“10 dil konuşurum,” dedi genç sanık… Yargıç güldü ama duyunca nutku tutuldu.

“10 dil konuşurum,” dedi genç sanık… Yargıç güldü ama duyunca nutku tutuldu.

Adaletin Dilinde Elif

İstanbul Adliyesi’nin soğuk kliması, adalet kadar sert bir hava estiriyordu. Kalabalık mahkeme salonunun üçüncü sırasında hukuk öğrencileri, görünüşte basit bir davanın her detayını not alıyorlardı. Güvenlik kameraları her şeyi kaydetmişti: harap olmuş bir bakkal, yaralı bir adam, ele geçirilmiş bir silah. Savcılık için bu, ilkokul matematiği kadar basitti. Elif Demir, kelepçeli olarak iki polis eşliğinde salona girdi. 19 yaşındaydı. Yüzü uykusuz gecelerden incelmişti ve bakışları hem orada hem de çok uzaktaydı. Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun turuncu üniforması bedenine iki kat büyük geliyordu, fiziksel kırılganlığını vurguluyordu. Salonda ne bir aile üyesi, ne özel bir avukat, ne de suçluluğu ya da isyanı ele veren bir yüz ifadesi vardı. Sadece yorgunluk.

Yargıç Kenan Aktaş, gündemi temizlemedeki etkinliğiyle tanınan, pahalı çerçeveli gözlüğünü düzeltti ve hızlıca rapora göz attı. Sabit ikametgahı yok, diploması yok, 15 yaşından beri olaylara karışmış. Kamu avukatı Ayşe Yılmaz, yeni mezun ve onlarca davayla aşırı yüklenmiş, ön görüşmelerde sessiz kalmış müvekkilini tanımaya zar zor vakit bulmuştu. Dosya numarası 47902023: Sanık Elif Demir. Suç: nitelikli hırsızlık ve yaralama.

Savcı Caner Öztürk gizlice gülümsedi. Mahkumiyet oranı üniversiteden arkadaşlarıyla akşam yemeklerinde gurur kaynağıydı. “Sayın Yargıç, iddia makamı başlamaya hazır.” Savcı ayağa kalktı, İtalyan ipek kravatını düzeltti ve üzerinde çalışılmış bir kesinlikle salonun ortasına doğru yürüdü. “Sayın Yargıç, bu büyük açıklamalar gerektirmeyen bir davadır. Sanık Fatma teyzenin bakkalına girdi, oğlu Emre’ye saldırdı, iş yerini soymaya çalıştı ve suçüstü elinde silahla yakalandı. Kameralar yıkımı kaydetti. Sayın Emre Yılmaz yaralandı. Sanığın sabıka kaydı var ve istikrarlı bir toplumsal bağı yok. Azami cezanın uygulanmasını talep ediyoruz.”

Ayşe beceriksizce ayağa kalktı, bir kalemi yere düşürdü. “Sayın Yargıç, savunma hafifletici unsurlar olduğuna inanıyor,” dedi, Elif’e bakarak boş argümanı için bir işaret, bir destek aradı. Genç kadın gözlerini aşağıda tutuyordu. “Avukat hanım, ekleyecek önemli bir şeyiniz yoksa devam edelim,” diye kesti yargıç Rolex saatine bakarak. “Konuşmak istiyorum,” dedi Elif. Sesi net ve şaşırtıcı derecede kararlıydı, anlık bir sessizliğe neden oldu. “Sanık sürecin bu aşamasında beyanda bulunamaz hanımefendi,” diye yanıtladı yargıç sabırsızca. “Lütfen,” diye ısrar etti Elif, doğrudan yargıca bakarak, “Bu önemli.” Yargıç içini çekti. “30 saniye, iyi değerlendirin.”

Elif omuzlarını dikleştirdi. “Sizin çocuklarınız var mı, Sayın Yargıç?” sorusu herkesi şaşırttı. Yargıç kaşlarını çattı. “Bu konuyla alakasız ve uygunsuz.” “Onların okulu, kursları, yurt dışı seyahatleri, fırsatları oldu mu?” diye devam etti Elif yılmadan. “Bu bir saygısızlık,” diye haykırdı savcı. “Ben 10 dil konuşuyorum,” dedi Elif basitçe. Sanki havadan bahsediyormuş gibi. Ardından gelen sessizliği yargıç Kenan’ın yüksek sesiyle kahkahası bozdu. “10 dil mi? Türkçe, yalanca ve oyalanca mı? Fransızca, İspanyolca, İngilizce, İtalyanca, Almanca? Mandarin Çincesi, Arapça, Rusça, Japonca ve İbranice,” diye yanıtladı Elif. Sakin ifadesini değiştirmeden.

