TERK EDİLMİŞ YORGUN BİR ANNE, BEBEĞİYLE TRENDEYDİ… TA Kİ İŞ ADAMI DEDİ: “BAŞINI DİZİME KOY, UYU.”

TERK EDİLMİŞ YORGUN BİR ANNE, BEBEĞİYLE TRENDEYDİ… TA Kİ İŞ ADAMI DEDİ: “BAŞINI DİZİME KOY, UYU.”

.
.

Sırtına Konan Umut: Terk Edilmiş Annenin Uyandığı Söz

 

Trenin metalik sesi gece boyunca yankılanıyordu. Soğuk raylar üzerinde süzülen bu uzun gövde, yorgun bir annenin kalp atışlarını taşıyordu. Adı Sahra Erenay‘dı. Doğumdan yalnızca üç hafta sonra kocası onu terk etmiş, buzdolabına sıkıştırılmış kısa bir not bırakmıştı: “Ben bu hayat için yaratılmadım. Beni arama.”

O günden beri, Sahra yeni doğmuş oğlu Mirat ile tren istasyonundan istasyona savruluyordu. Üç gün üç gece boyunca doğru dürüst uyuyamamıştı. Yorgunluğu kemiklerine işlemişti. Kollarında ağlayan bu minik can, onun tek gerçeğiydi.

Vagondaki yolcuların bakışları, Sahra’nın omuzlarına batan bıçaklar gibiydi. Kimsenin merhameti yoktu. Sahra’nın ceketinin altında, süt lekeleri yayılıyordu. Baş dönmesiyle tekrar koltuğa oturdu. İki gündür doğru dürüst yemek yememişti. Sütü azalmaya başlamıştı. Bir damla yaş yanağından süzüldü.

İşte o anda fark etti. Yanındaki koltukta bir adam oturuyordu. Üzerinde koyu lacivert, kaliteli bir takım elbise vardı. Bileğinde pahalı bir saat. Ama dikkatini çeken, adamın bakışlarıydı. Diğerleri gibi küçümseyici değildi. Sanki o ağlamayı yıllar öncesinden hatırlıyormuş gibi, bakışlarında bir yankı vardı.

“Kaç gündür uyumuyorsun?” diye sordu Rüzgar Altuner. Sesi derindi ama yumuşaktı.

“Böyle devam edersen bayılacaksın,” dedi adam, doktor gibi bir kesinlikle. “Peki sen bayılırsan o çocuğa kim bakacak?”

Sahra dudaklarını ısırdı. Gözyaşlarını tutamadı. Adam hafifçe hareket etti. Ceketini çıkardı, dikkatle katladı, kucağına koydu ve göz temasını sürdürmeden sakince konuştu:

“Başını dizime koy. Biraz uyu.”

Sahra dondu kaldı. Hayatında ilk defa bir yabancı ona karşılıksız bir iyilik sunuyordu. “Yapacaksın,” dedi adam. “Bu gurur meselesi değil, hayatta kalma meselesi. O çocuk seni bütünüyle ister. Kırık parçalarını değil.”

Titreyen elleriyle yana kaydı. Sahra, başını cekete yasladı. Mirat’ı göğsüne bastırdı. Ceket, temiz, düzenli, güvenli bir dünya kokuyordu.

Rüzgarın Sırrı ve Geçmişin Yankısı

 

Sahra uykuya daldı. Rüzgar Altuner, ülkenin en büyük demiryolu imparatorluğunun sahibiydi ve içindeki fırtına kopuyordu. Bebeğin ağlaması, Rüzgar’ın içinde yedi yıldır sessizce uyuyan bir yankıyı uyandırmıştı.

Yedi yıl önce, karısı Beril, sekiz aylık hamileyken, trajik bir tren kazasında hayatını kaybetmişti. Bebek hiçbir zaman bulunamamıştı. Rüzgar, o günden sonra her yıl aynı rotayı, aynı saatte, aynı vagonda tekrar ediyordu.

Şimdi karşısında, Beril’i hatırlatan bir kadın vardı. Rüzgar’ın içindeki eski acıyı yeniden uyandıracak kadar yakındı. O, uyurken bile kollarını bebeğin etrafında bir kale gibi kapamıştı.

Güneşin ilk ışığı camdan içeri süzüldüğünde, Sahra utançla irkildi. “Özür dilerim. Ben istemeden…”

“Üç saat on yedi dakika uyudunuz,” dedi Rüzgar sakin bir sesle. “Bebeğiniz de bu vagonun duyduğu en kıymetli sessizlikti.”

Sahra doğrulmaya çalıştı, ama başı döndü. Rüzgar elinde bir bardak ılık sütle çoktan ayağa kalkmıştı.

Sahra’nın İstanbul’a inmek zorunda olduğu anonsu geldiğinde, Rüzgar iç cebinden kabartma harfli bir kart çıkardı. “Bursa’nın Uludağ eteklerinde bir malikanem var. Sen ve bebeğin istediğiniz kadar kalabilirsiniz.”

