Suriye’de Türk Ajanı Kuşatıldı — Ankara Sessizce Kurtarma Timi Gönderdi

Sessiz Geçiş: Yıldırım Operasyonu
Ankara’da, gece yarısını on dakika geçe, bir telefon çaldı. Arayan numara kayıtlı değildi, ancak kod doğruydu; bu, tehlikenin en yüksek olduğu anda kullanılan bir hattan gelen sinyaldi. Hattın diğer ucundaki ses, aceleyle ve boğuk bir fısıltıyla yalnızca altı kelime söyledi: “Sinyal kesiliyor. Konum biliyorsunuz. Yetişin.” Ardından, o altı kelimenin ağırlığı altında ezilen uzun bir sessizlik çöktü.
Müsteşarlık binasında, o sessizlik saniyeler içinde kırmızı alarma dönüştü. Kriz masası, 30 saniye içinde tam kadro toplandı. Dev ekranlarda Suriye sınırının yüksek çözünürlüklü uydu görüntüleri açıldı. Ekrandaki dijital haritada, Halep’in güneyini işaret eden tek bir kırmızı nokta yanıp sönüyordu. Bu noktanın etrafında, her biri IŞİD’in aktif kontrol noktasını temsil eden onlarca mavi işaret vardı. Odadaki herkes, nefes bile almadan o kırmızı noktaya odaklanmıştı. O sadece bir koordinat değildi; o nokta, Türkiye’nin en kritik istihbarat kaynağıydı. Kod adı Yıldırım olan MİT personeli, düşman bölgesinde çaresizce sıkışmıştı.
Müsteşar, gözünü ekrandan ayırmadan, buz gibi bir sesle konuştu: “Onu dışarıda bırakmıyoruz.”
Bu cümle, o gecenin başlangıcıydı. Dakikalar içinde, Türkiye’nin en sessiz birimi harekete geçti. Ne bir açıklama yapıldı, ne manşet atıldı. Hiçbir kamera oradaydı. Sadece bir ülke, kendi insanını kurtarmak için sessizce sınırı geçiyordu. Bu, Suriye’nin en karanlık günlerinde yaşanan, tarihe geçmeyecek, kimsenin duymayacağı gerçek bir hikayeydi.
Yıldırım’ın Ağzından Gelen Turuncu Kod
Eylül ayının sonuydu, 2015 yılı. Suriye, kelimenin tam anlamıyla cehennemin adıydı. Halep yanıyor, Rakka IŞİD’in fiili başkenti olmuştu. Bölünmüş bir coğrafyada, Türkiye sessizce sınır güvenliğini korumak için gözünü açık tutuyordu. MİT’in sahadaki operasyonları zirvedeydi. Personel, kimlik değiştirerek, günlük hayatın içine sızıyor, sınır tehdidini önceden tespit etmeyi amaçlıyordu.
Operatif kod adı Yıldırım olan MİT personeli, son üç aydır Azaz’ın güneyindeki küçük bir köyde yaşıyordu. Kimliği ustaca inşa edilmişti: Sabahları çay ocağında oturup komşularla sohbet eder, akşamları camiye giderdi. Normal görünen bu hayatın perdesi arkasında, geceleri şifreli raporlar Ankara’ya gidiyordu. Görevi, bölgedeki grup hareketlerini izlemek ve olası saldırı planlarını tespit etmekti. Üç ayda gönderdiği 28 kritik rapor, sınır güvenliğinin kurgusunu etkilemişti.
Ancak, 15 Eylül akşamı rutin kırıldı. Yıldırım, kontrol noktasından geçerken militanların bakışlarının farklı olduğunu hissetti. Sorular olağandı: “Nereden geliyorsun? Ne iş yapıyorsun?” Ama gözler ölçüyor, tartıyordu. İçgüdüleri alarm verdi. Köye döndüğünde, protokolü çalıştırdı. Telsizini açtı ve Ankara’ya kısa bir mesaj attı: “Turuncu kod. Hareket kısıtlandı. Güvenli çıkış yok.”
Mesajın ulaştığı kriz masasında saat 21:00’di. Turuncu kod, hedefin henüz ele geçirilmediği ancak riskin çok yüksek olduğu anlamına geliyordu. Analistler haritayı inceledi: Hedefin bulunduğu köy IŞİD denetimi altındaydı. Bölge, kuzeyden PD, güneyden IŞİD, batıdan rejim baskısı altındaydı. Tek teorik rota doğu koridoruydu ama oradan çıkış için en az 12 saat gerekiyordu.
Bir subay itiraz etti: “12 saat çok uzun. Sabah olunca arama ihtimali yükselir.”
Müsteşar masaya eğildi, parmağıyla haritadaki noktaya bastı ve soğuk bir sesle kararını açıkladı: “Ben bu adamı üç ay önce oraya gönderdim. Şimdi onu geri getireceğim.”