Savcı Caner yavaşça tiyatral bir şekilde alkışladı. “Harika. Hollywood’da olmalıydın, hapiste değil.” Elif’in Fransızca telaffuzu kusursuzdu. Gülüşler azaldı ama tamamen kesilmedi. Salonun arka tarafında beyaz saçlı bir hanımefendi ayağa kalktı, göğsündeki rozetten mahkemenin mütercimi olduğu anlaşılıyordu. Mütercim Hanım akıcı Fransızcasıyla Elif’i test etti. Elif akıcı bir şekilde yanıtladı, güncel eserlerden, deyimlerden ve kültürel nüanslardan alıntı yaptı. İki dakika sonra Ayla Hanım bariz bir şaşkınlıkla yargıca döndü. “Sayın Yargıç, o eğitimli bir Parisli gibi konuşuyor.” Ardından Mandarin Çincesi, İbranice, İngilizce, Japonca… Her testte Elif sadece kelime dağarcığıyla değil, doğru aksan, kültürel ifadeler ve bağlamsal bilgiyle yanıt verdi. 10 dilin onaylanmasıyla salonda artık kimse gülmüyordu. Ağır, kolektif bir utançla dolu bir sessizlik ortama hakimdi.

Yargıç Kenan yüzü şimdi gülmekten değil utançtan kıpkırmızı kesilmiş bir şekilde boğazını temizledi. “Nasıl? Nasıl öğrendin tüm bunları?” Elif gurur ya da kin beslemeden yanıtladı. “Belediye kütüphanesi, çöpte bulunan cep telefonlarındaki uygulamalar, internet kafelerdeki bilgisayarlardaki videolar, parkta uyurken turistlerle sohbetler. Sayın Yargıç, başkalarının nefes aldığı gibi öğrendim. Tek çıkış yolum buydu.” “Neden bir üniversitede değilsin?” diye sordu avukat nihayet sesini bularak, “Kim bir yetimhaneden çıkmış, ikametgah belgesi olmayan bir kızı işe alır, kim inanırdı?” Elif salona baktı. “Şimdiye kadar kimse inanmadı.”

Yargıç Aktaş 15 dakikalık bir ara verdiğini açıkladı. Elleri hafifçe titriyordu. Özel odada banyo aynasındaki yansımasına baktı. 26 yıllık kariyerinde ilk kez kendi ön kabullerinin rahatsız edici ağırlığını hissediyordu. Hasan diye seslendi uzun zamandır yardımcısına. “Davayı tanımak için ne kadar zaman ayırdık sanığı dinlemek için?” “Hazırlıkta 7 dakika efendim, bu yeni bir verimlilik rekoru.” İkisi de gerçeği biliyordu. “Peki böyle kaç hayatı yargıladık Hasan? Kaç Elif’i hiç dinlemeden kaybettik?”

Mahkeme yeniden açıldığında bir şeyler değişmişti. Yargıç Kenan Aktaş cübbesinin ağırlığı aniden artmış gibi daha az gösterişli oturdu. Savcı Caner doğrudan Elif’e bakmaktan kaçınıyor, kağıtlarına odaklanıyordu. Avukat Ayşe ise bir trans halinden uyanmış gibi şimdi her ayrıntıya tamamen dikkat kesilmişti. “Devam etmeden önce,” diye duyurdu yargıç kontrollü bir sesle, “kendi ön yargımı tutanaklara geçirmek istiyorum. Sanığı görünüşüne, sosyal durumuna ve adli siciline dayanarak önceden yargıladığımı itiraf ediyorum. Bu uygunsuzdu.” Durdu, gözlüğünü düzeltti ve devam etti. “Ancak baylar, dil yeteneği kimseyi cezai sorumluluktan kurtarmaz. Somut gerçeklerimiz var. Yıkılmış bir bakkal, yaralı bir vatandaş, ele geçirilmiş bir silah. Gerçekte ne olduğunu anlamamız gerekiyor.”

