Zorluklarla boğuşan çiftçi, 18 yaşındaki bir kızı zalim bir aileden kurtardı – Sonrasında olanlar…
.
.
Zorluklarla Boğuşan Çiftçi, 18 Yaşındaki Bir Kızı Zalim Bir Aileden Kurtardı – Sonrasında Olanlar Her Şeyi Değiştirdi
Arizona’nın tozlu kasabası Dustel’de güneş, çölün üzerine kızıl bir örtü sererken, sıcaklık hâlâ duvarlara yapışmıştı. Kasabanın en kalabalık yerlerinden biri olan salonun arka tarafında, tahta bir direğe bağlı bir kız duruyordu. Ayakları çıplak, vücudu morluklar içinde ve tozla kaplıydı. Kolları arkadan bağlanmış, ipler bileklerini kesmişti. Gözleri boş bakıyordu; sanki ruhu çoktan bedenini terk etmiş gibiydi.
Etraftaki erkekler, onun yanından geçerken bazen alaycı bir şekilde güldü, bazen de tükürdü. Kimse ona yardım etmeyi düşünmedi. Bu insanlar için o sadece bir köleydi; bir eşya, bir borcun bedeli. Üvey babası Frank Leake, elinde teneke bir bardakla salondan çıktı. Sarhoş bir halde, “Paramı alana kadar burada kalacak,” diye mırıldandı. Kızın adı Eda’ydı. Henüz 18 yaşındaydı ve hayatı, Frank’in kumar borçlarını ödemek için bir araç hâline gelmişti.
Tam o sırada, uzaktan bir atın nal sesleri duyuldu. Siyah bir atın üzerinde, geniş omuzlu, eski püskü bir palto giymiş bir adam belirdi. Yüzü sert ve kararlıydı. Bu adam, Kelder Boone’du. Kasabada pek kimse onu tanımazdı, ama o, sessizliğiyle bile dikkat çeken biriydi. Kelder, atını Frank’in karşısında durdurdu. Atından inmedi. Soğukkanlı bir sesle, “O kızı istiyorum,” dedi.
Frank, alaycı bir kahkaha attı. “O kız satılık değil. Kumar borcunun bedeli,” dedi. Ancak Kelder, cebinden bir kese altın çıkarıp yere attı. “Kaybettiğinin üç katı,” dedi. Frank, şaşkınlıkla keseye baktı. Ama yine de inatla, “Hayır,” diye bağırdı. Kelder, sakin bir şekilde attan indi ve kızın bağlı olduğu direğe doğru yürüdü. Kemerinden bıçağını çıkarıp ipleri kesti. Eda, iplerin çözülmesine rağmen hareket etmedi. Yere çöktü, gözleri hâlâ boş bakıyordu.
Kelder, elini uzattı. Eda, önce eline, sonra Kelder’ın yüzüne baktı. Adamın sert ama sıcak bakışları, onun güvenini kazandı. Elini Kelder’a uzattı ve ayağa kalktı. Kelder, onu yük katırına bindirdi. Frank, arkalarından bağırarak tehditler savurdu, ama Kelder hiç arkasına bakmadı. Sessizce kasabadan ayrıldılar. Tozlu yolların arasında, Eda başını öne eğmiş, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Uzun bir süre sessiz kaldı. Sonunda, alçak bir sesle sordu: “Beni başkasına satacak mısın?”
Kelder, başını çevirmeden, “Hayır,” dedi. Eda tekrar sordu: “Uyursam bana vurur musun?” Kelder, yine sakin bir şekilde, “Hayır,” diye cevap verdi. Eda, son bir kez daha sordu: “Beni ahıra kilitler misin?” Kelder, “Benim evimde kilit yok,” dedi. Bu cevap, Eda’nın içinde bir şeyleri gevşetti. Günlerdir ilk kez derin bir nefes aldı.
Yeni Bir Başlangıç
Kelder’ın çiftliği, çölün ortasında küçük bir kulübeydi. Ahşap sundurması çürümüş, çatısı yamalıydı. Ama burası sessiz ve huzurluydu. Kelder, Eda’yı nazikçe katırdan indirdi ve kulübeye götürdü. Kulübe küçüktü; bir köşede soba, bir masa ve iki sandalye vardı. Yatağın üzerinde eski bir yorgan duruyordu. Kelder, Eda’ya bir sandalye gösterdi ve dışarı çıktı. Kısa bir süre sonra, kuyudan getirdiği bir tas su ve bir dilim ekmekle geri döndü. Sessizce bunları Eda’nın önüne koydu. Eda, tabağa uzun süre baktıktan sonra, titreyen elleriyle ekmeği aldı. Yavaşça yemeye başladı. Bitirdiğinde, “Teşekkür ederim,” diye fısıldadı.
