Penceremdeki Küçük Kerkenez

Penceremdeki Küçük Kerkenez

Her şey sıradan bir öğleden sonra başladı. Dünya sessiz görünüyordu, ben de masamda çalışıyor, pencerenin yanındaydım. İşte o zaman gördüm onu—küçük, yabani bir kerkenez. Pencere pervazına konmuştu, sanki oraya hep aitmiş gibi. Gözleri parlaktı, dikkatli ama garip bir şekilde sakindi. Tüylerinde hâlâ biraz yavru tüyleri vardı; belli ki çok gençti, yuvadan henüz yeni ayrılmıştı.

Donup kaldım. Kerkenezleri çok okumuştum—gökyüzünün vahşi avcıları, cesur uçuşçular, rüzgârın akrobatları. Ama bu küçük kuş kırılgan görünüyordu. Kanatları biraz düşük, nefesi hızlıydı; belli ki uçmak onu yormuştu. İnsanların yanında ürküp kaçması gerekirken, hiç çekinmedi. Aksine başını yana eğdi, bana öyle bir merakla baktı ki neredeyse insana benziyordu.

Uzun bir süre, sadece birbirimize baktık. Aramızdaki sessizlik rahatsız edici değildi, aksine görünmez bir köprü kurulmuş gibiydi. Camı yavaşça araladım, kaçıp gideceğini düşünüyordum. Ama gitmedi.

Kalbim çarparken elimi uzattım. Şaşkınlıkla gördüm ki izin verdi. Parmaklarım göğsündeki tüylerine değdi—yumuşak, sıcak, canlı. Geri çekilmedi. Sadece öylece durdu, belki biraz kararsızdı ama korkmuyordu. O anda aramızda kırılgan ama inkâr edilemez bir bağ oluştu.

Misafir gelmişti diye düşündüm. Ve misafire iyi davranılmalıydı. Mutfağa gidip ince et şeritleri kestim. Ona uzattım. Açlıkla ama dikkatlice yedi. Gaga darbeleri hafifti, asla canımı acıtacak kadar sert değildi. Sanki derimi incitmemesi gerektiğini biliyordu.

O gece pencereyi açık bıraktım, isterse kalabilsin, isterse gidebilsin diye. O kaldı.

Ertesi sabah uyandığımda gitmişti. İçimde garip bir boşluk hissettim. Sanki güzel bir rüya yok olmuştu. Ama öğlene doğru pencere pervazında tırnakların çıkardığı sesi duydum. Oradaydı. Küçük kerkenezim geri dönmüştü, bana bakıyor gibiydi: “Döndüm.”

Bu defa tavuk hazırlamıştım. Kabul etti. Hatta içeri uçtu, masama kondu, çekinerek ama cesurca etrafı inceledi. Acaba dün ona “yarın daha fazla yiyecek hazırlayacağım” dediğimi gerçekten anlamış olabilir miydi?

Günler birbirini kovaladı. Bazen sabahları, bazen öğleden sonraları geldi. Hep aynı beklenti dolu bakışlarla. Cesurlaştı, kanatlarını çırptı, küçük sesler çıkardı. Yiyecek bitince bana kızar gibi bağırdığı bile oldu. Ama birkaç dakika sonra yine dikkatli, nazik yemesine geri dönerdi.

Her gün onun hakkında yeni bir şey öğrendim. Türünün acımasız bir avcı olmasına rağmen, güven karşısında ne kadar nazik olabileceğini. Vahşilikle inceliğin bir arada bulunabileceğini. İnsan ile kuş arasında, kısa da olsa, gerçek bir bağ kurulabileceğini.

Sekiz gün böyle geçti. Sekiz gün boyunca aynı pencere, aynı sofrayı paylaştık. Sessizlikte bile arkadaş olmuştuk. Sonra bir gün gelmedi.

Dokuzuncu gün de yoktu. Onuncu gün de. Pencereyi açık bıraktım, yiyecek hazırladım, kalbim umutla bekledi. Ama biliyordum. Artık gitmişti. Daha güçlüydü, uçacak cesareti vardı, gökyüzündeki yerini hatırlamıştı.

Üzgün olmalıydım belki. Ama daha çok minnettardım. Bana güvenmeyi seçtiği için. Onun güzelliğini yakından görebildiğim için. Yumuşak yavru tüylerine dokunabildiğim için.

Kader onu pencereme getirdi, sonra da aldı götürdü. Ama sekiz günde yazdığımız hikâye asla unutulmayacak. Kelimelerle değil, bakışlarla, nazik gagalamalarla, pencere kenarında kurulan sessizlikle yazılmış bir hikâye.

Belki de böylesi en iyisi. Çünkü dostluk da tıpkı uçuş gibi özgür olmalı. Ona uzun gökyüzleri, güvenli rüzgârlar, bol av ve cesur bir hayat diliyorum. Bense hatırasını taşıyorum: bir zamanlar sadece yabani bir kuş değil, aynı zamanda dostum olan küçük kerkenezin hatırasını.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News