Elif’e döndü. “Bayan Demir, olayların sizin tarafınızdan anlatımını duymak ister misiniz?” Elif başını salladı. Ellerini masanın üzerine yerleştirdiğinde kelepçeleri şıngırdadı. “Kadıköy Devlet Hastanesi’nde doğdum. Annem bana özür dileyen bir not bırakarak beni terk etti. Umut yeri çocuk yuvasında büyüdüm. Orada bakıcılar nazikti ama kaynaklar kısıtlıydı. Bağışlanmış kitaplarla dolu küçük bir kütüphane vardı. Çoğu yırtıktı. Eski bir bilgisayar haftanın üç günü çalışırdı. Sözlüklerle başladım. Sonra videolar, müzikler. 15 yaşımda sistem bağımsızlık için hazır olduğumuzu belirler. Bana dolu olan bir barınak adresi verdiler ve iyi şanslar dilediler. Gündüzleri temizlik yapar, geceleri bulaşık yıkardım. Nerede bulursam orada uyurdum. Boş yer olan sığınaklarda yoksa parklarda. En büyük korkum defterlerimin olduğu sırt çantamı kaybetmekti.”

Savcı araya girdi. “Bu suçu açıklamıyor bayan.” Elif devam etti: “Fatma teyze ile 8 ay önce tanıştım. Onun bakkalının yakınındaki parkta bir Alman turist yol tarifi isterken kimse onu anlayamamıştı. Ben çevirdim. İhtiyacı olanı açıkladım. Fatma teyze her şeyi izledi ve bana anında iş teklif etti. Çok dilli hizmet verilir, yazıyordu kapısını astığı afişte. Dükkanın arkasındaki küçük bir oda, küçüktü ama benim yetimhaneden beri ilk kez gerçek bir yatağım oldu. Fatma teyze bana şefkatle davranırdı. Bir keresinde İtalyan bir tedarikçiye yardım ettikten sonra bana sarılıp, ‘Sen benim hiç sahip olamadığım kızımsın,’ demişti.”

“Oğlu bu hikayeye nerede giriyor?” Yargıç Aktaş öne eğildi, ilgiliydi. “Emre 3 hafta önce ortaya çıktı. Yıllardır hiç bağlantısı yoktu. Başka bir şehirde sorunları olduğunu söyledi. Fatma teyze mutlu oldu ama bir şeylerin doğru olmadığını fark ettim. Dükkanın hesaplarını karıştırıyor, karlarını, birikimlerini soruyordu.”

“Peki olay?” Yargıç ısrar etti. Elif bir an gözlerini kapattı. Açtığında sesi daha alçaktı. “Dün sabah bir teslimatı düzenlemek için daha erken geldim. Çığlıklar duydum. Emre para istiyordu. Tehlikeli insanlara borçlu olduğunu söylüyordu. Fatma teyze reddetti. Bir silah çekti. Düşünmedim bile. Yangın söndürücüyü aldım ve sırtına vurdum. Bana döndü. Boğuştuk. Silah havaya ateş aldı. Mücadele ettik. Raflar devrildi. Silahı elinden almayı başardığımda polis içeri girdi. Emre hemen orayı soyduğumu bağırdı.”

“Peki Fatma teyze ne dedi?” diye sordu avukat Ayşe. “Hiçbir şey.” Elif başını eğdi. Donup kalmıştı. Polis ona orada çalışıp çalışmadığımı sorduğunda cevap vermedi. Ona saldırdığımı sorduklarında ise inkar etmedi.

Bu hikayeye inanmıyorum,” dedi savcı Caner. “İşine gelen gerçekleri doğrulamak ya da reddetmek için Fatma teyze nerede?” “Mükemmel bir soru,” dedi yargıç. Mahkeme görevlisine döndü. “Fatma Yılmaz’ı derhal bu mahkemeye istiyorum. Gerekirse polis eşliğinde.” “Gönüllü gelmeyecek,” dedi Elif hüzünle. “Emre onun kanı. Ben sadece 10 dil bilen ve onu korumak için hayatını riske atan bir çalışanım,” diye tamamladı avukat Ayşe, şimdi savunmasında kararlıydı.