Kelder, hiçbir şey söylemeden bir leğen getirdi ve içine ılık su doldurdu. Havluyu leğenin yanına koydu. “İstersen yıkanabilirsin,” dedi ve dışarı çıktı. Eda, uzun bir süre suya baktıktan sonra, üzerindeki kan ve tozu temizlemek için yıkandı. Saçlarını yıkarken, kendini daha hafif hissetti. Yıkandıktan sonra, Kelder’ın bıraktığı temiz bir gömleği giydi. O gece, Kelder pencerenin yanında uyurken, Eda yatağa uzandı. Yorganı sıkıca tutarak, uzun bir süre sonra ilk kez korkmadan uyudu.
Günlerin Ritmi
Eda, çiftlikteki yeni hayatına alışmaya başladı. Sabahları erkenden kalkıyor, evin işlerini yapıyordu. Tavukları besliyor, pencereleri siliyor, yerleri süpürüyordu. Kelder, ondan hiçbir şey istemiyordu. Gün boyunca kendi işlerini yapıyor, çitleri onarıyor, odun kesiyordu. Öğle vakti, birlikte yemek yiyorlar, sessizce oturuyorlardı. Aralarındaki sessizlik, zamanla rahatsız edici olmaktan çıkıp huzurlu bir hâl aldı.
Bir gün, Eda verandada bir buket yabani çiçek buldu. Çiçekler, basit bir ip ile bağlanmıştı. Kimse ona çiçek vermemişti. Çiçekleri dikkatlice aldı ve uzun süre elinde tuttu. O akşam, Kelder’a teşekkür etmek için yanına gitti. Kelder, ahırın arkasında, küçük bir mezarın yanında oturuyordu. Mezar taşında “Clara Boone” yazıyordu. Kelder, karısını kaybetmişti. Eda, sessizce mezarın yanına diz çöktü ve çiçekleri mezarın üzerine koydu. O an, ikisi arasında sessiz bir bağ oluştu.
Geçmişin Gölgesi
Bir sabah, çiftliğe iki yabancı geldi. Biri Frank’ti, diğeri ise onun avukatı olduğunu söyleyen bir adamdı. Ellerinde bir belge vardı. “Eda bizim malımız,” dediler. Kelder, sessizce onları dinledi. Sonunda, “O kimsenin malı değil,” dedi. Frank ve avukatı, tehditler savurarak çiftlikten ayrıldı. Ancak Kelder, onların geri geleceğini biliyordu.
O gece, Kelder tüfeğini temizledi. Eda, pencerenin önünde oturup karanlığa baktı. “Ya geri gelirlerse?” diye sordu. Kelder, sakin bir şekilde, “Bırak gelsinler,” dedi.
Son Karşılaşma
Frank ve adamları, birkaç gün sonra daha kalabalık bir grupla geri döndü. Ancak bu kez, Kelder hazırdı. Çiftlikte bir çatışma yaşandı. Kelder, tüfeğiyle Frank’in adamlarını püskürttü. Eda da korkusunu yenip Kelder’a yardım etti. Çatışma sona erdiğinde, Frank ve adamları çiftliği terk etti. Eda, ilk kez kendini güçlü hissetti.
Yeni Bir Hayat
Zamanla Eda, çiftlikte kendine bir yer edindi. Artık Kelder’ın yanında çalışıyor, ona yardım ediyordu. Kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmişti. Bir gün, Kelder ona eski bir bıçak verdi. “Bu bıçak bir zamanlar kırılmıştı. Ama tamir edildi. Tıpkı senin gibi,” dedi. Eda, bu sözleri hiç unutmadı.
Yıllar geçti. Eda, artık güçlü ve bağımsız bir kadın olmuştu. Kelder ile birlikte, geçmişin acılarını geride bırakarak yeni bir hayat kurdular. Artık kırık değillerdi; yeniden şekillenmişlerdi.
.
