Kırık Aynadan Güçlü Kalbe: Kendini Çirkin Hisseden Bir Kızın, Zorbalığa Uğrayanların Savunucusuna Dönüşme Hikayesi

Kırık Aynadan Güçlü Kalbe: Kendini Çirkin Hisseden Bir Kızın, Zorbalığa Uğrayanların Savunucusuna Dönüşme Hikayesi

Bir zamanlar, Ege Denizi kıyısında, güneşin her sabah turuncuya boyadığı sakin bir sahil kasabasında Elif adında bir kız yaşardı. Elif’in çocukluğu bir aynanın önünde geçti; o ayna sanki ona, duymak istemediği hikâyeleri fısıldardı. Ayna ona, kulaklarının büyük olduğunu, burnunun eğri, bacaklarının ince, gülüşünün ise dergilerdeki kadar “güzel” olmadığını söylerdi. Her baktığında, yalnızca yüzünü değil, içindeki büyüyen güvensizliği de görürdü.

Okulda bazı çocuklar ona alaycı bakışlar atar, konuşurken çekingenliğini, teneffüslerde bir köşeye kaçışını tiye alırlardı. “Çirkin” kelimesi, koridorlarda yankılanan eski bir çan sesi gibi arkasından çalardı. Elif, geceleri sessizce ağlar, odasının penceresinden dışarıda oynayan çocuklara bakarken kendini camın ardında hapsolmuş hissederdi.

Bir gün okuldan eve geldiğinde gözü morarmıştı. Teneffüste itilmiş, çantası fırlatılmış, yere düşmüştü. Elini kanarken gördü, içinde öfke ve acı karışımı bir tat hissetti. Annesi onu kucakladı ama hiçbir sarılma, o “neden ben?” sorusunu susturamadı. O gün Elif anladı ki, başkalarının acımasızlığı sadece gururunu değil, ruhunu da yaralıyor; ona, var olmaya hakkı olmadığını fısıldıyordu.

Günler geçti, okul zili her çaldığında yüreğinde bir rüzgâr esiyordu. Ama bir gün, küçük bir çocuğu fark etti: adı Yusuf’tu. Yusuf’un yüzü çilleriyle doluydu, sesi tizdi ve kimseyle oynamıyordu. Bir top omzuna çarptı, canı acıyınca herkes güldü. O an Elif’in içinde bir yankı oluştu: “Ben de oradaydım.” Kendi acısı, başkasının acısını tanıdı. Ve o an bir kıvılcım doğdu: “Hiç kimse benim hissettiğim gibi hissetmesin.”

Elif, Yusuf’un yanında oturmaya başladı. Onunla öğle yemeklerinde sohbet etti, resimlerini izledi. Yusuf önce şaşırdı ama sonra gülümsedi. Diğer çocuklar gördü ve yavaş yavaş, kimse ona top fırlatmaya cesaret edemedi. Elif yalnızca Yusuf’a değil, kendine de el uzattı.

Yıllar geçti, Elif lise bitince psikoloji okumaya karar verdi. Kolay olmadı. Her sınavda, her sunumda içindeki o küçük kız yeniden ürküyordu. Ama yürüdü. Aynada “çirkin” diyen sesi, mor gözü, yastığa gizlediği gözyaşlarını hatırladı. “Ben dayandıysam, başkaları da dayanmamalı,” dedi. Ve bu cümle hayatının temeli oldu.

Çocuklarla, okul zorbalığıyla ilgilenmeye başladı. Mezun olunca İzmir’de bir dernekte çalışmaya başladı; okullarda zorbalığa uğrayan çocuklara destek veriyordu. Artık geçmişi, yarası değil; gücü olmuştu.

Bir gün, ofisine 12 yaşında bir kız geldi: adı Zeynep’ti. Zeynep omuzlarını hep büküyor, kimseyle göz göze gelmiyordu. Arkadaşları ona “kurbağa” diyordu çünkü sesi farklıydı. Düşerken videosunu çekip sosyal medyada paylaşmışlardı. Zeynep eve ağlayarak dönmüştü.

Elif, Zeynep’i pastel renkli bir battaniyeye sarılı koltuğa oturttu. Sessizce bekledi. Sonra sordu: “Anlatmak ister misin?” Zeynep hıçkırarak anlattı. Elif küçük bir ayna çıkardı: “Bak buna,” dedi. “Ne görüyorsun?” — “Beni…” — “Evet, seni. Ama belki bu ayna başkalarının sözleriyle buğulanmış.” dedi Elif. “Hadi, birlikte silelim.”

O günden sonra Zeynep her hafta geldi. Resim yaptı, konuştu, bazen sadece sustu. Bir sabah ağlayarak geldi; okulda dört çocuk onu itmişti, biri de videoya almıştı. Elif sadece, “Biliyorum, bu doğru değil. Sen suçlu değilsin.” dedi. Birlikte okula gittiler, öğretmenlerle konuştular, çocuklarla atölye yaptılar. Zeynep o gün ağladı ama bir daha eğilmedi.

Zamanla başını dik tutmayı öğrendi. Gülümsemeyi, inanmamayı değil, dirençli olmayı öğrendi. Elif onunla birlikte “Cesur Yansıma” adını verdikleri bir program kurdu; Ege’nin pek çok okulunda çocuklar kendi hikâyelerini anlatmaya başladı. Ayna artık bir yargıç değil, bir dosttu.

Yıllar geçti. Elif artık konferanslar veriyor, çocuklarla çalışıyor, yazılar yazıyordu. Ama aynadaki o küçük kızı hiç unutmadı. Çünkü o kız, binlerce çocuğun sesi olmuştu.

Ve Elif artık biliyordu: Güzellik aynada değil, kalpteki yansımadadır. Güç, başkalarının da yer bulabileceği bir alan açabilmektir. Ve onur, yaralarını saklamakta değil, onların hikâyesini anlatabilmektedir.

O yüzden bu hikâye, bir son değil, bir başlangıçtır. Aynaya bakmaktan korkan her çocuk için bir kapı, “ben farklıyım” diyen her yürek için bir umut… Çünkü o küçük kızın cesareti, bugün binlerce çocuğun “Ben güçlüyüm” diyebilmesini sağlıyor.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News