40 dakika sonra, 60 yaşlarında bir hanımefendi polis eşliğinde içeri girdi. Fatma Yılmaz’ın ağlamaktan şişmiş gözleri ve titremekten durmayan elleri vardı. Elif’e bakmaktan kaçınıyordu. “Sayın Yılmaz,” diye başladı yargıç, “Elif Demir sizin iş yerinizde mi çalışıyor?” Fatma tereddüt etti. Kısa bir an kapıya baktı. Sanki birini bekliyormuş gibi. “Evet.” “Dün dükkanınızı soymaya mı çalıştı?” Fatma’nın dudakları titredi. “Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Çok hızlı oldu.” “Sayın Yılmaz, yemin altında olduğunuzu hatırlatırım. Yalan tanıklık hapis cezası gerektiren bir suçtur.” Fatma hıçkırıklara boğuldu. “O yapmadı. Emre yaptı. Borç içinde geri döndü. Tefecilere olan borçlarını ödemek için bakkalı satmamı istedi. Reddedince bana silah çekti. Kendi öz oğlum…” Hıçkırıklarını tutamadı. “Elif beni kurtardı. Ama sonra Emre, ‘Eğer onun dediğini doğrulamazsam beni vergi kaçakçılığından ihbar edeceğini söyledi. İkimizin de hapse gireceğini söyledi. Korktum. Çok korktum.'”

Savcı Caner Öztürk şimdi gözle görülür bir şekilde şaşkınlık içindeydi. Ayağa kalktı. “Sayın Yargıç, bu yeni ifadelerin ışığında savcılık Elif Demir hakkındaki suçlamaları geri çekiyor ve Emre Yılmaz’ın cinayete teşebbüs, şantaj, yalan tanıklık ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından derhal tutuklanmasını talep ediyor.” “Kabul edildi,” diye yanıtladı yargıç tereddüt etmeden görevliye döndü. “Emre Yılmaz hakkında tutuklama emri çıkardım ve Elif Hanım’ın kelepçelerini derhal çıkarın.”

Görevli Elif’i serbest bırakmak için yaklaştığında yargıç Kenan Aktaş mahkeme salonunda eşi benzeri görülmemiş bir hareketle ağır adımlarla kürsüden indi. Ona doğru yürüdü ve alçak sesle konuştu. “Elif Hanım, bugün bu mahkemede size yapılan muamele için özür dilerim. Önyargımıza karşı gösterdiğiniz asaletiniz unutmayacağım bir ders.” Mahkeme salonunda kendiliğinden bir alkış tufanı koptu. Kelepçelerden nihayet kurtulmuş olan Elif, zedelenmiş bileklerini yavaşça ovdu ve o an içine attığı tüm acının yansıması gibi tek bir sessiz gözyaşına izin verdi. Fatma teyze yaklaşmaya çalıştı. Ancak Elif içgüdüsel olarak geri çekildi. Bazı yaraların iyileşmek için daha fazla zamana ihtiyacı olacaktı. Özgürlük yeni bir tür hapsi de beraberinde getirdi.

Üç gün içinde duruşma videosu 5 milyon izlenmeyi geçti. Adalet Sarayı’nın dilbazı tüm gazetelerin manşetlerine taşındı. Elif’in daha önce toplum için görünmez olan yüzü şimdi her yerdeydi. Fatma Teyze’nin tazminat olarak vermekte ısrar ettiği parayla tuttuğu Fatih’teki o küçük kira odasında Elif derin panik atakları yaşıyordu. Bakkaldaki ilk maaşıyla aldığı basit model telefonu bilinmeyen numaralardan sürekli çalıyordu. Kimileri röportaj teklif ediyor, kimileri şüpheli fırsatlar sunuyordu. Çoğu ise Emre’nin arkadaşlarından gelen anonim tehditlerdi. Çevrim içi yorumlar daha da kötüydü. Her destek mesajına karşılık 10 tanesi onun hikayesini, zekasını, karakterini sorguluyordu. Komplo teorileri her şeyin yalan olduğunu, onun kiralık bir oyuncu olduğunu, başka dillerdeki cümleleri ezberlediğini ileri sürüyordu. Özgürlüğünü alkışlayan aynı halk şimdi onun mahremiyetine, gerçeğe, varoluşuna olan hakkını sorguluyordu.