“Siz beni tanımıyorsunuz,” diye itiraz etti Sahra.

“Yeterince tanıyorum,” dedi Rüzgar. “Yalnızlığı, yorgunluğu biliyorum ve gururun bazen açlıktan daha acı bir şey olduğunu biliyorum.” Sonra ekledi: “Bunu neden yapıyorum? Çünkü yedi yıl önce birisi başka birine böyle davranmalıydı. Bu, sadece geç kalmış bir denge düzeltmesi.”

Rüzgar, görevliye planlarının değiştiğini söyledi. “İstanbul’da inmiyoruz. Uludağ’a gidiyoruz.”

 

Vakıf ve Gizlenen Gerçek

 

Misafirhane, neredeyse bir saraydı. Hanife Hanım adındaki merhametli bir bakıcı, Sahra’yı ve Mirat’ı karşıladı. Üç gün böyle geçti. Sahra uyudu, yedi, sütü geri geldi. Ama dördüncü gün, Sahra istemeden bir telefon konuşmasına kulak misafiri oldu: “Evet, fark ettim. Benzerlik küçük ama var.

Sahra, Mirat’ın kiminle benzediğini merak etti. Mirat’ı kucağına alıp salonu keşfetti. Duvarlardaki fotoğraflarda, Beril’in karnı belirgin, gözlerinde huzur dolu bir ışık vardı. “Bu yüzden mi bana yardım etti? Ona benzediğim için mi?”

“Ona yardım ettim çünkü bu yapılması gereken şeydi,” dedi Rüzgar. “Ama benzerlik işe yaradı. Kader bana ikinci bir şans veriyordu. Farklı davranmak için.”

Sahra, bir şeylerin göründüğü gibi olmadığını hissetti. “Benim de Emirhan’a da benzemiyor. Hastanede doğumdan sonra saatlerce baygındım ve senin yasa dışı evlat edinme vakalarını araştırdığını biliyorum.”

Rüzgar, artık saklanmayı bıraktı. O gece Sahra’ya iş teklif etti: Zor durumda olan kadınlar için kurduğu vakfın direktörlüğü. “Sana ihtiyacım olan tek niteliğe sahipsin. Bunu yaşadın.

Sahra, teklifi kabul etti, ama bir şartla: “İlk yardım edilecek kadın, Mirat’ın gerçek annesi olmalı.”

Rüzgar, durumu araştırmaya başladı. Doğum yaptığı hastanenin başhemşiresi Meryem‘i buldular. Meryem, telefonla ulaştıklarında ağlayarak itiraf etti: “Sizin kucağınızdaki bebek başka bir genç kızındı. Doğumda öldü. Sizin gerçek oğlunuz olan Kerem, yarım milyon liraya zengin bir aileye satıldı.”

Sahra’nın kalbi parçalandı. Meryem, tüm kayıtları ve ses dosyalarını savcılığa teslim etti.

 

Cenevre ve Sonsuza Kadar Süren Söz

 

Sahra, gerçek oğlu Kerem‘i gördü. İstanbul’daki Karaca ailesinin villasında, sağlıklı ve sevgiyle büyüyordu. Sahra, velayet davası açmadı. “Onun bildiği tek evi yıkmayacağım. Onu bildiği tek annesinden koparmayacağım,” dedi.

Sahra, Birleşmiş Milletler Kadın Hakları ve Çocuk Kaçakçılığı projesini yönetmek için Cenevre‘den gelen teklifi kabul etti. Rüzgar, Uludağ’daki işlerine devam edecekti.

“Git! Büyü, dünyayı değiştir. Hazır olduğunda, eğer hala beni istiyorsan, ben burada olacağım,” dedi Rüzgar. Mirat’ı her ay ziyaret edecekti.

İki yıl sonra, Çırağan Sarayı’ndaki Vakfın 5. yıl kutlamasında, Sahra Erenay, artık Birleşmiş Milletler Bölge Direktörü olarak içeri girdi.

Rüzgar’a döndü ve diz çökerek, kadife kutuyu açtı. “Benimle evlenir misin?” diye sordu. Rüzgar, mirat’ı yere bıraktı ve diz çöktü. “Beni iki yıl beklettin,” dedi. “Cevabım belli. Evet, Sahra Erenay. Bin kere evet.”

O gece, Sahra, Mirat’ı Rüzgar’ın kollarına bıraktı. “Bir söz ver o zaman,” dedi.

“Nedir?”

Bir daha ayrılık yok. Artık ne olursa olsun, birlikte.

Rüzgar fısıltıyla düzeltti: “Biz kusursuzuz. Mükemmel şekilde kusurlu, ama tamamen bize ait.”

Boğaz semalarında havai fişekler patlarken, Sahra nihayet tamamlanmış hissetti. O trende tükenmiş kadından, kendini kendi gücüyle inşa etmiş bir kadına dönüşmüştü. O, aşkı bir ihtiyaç değil, bilinçli bir seçim olarak seçmişti.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News