Karar kesindi. Resmi bir kararname yoktu, medyaya bilgi sızdırılmayacaktı. Bu operasyon, kayıtlarda görünmeyecekti. Diplomatik açıdan hiçbir iz bırakılmayacaktı.
Çelik ve Sekiz Hayalet
Hatay’daki Özel Harekat üssünde, o gece sadece sekiz kişi uyandırıldı. Komutanları onlara kısa bir cümle söyledi: “Suriye’de bir meslektaşımız sıkıştı. İki saat içinde yola çıkıyoruz.”
Hazırlıklar başladı. Ekipman kontrol edildi, haritalar gözden geçirildi. Soru yoktu, sorgu yoktu. Sadece görev vardı. Ekibin lideri Üsteğmen’di, kod adı Çelik. Yirmi yıllık Bordo Bereli geçmişi vardı ve Suriye’ye daha önce birçok kez girip çıkmıştı. Ama bu sefer farklıydı. Kurtarılacak kişi, aileden biriydi. Bu fark, görev ağırlığını değiştirdi.
Saat 01:30’da ekip yola çıktı. Üsse kayıtlı olmayan iki araçla sınır istikametine hareket ettiler. Saat 03:00’te, resmi kapının olmadığı toprak yolda durdular. Araçlardan inip ekipmanlarını sırtladılar.
Çelik, telsizle son anonsu yaptı: “Kuzey takım sınırda konumlandı. İleriye doğru harekete geçiyoruz.” Ankara’dan gelen yanıt kısaydı: “Onaylandı. Hedefle son temas hâlâ yok. Dikkatli ilerleyin.”
Çelik telsizi kapattı ve ekibine döndü. Sekiz adam, gece görüş gözlüklerini takarak karanlığa doğru yürüdü. Dünya, yeşil bir sis içinde görünüyordu ve Türkiye sınırını geçtiler. Artık resmi olarak hiçbir yerde değillerdi ama görevleri her zamankinden daha netti: Bir adamı kurtarmak ve onu eve getirmek.
Mayınlı Koridor
Sınırın ötesi, ışığın ve sesin olmadığı başka bir dünyaydı. Çelik’in ekibi, hesaplı hareketlerle araziye adım attı. İlk ve en zorlu hedef, mayınlı bölgeyi geçmekti. Patlayıcı uzmanı Demir öne geçti. Elindeki dedektör, toprağı santim santim tarıyordu. Cihaz hafifçe titrediğinde, her sinyal potansiyel bir ölüm tehdidiydi. Demir, 10 metre yürüdü, durdu, eğildi. “Taş parçası. Temiz. Devam,” dedi. Arkasından gelen ekip, sessizce Demir’in ayak izlerini takip etti.
Mayınlı koridor iki kilometre uzunluğundaydı. Normal şartlarda 15 dakikada geçilirken, burada her adım bir buçuk dakika sürüyordu. Dört saat sonra, hiçbiri mayına basmadan bölgeyi geçtiler. Demir’in elleri titriyordu ama durmamıştı. 10 dakikalık kısa bir molanın ardından, Çelik haritaya baktı. Yıldırım’ın bulunduğu köy, sadece 3 kilometre kuzeydeydi. “Buradan sonra sessiz yaklaşım,” dedi. “Kimseyle temas kurmayacağız. Sadece hedefi bulacağız.”
Temas ve Ateş
Saat 05:00’e geliyordu. Güneş doğmadan işi bitirmeleri gerekiyordu. Grup 2 (Çelik ve iki adamı), hedefe doğru ilerledi. Köye yaklaştıklarında ilk ışıkları gördüler. Güney girişinde IŞİD bayrağı dalgalanıyordu. Termal kamerayla yapılan tarama, çoğu uyuyan 14 kişi tespit etti. Hedef bina, köyün doğu ucundaki iki katlı, yıkık duvarlı eski bir yapıydı.
Çelik, 100 metre mesafede durdu ve telsizle Grup 1’den (keskin nişancılar) durumu aldı. “Köy sakin. Kontrol noktasında iki kişi ama dikkatsizler.” Grup 3, çıkış rotasında hazırdı.
Üç adam gölge gibi ilerledi. Binanın arka tarafına vardıklarında Çelik, termal kamerayla içeriyi taradı: Üst katta, sağ köşede hareketsiz tek bir kişi vardı.
Çelik silahını hazırladı ve içeri girdi. Karanlık merdivenler çürük tahtadan yapılmıştı, her basamak gıcırtı yapabilirdi. Ağırlığını dağıtarak yavaşça çıktı. Üst katta, sağdaki kapalı kapıya yaklaştı ve kulağını verdi. İçeriden çok hafif bir nefes sesi geliyordu. Elini tokmağa koydu ve üç kere vurdu: Tık tık tık. Kod vuruşuydu. Üç saniye sonra içeriden aynı yanıt geldi: Tık tık tık.
Çelik gülümsedi. Kapıyı yavaşça araladı. Odanın köşesinde, sırtı duvara dayalı bir adam vardı. Yüzü kirli, sakalı uzamış, ama gözleri hala diri ve keskin. Yıldırımdı.