“Nefes alamıyorum,” diye fısıldadı kendi kendine. Yatağın köşesine büzülmüş. O şubat öğleden sonrasının sıcağına rağmen titreyerek 48 saattir uyumuyordu. Neredeyse hiç su içemiyordu. Korku vücudunun her hücresine işlemişti. Kapı çalındığında daha da büzüldü. Duymazdan geldi. Vuruş devam etti. Nazik ama ısrarlıydı. “Elif, benim Ayşe avukatınım, yalnızım.” Kapı deliğinden üç kez kontrol ettikten sonra Elif kapının kilidini açtı. Avukat Ayşe Yılmaz koltuğunun altında bir dosyayla ve gözlerinin altında derin morluklarla içeri girdi.

“Telefonlarına bakmıyorsun. Meraklandım,” dedi. Dosyayı küçük masaya bırakırken odanın ve genç kadının halini süzdü. “En son ne zaman bir şeyler yedin?” Elif omuzlarını silkti. Ayşe cevap beklemeden getirdiği sırt çantasını açtı ve içinden bir sandviç ile bir şişe su çıkardı. “Ye, sonra konuşuruz.” Elif yavaşça yerken Ayşe etrafı gözlemledi. Basit bir yatak, küçük bir masa, bir sandalye, minicik bir banyo. Duvarlarda farklı dillerde notlar yazılı defter sayfaları vardı. Köşede bir yığın kullanılmış kitap duruyordu. Bütün bir hayat 15 metrekareden az bir alana sığmıştı.

“Tehditler devam ediyor mu?” diye sordu Ayşe. Elif olumlu yönde başını salladı, telefonunun ekranını onlarca cevapsız çağrıyla gösterdi. “İşte bu yüzden buradayım.” Ayşe dosyayı açtı. “Öncelikle senin için polis koruması talep edeceğim. İkincisi, travma konusunda uzman gönüllü olarak sana danışmanlık yapmayı kabul eden bir psikolog buldum. Üçüncüsü, geleceğini konuşmamız gerekiyor.” “Ne geleceği? Bu odadan bile çıkamıyorum ki.” “İşte bu yüzden seçenekler var.” Ayşe dosyadan iki zarf çıkardı. “Senin hikayen çok uzağa ulaştı. Senin için iki ciddi teklif aldım. Biri Cenevre Üniversitesi’nden konaklama dahil tam burslu, diğeri Birleşmiş Milletler’in Tercüman programında eğitim ve mentorluk içeren bir stajyer pozisyonu.”

Elif zarflara, uzaylı nesnelere bakar gibi baktı. “Neden bunu benim için yapsınlar ki? Beni tanımıyorlar bile.” “Çünkü yeteneğin olağanüstü ve hikayen ilham verici. Ve belki de,” Ayşe duraksadı, “güç pozisyonundaki insanlar sistemin kusurlarıyla yüzleştiklerinde somut bir şeyler yapmaları gerektiğini hissettikleri içindir.” “Bunların hiçbirini hak etmiyorum,” dedi Elif dizlerini kendine çekerek. “Ya yeterince iyi olmazsam, ya başarısız olursam milyonlarca insan başarısızlığımı görecek. Benim bir sahtekar olduğumu onaylayacaklar.” “Başarısız olmaktan mı korkuyorsun yoksa öne çıkmaktan mı?” diye sordu Ayşe nazikçe. Sessizlik yeterli bir yanıttı.

Kapının yeni bir çalınışı ikisini de yerinden sıçrattı. Ayşe kontrol etti. İki kişiydiler. Yargıç Kenan ve Fatma teyze. “İstersen onları geri çevirebilirim.” Elif derin bir nefes aldı. “İçeri alabilirsin.” Yargıç Kenan önce girdi. Heybetli cübbesi olmadan daha küçük, daha insancıl görünüyordu. Fatma teyze de hemen ardından girdi. Birkaç gün içinde 10 yaş yaşlanmış gibiydi. “Nasılsın?” diye sordu yargıç saygılı bir mesafe bırakarak. “Hayatta kalıyorum,” diye dürüstçe yanıtladı Elif. “Buraya geldim çünkü bilmenizi istiyorum. Her tehdidi araştırıyoruz. Emre tutuklu ve arkadaşları izleniyor. Kimse size zarar veremeyecek.” Rahatsız bir şekilde duraksadı. “Şunu da söylemek istedim ki davanız bazı şeyleri değiştirdi. Tüm yargıçlara zorunlu bilinçsiz önyargı eğitimi uyguluyoruz. Sizinkine benzer eski davaları yeniden inceliyoruz.”

