Tüm mahalle her gece kavgaları duyuyordu ama kimse müdahale etmedi… ta ki çok geç olana kadar.
Bahariye Caddesi’nin sakinliği, herkesin gerçek sandığı bir seraptı. Sokak lambaları, görevini inatla yerine getirir gibi, kaldırım taşlarına sönük ışıklar saçıyor, sanki karanlığın içindeki tehlikelere karşı bir kalkan oluşturuyordu. Ancak her gece, aynı caddenin 23 numaralı dairesinin içinden bir sarsıntı doğuyordu: bağırışlar, tokatlar, bastırılmış hıçkırıklar, uçan kutular, çarpan kapılar. Yine de mahallede kimse kapılarını açmaya cesaret edemiyordu.
Yan dairede, 21 numarada oturan Hanife Hanım, bir gün kendi kendine söz vermişti: “Bir daha bu gürültüyle uyumayacağım.” Ama her defasında yorgunluğa yenilip, “Benim meselem değil” deyip susuyordu. Sokağın karşısında, yeni emekli olmuş Rıza Bey kendi kendine mırıldanıyordu: “Beni ilgilendirmez.” Böylece, gece üstüne gece aynı sahne tekrarlandı: bağırışlar başladı, kapılar çınladı, geri kalan herkesin sessizliği suça ortak oldu.
İlk görünür olayda, çift —Meryem ve Erdal— tartışmaya başlamıştı. Önce kelimeler: “Hiçbir şeyi beceremiyorsun!”, “Yeter artık!”, “Sana söylemiştim!” Sonra bir el masaya indi, bir sandalye gürültüyle kaydı. Meryem ağlıyordu. Erdal’ın gözleri öfkeyle yanıyordu. Hanife Hanım ağlamayı duyuyor, titriyordu ama kapısını açmıyordu. “Rezalet çıkar,” diye korkuyordu.
Bir hafta sonra, ikinci olay daha sertti. Sokak sessizdi ama herkes kulak kesilmişti. Camlar aralıktı. Bir tabak duvara çarptı, bir konserve açacağı Erdal’ın elinde titredi, adam “Hepsi senin suçun!” diye bağırıyordu. Meryem “Yeter artık!” diye haykırdı. Üst kattaki biri perdeyi araladı, aşağı baktı, koridor ışıkları söndü, sonra perdeyi kapattı. Kimse merdivenleri inmedi.
Zamanla gerilim arttı: bir gece Meryem’in yüzünde morluklar belirdi. Sol yanağındaki koyu mavi iz, öfkenin rengi gibiydi. Ama yine kimse 112’yi aramadı. Cumartesi günü köşe başındaki kahvede insanlar fısıldıyordu: “Kavgalı karı koca işte… Yazık.” Sonra konuyu değiştirdiler, ilk yudum çayla beraber.
Fırtınalı bir gecede, yağmur camlara vururken, doruk noktası yaşandı. Bir bedenin yere düşme sesi, camın kırılması ve ardından gelen o korkunç sessizlik. Meryem salonun ortasında sersemlemiş yatarken, Erdal kapıyı çarpıp gitmişti. Üçüncü kattaki komşu, kadına şiddetle ilgili bir yazı okumuştu ama telefonu eline alıp arayamadı. “Belki geçer,” diye düşündü.
Sabah polis geldiğinde 23 numaradaki ev darmadağındı: devrilmiş sandalyeler, kan lekeleri, kırılmış pencere. Meryem çıplak ayakla sokağa fırlamış, titriyordu. Burnu ve ağzı kanlıydı, elinde mutfak bıçağıyla kendini savunmaya çalışmıştı.
Rıza Bey, aşağıya inip polisleri görünce itiraf etti: “Tüm gece bağırışları duydum. Kahve koydum, belki bir şey olur diye… Ama ‘Benim işim değil’ dedim.” Hanife Hanım sabahlığıyla geldi, gözleri uykusuzluktan kan çanağıydı. “Arayacaktım ama sonra vazgeçtim,” dedi.
O gün herkes dersini aldı: Mahallenin sessizliği, acıya ortak olmuştu. Meryem hastaneye kaldırıldığında vücudu morluklarla, kaburgaları kırık, ruhu paramparçaydı. Erdal tutuklandı, ama zarar çoktan verilmişti — sadece kadına değil, seyreden herkese.
Bahariye Caddesi’nde toplantılar yapıldı. “Yardım hattı” numaraları pencerelere asıldı. “Burada kimse görmezden gelmez” yazılı afişler boyandı. Çocuklara öğretildi: bir ses, bir çığlık duyarsan, söyle. Yetişkinler öğrendi ki sessizlik de bir şiddet biçimidir.
Aylar sonra Meryem terapiyle toparlandı. Mahalle, korkudan dayanışmaya dönüştü. Hanife Hanım şimdi bir WhatsApp grubu yönetiyor; şüpheli bir şey duyulursa herkes birbirine haber veriyor. Rıza Bey camide konuşmalar yapıyor, “Komşunu yalnız bırakma” diyor. Kahvehane artık sadece çay içilen yer değil; dayanışma noktası.
Bu hikâye acı ama inkâr edilemez bir gerçeği anlatıyor: Birisi yardım isterken susmak, suçu büyütür. Şiddet sadece bir evin içinde doğmaz; koridorlarda, susan bakışlarda, kapanan kapılarda çoğalır. Hanife Hanım her ağlamaya kulak tıkadığında, vurulan ellere özgürlük veriyordu. Rıza Bey “Beni ilgilendirmez” dediğinde, korku biraz daha kök salıyordu.
Meryem’in acısı gerçekteydi: o gece kırılan camların sesi, metalik korku tadı, günlerce geçmeyen ağrılar. Ama kurtuluşu da gerçekti: çünkü mahalle sonunda değişti. Artık Bahariye Caddesi susmuyor, koruyor. Sokak lambaları sadece ışık saçmıyor, aynı zamanda dayanışmayı simgeliyor. Meryem yeniden yürümeyi öğrendi. Komşuların yüzünde aynı ifade var: “Artık sadece izleyici olmayacağız.”
Mesaj açık: Duymak yetmez, cevap vermek gerekir. Birlikte hareket ettiğimizde sessizlik kırılır, eyleme dönüşür, umuda dönüşür. İşte o zaman kimsenin susmak zorunda kalmadığı mahalleler doğar.