nefes aldı. “Hayat adil değildir, annemiz çok gençti. İki bebeğe bakamayacağını biliyordu. Birini kaydettirdi, diğerini beni yetime bırakmak zorunda kaldı. Ama bu benim değersiz olduğum anlamına gelmiyordu.”

İki hafta sonra dedektifler Zeynep Karataş’ı buldu. İzmir yakınlarında, küçük bir köyde yaşayan, 52 yaşında bir kadındı. Ayşe, Elif ve Kaan onu görmeye gittiler. Zeynep kapıyı açınca Ayşe’nin yüzünü gördü, elleri titreyerek ona dokundu: “Tanrım, sen gerçek misin? 32 yıldır seni düşünüyorum!” Ayşe, “Anne,” dedi, hayatında ilk kez bu kelimeyi kullandı. İkisi kucaklaştı ve ağladılar.

O günden sonra Ayşe’nin hayatı değişti. Artık yalnız değildi. Bir annesi, bir yeğeni, bir arkadaşı vardı. Kaan bir gün ona teklif sundu: “Elif’in iyileşmesi için ona bakacak birine ihtiyacım var. Hemşireler iyi ama Elif size ihtiyaç duyuyor. Siz ailemizdensiniz.” Ayşe kabul etti. Oğlu Mehmet de Yılmaz malikanesine taşındı.

Ayşe artık sadece bir temizlikçi değil, Elif’in teyzesi ve ailenin bir parçasıydı. Evde huzur vardı. Kaan ve Ayşe arasında zamanla bir yakınlık doğdu. Kaan, “Siz Leyla’dan çok farklısınız. Daha güçlüsünüz, daha gerçeksiniz,” dedi. Ayşe, “Ben sadece hayatta kalmaya çalıştım,” diye cevapladı.

Aylar geçti. Elif ve Mehmet kardeş gibi büyüdüler. Ayşe onlara alçak gönüllülük, şefkat ve çalışkanlık öğretti. Bir akşam Kaan, Ayşe’ye evlenme teklif etti. “Sizi sadece Leyla’nın kardeşi olarak değil, kendiniz olarak seviyorum. Benimle evlenir misiniz?” Ayşe gözyaşlarıyla “Evet,” dedi.

Evlilik sade ama duyguluydu. Elif ve Mehmet çocuk Nedime ve Sadıç oldular. Zeynep anne ön sırada oturuyordu. Ayşe gelinliğiyle herkesin nefesini kesti. Nikah memuru, “Ayşe Demir, Kaan Yılmaz’ı kocanız olarak kabul ediyor musunuz?” diye sorduğunda Ayşe, “Kabul ediyorum,” dedi.

Ayşe ve Kaan, hayatlarını sosyal sorumluluk projelerine adadılar. Ayşe, Leyla’nın anısına bir vakıf kurdu. Yüzlerce aileyi birleştirdi, binlerce gence iş fırsatı sundu. Elif ve Mehmet büyüdüler, vakıfta gönüllü çalışmaya başladılar.

Bir yaz günü tüm aile Leyla’nın mezarını ziyaret etti. Elif, “İki annem var. Biri bana hayat verdi, diğeri bana hayatı yaşamayı öğretti,” dedi. Ayşe, “Senin mirasan bizimle yaşıyor,” dedi.

Bazen en imkansız tesadüfler aslında kaderin yazdığı hikayelerdir. Ayşe ve Leyla, 32 yıl ayrı kaldılar ama sevgi onları bir hastane odasında, bir ninniyle, bir DNA testiyle tekrar birleştirdi. Ve şimdi o sevgi nesilden nesile geçiyor; çünkü gerçek hikayeler asla bitmez, şekil değiştirir.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News