Elif ne yanıt vereceğini bilemeden başını salladı. “Bir yasa teklifi var,” diye devam etti. “Buna Elif Yasası diyorlar. İlk kez suç işleyen sanıkların duruşmadan önce bireysel ve kapsamlı bir görüşme yapmasını garanti ediyor. Size ayırdığım 7 dakikadan fazlasını.” Fatma teyze tereddütle yaklaştı. Buruşuk elleri ezik bir zarf tutuyordu. “Burada olmaya hakkım olmadığını biliyorum,” sesi neredeyse duyulmuyordu. “Yaptığım affedilemez. Karakter yerine kanı seçtim. Beni koruyanı terk ettim.” Yaşlı yüzünden gözyaşları süzülüyordu. “Af dilemiyorum. Sadece neden olduğum kötülüğü telafi etmeye bir şans istiyorum. Bakkalı sattım. Başından beri yapmam gerektiği gibi eğitiminizde, hayatınızda size yardım etmek istiyorum.”

Elif en çok ihtiyacı olduğunda onu terk etmek için kızım dediği kadına baktı. Göğsünde bir hınç yanıyordu ama daha fazlası vardı. Felç eden korkunun, hayatın dayattığı imkansız seçimlerin bir anlayışı. “Şimdi affedebilir miyim bilmiyorum,” dedi sonunda, “Zamana ihtiyacım var.” “Tüm dünya zamanı,” diye yanıtladı Fatma, zarfı masaya bırakarak. “Ne zaman ve eğer istersen burada olacağım.”

Ziyaretçiler gittikten sonra Elif masadaki üç zarfa baktı. Ayşe sabırla bekledi. “Korkuyorum,” diye itiraf etti Elif. “Cesaret korkunun yokluğu değildir,” diye yanıtladı Ayşe, “Ona rağmen harekete geçmektir.” Elif zarfları eline aldı, ağırlığını hissetti. Sadece kağıdın değil, içerdikleri olası hayatların ağırlığını. “Şimdi karar veremem. Düşünmem, nefes almam gerekiyor. Ama sonsuza dek burada kalamayacağımı biliyorum.” “Peki ilk adımınız ne olacak?” diye sordu Ayşe. Uzun bir sessizliğin ardından Elif bakışlarını kaldırdı. “Terapiyi kabul etmek, polis korumasına izin vermek, teklifleri sakin bir şekilde değerlendirmek,” sesi her kelimeyle sağlamlaştı, “ve belki de hikayemi kendi koşullarımla, kendi kelimelerimle yazmak. 10 dilde.”

Altı ay sonra Elif, Boğaziçi Üniversitesi’nde küçük bir dinleyici kitlesinin önünde ayakta duruyordu. Olaydan bu yana ilk halka açık konuşmasıydı. Hala kalbinin hızlandığını, ellerinin hafifçe titrediğini hissediyordu. Ancak terapi seanslarında öğrendiği kontrollü nefes paniği uzak tutuyordu. “Burada bir sembol ya da mucize olarak bulunmuyorum,” diye net bir sesle başladı. “Burada bir öğrenci olarak, bir çalışan olarak, diğer tüm yollar kapandığında kelimelerde bir yol bulan biri olarak bulunuyorum.”

En ön sırada avukat Ayşe cesaret verici bir şekilde gülümsüyordu. Yanında yargıç Kenan ciddi bir dikkatle dinliyordu. Fatma teyze fiziksel olarak orada değildi. Aralarındaki ilişki hala kırılgandı. Tarafsız bir kafede yapılan aylık görüşmelerle dikkatle yeniden inşa ediliyordu. Elif hibrit bir yol seçmişti: uygulamalı dil bilim okuyacak, teorik temelleri güçlendirecek ve buna paralel olarak bir çevirmen eğitim programına katılacaktı.