Çelik eğildi, fısıldadı: “Biz geldik. Hazır mısın?”
Yıldırım güçlükle ayağa kalktı. Dudaklarından hafif bir gülümseme geçti. “Geç kaldınız,” dedi.
Çelik omzuna dokundu: “Türkiye asla geç kalmaz. Sadece trafikte kalır.”
Odada ilk kez gerilim gevşedi, ama o an kısa sürdü. Telsizden acil bir ses geldi: “Grup 1’den Grup 2’ye: Düşman hareketi tespit edildi. Doğudan köye araç geliyor. Tahmini varış süresi iki dakika. Acele edin.”
Çelik’in yüzü anında sertleşti. “Koşabiliyor musun?”
Yıldırım derin bir nefes aldı. “Koşmam gerekiyorsa koşarım.”
Ekip binadan çıktı. Yıldırım ortadaydı, iki asker tarafından korunuyordu. Tam dışarı çıkar çıkmaz, doğudan gelen motor sesi ve ışıkları duydular. Işık devriyesi düşündüklerinden daha hızlıydı. İki araç, tahmini sekiz kişiyle fenerlerle etrafı tarıyordu.
Arabalar kontrol noktasında durdu. Bir militan bağırdı: “Burada yabancı olduğunu söylediler! Kontrol edin!”
Çelik işaret verdi: Geri çekiliyoruz. Altı kişi gölge gibi hareket etti. Yıldırım, adrenalinin etkisiyle ayaktaydı, ağrı hissetmiyordu. Keskin nişancılardan gelen son uyarı: “Devriye binayı aramaya başladı.”
Çelik dönüp baktı. Fenerler hedef binaya yönelmişti. “Hızlan!”
Sessizlik bitti. Artık sürat öncelikti. Ekip koşmaya başladı. Köyün doğu ucuna vardıklarında, arkalarından bağırışlar duyuldu. Fenerler döndü. Silah sesleri havayı yırttı. “Fark edildik! Koş!”
Ekip tüm hızıyla ilerledi. Yıldırım tökezledi ama düşmedi, bir asker kolundan tuttu. Ardından gelen kurşun sesleri karanlığı deliyordu ama mesafe açılmıştı. Karanlık, onların en büyük silahıydı.
Kısa süre sonra, Grup 3’ün konumuna ulaştılar. Kamuflajlı araç hazırdı, motoru çalışıyordu. Herkes araca atladı. Yıldırım arka koltuğa yığıldı. Çelik sürücüye bağırdı: “Gaz ver!”
Araç hızla hareket etti. Köyden gelen silah sesleri giderek uzaklaştı. Mayınlı bölgeye geldiklerinde sürücü GPS rotasını takip etti. Hız azaldı ama durmadılar. On dakika sonra geçiş tamamlandı ve karşılarında Türkiye sınırı göründü.
Tutulan Söz
Yıldırım, pencereden dışarı baktı. Gözleri doluydu. Çelik omzuna dokundu: “Hoş geldin eve.”
Yıldırım başını salladı. Gözyaşları süzüldü. “Hiç şüphem olmadı,” dedi.
Sınırda resmi kapı yoktu. Sadece sessiz bir geçiş. Ankara’ya kısa bir mesaj gitti: “Yıldırım güvende. Operasyon tamamlandı.”
Güneş doğmaya başlamıştı. Yıldırım, Türk toprağına bastı ve dizlerinin üzerine çöktü. Kimse konuşmadı. O an sadece bir kurtarma değil, aynı zamanda bir sözdü.
Üç gün sonra Ankara’da, Yıldırım rapor verdi. Müsteşar sessizdi.
“Ne kadar süre saklandınız?” “36 saat.” “Neden telsizi kapattınız?” “IŞİD o gece tüm frekansları tarıyordu. Açarsam konumum tespit edilirdi.”
Müsteşar, sorgunun sonunda masadaki dosyayı kapattı. Yıldırım’a baktı. “Kurtarma ekibinin geleceğini bildiniz mi?”
Yıldırım bir an durdu. “Biliyordum.”
“Nereden?”
“Çünkü Türkiye insanını dışarıda bırakmaz.”
Müsteşar ayağa kalktı. Elini Yıldırım’ın koluna koydu. “Bu operasyon hiç olmadı. Anlatabildim mi?”
“Anladım efendim.”
Rapor o gün arşivlendi. Dosya ‘Çok Gizli’ sınıflandırmaya alındı ve bir daha hiç konuşulmadı. Ama Yıldırım o geceyi hiç unutmadı. Karanlık odada beklediği anı ve en çok kapının açıldığı o anı. Çünkü o an sadece bir kurtarma operasyonu değildi. O an, bir ülkenin verdiği sözün tutulmasıydı. Ve Türkiye, sözünü her zaman tutar. O gece kimse alkış tutmadı, kimse haber yapmadı ama bir ülke sessizce nefes aldı.