Onun hikayesi, sığınma evleri ve çocuk yuvalarındaki istisnai yeteneklere sahip gençler için bir burs projesinin oluşturulmasına ilham vermişti. “Beni görmeyen bir dünyada var olmak için 10 dil öğrendim,” diye devam etti. “Her yeni dil, duyulma, önemli olma, beni tanımlayan istatistiklerin ötesinde bir değere sahip olma ihtimaliydi. Yetim, çocuk suçlu, sokakta yaşayan biri…”

Salonda farklı fakültelerden öğrenciler notlar alıyordu. Bazıları özellikle Elif’i tanımaları için davet edilmiş çocuk yuvalarından ve sığınma evlerinden geliyordu. “Öğrenmemiz gereken gerçek dil, insan onurunun dilidir. Her sabıka kaydının, her cezaevi üniformasının, yargıladığımız her görünüşün ardında eksiksiz bir hikayenin olduğunu kabul etmek. Bir insan.”

Konuşmasını bitirdiğinde alkışlar ölçülü, saygılıydı. O bir ünlü değildi. Olmak da istemiyordu. Hayatını kelime kelime, gün be gün yeniden inşa eden genç bir kadındı.

Daha sonra yeni öğrenci dairesinde, küçük ama güvenli, tek başına Elif dizüstü bilgisayarını açtı ve e-postalarını kontrol etti. Üniversite mesajları ve randevu hatırlatıcıları arasında en sevdiklerinden biri vardı: Yargıç Kenan’dan gelen Elif Yasası sayesinde yeniden incelenen davalar hakkındaki güncellemeler ki bu yasa 3 ilde zaten uygulanıyordu. “Bu ay 17 hayat değişti,” diye yazmıştı yargıç. “17 insan gerçekten duyuldu. Belki de ilk kez. Bunu sen başlattın.” Elif basitçe yanıtladı: “Kimseye tek başına değişmez. Siz hatanızı kamuoyu önünde kabul etme cesaretini gösterdiniz. Ayşe avukat vazgeçmek daha kolayken ısrar etti. Fatma teyze geç de olsa gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Ben sadece hayatta kaldım.”

Bilgisayarını kapattı ve pencereden dışarı baktı. Daha önce onu korkutan şehir şimdi daha az düşmanca görünüyordu. Tamamen güvende değildi. Asla olmazdı. Ama artık yaşanabilirdi. Tehditler azalmış, medya skandalının acımasız döngüsü tarafından yutulmuştu. Artık diğer davalar, diğer hikayeler, diğer öfke nöbetleri sosyal medyayı meşgul ediyordu.

Masasının üzerinde sararmış bir zarf, annesinin beşiğinin yanına bıraktığı notu barındırıyordu. Yıllarca o kağıdı açık bir yara gibi taşımıştı. Yeterli olmadığının özünde temelden yanlış bir şey olduğunun kanıtıydı bu. Artık yavaş yavaş anlamaya başlıyordu. O terk ediliş, kendi değerinden çok başka birinin çaresizliğini anlatıyordu. Affetmek, bilinmeyen annesini, Fatma Yılmaz’ı, şüphe anlarındaki kendini kolay olmuyordu. Anlık veya tam değildi. Yeni bir dil öğrenmek gibi bir süreçti. Kelime kelime, gün be gün, hata üstüne hata. Ta ki bir gün akıcılık gelene dek, doğallığında neredeyse fark edilmez bir şekilde.

Elif notu çekmeceye koydu. Bir yara gibi değil, hikayesinin bir parçası olarak. Yarın yapısal dil bilim dersi vardı. Sonra terapi seansı. Akşam ise Birleşmiş Milletler programı için çalışma materyallerini hazırlayacaktı.

Hayatta kalmak sadece başlangıçtı. Yaşamak, gerçekten yaşamak günlük bir seçimdi. Sürekli bir inşa ve hakim olduğu her dilde, tercüme ettiği her kelimede en derin gerçeği yatıyordu. Nereden geldiğimiz yolculuğumuzu açıklasa da kaderimizi belirlemezdi.

SON

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News