Herkesin küçük düşürdüğü öğretmen… ta ki kimsenin görmeye cesaret edemediği o video ortaya çıkana kadar.

Yağmur, çıkış ziliyle aynı anda başlamıştı.
İstanbul’un dışında, Boğaz’a bakan özel bir okul olan Arda Koleji koridorlarında kahkahalar, sırt çantaları ve pahalı üniformaların yankısı karışıyordu.
O çocukların arasında —iş insanlarının, siyasetçilerin, doktorların çocukları— Elif Hanım yürüyordu.
Edebiyat öğretmeniydi.
Kazancı zar zor kirayı ödemeye yetiyordu.
Dört kıştır aynı paltosunu giyiyordu.
Ve yüzündeki o nazik ifade… bazı öğrenciler için sadece alay konusuydu.
—“Çantasını gördün mü?” diye fısıldadı bir kız.
—“Kesin pazardan almıştır,” dedi diğeri, gülerek.
—“Ya da fakir öğrencilerinden hediye,” diye ekledi bir başkası.
Kahkahalar bir telefona kaydedildi.
İlk kez olmuyordu.
Bir akşam, sosyal medyada bir video belirdi:
Elif Hanım, titreyen sesiyle sınıfta sessizlik isterken, öğrenciler gülüyordu.
Başlık acımasızdı:
“Kendi sınıfına bile söz geçiremeyen öğretmen.”
Saatler içinde video okulda viral oldu.
Yorumlar bıçak gibiydi:
—“Zavallı, artık emekli olmalı.”
—“Öğretmeyi bilmiyor.”
—“Böyle bir kadın elit okulda ne arıyor?”
Elif Hanım videoyu gördü.
Sessiz kaldı.
Ağlamadı. En azından kimsenin önünde değil.
O gece, yağmurun altında okula döndü.
Boş sınıfa girdi.
Masasına oturdu. Üzerinde öğrencilerin ödevleri duruyordu.
Bir tanesi —sınıfın en sorunlu öğrencisi Deniz’in ödevi— kahve lekeli, silik düzeltmelerle doluydu.
Ama son sayfada şu cümle yazılıydı:
“Bazen tek ihtiyacım olan şey, birinin başarabileceğime inanması.”
Elif derin bir nefes aldı. Ve o anda bir şey değişti.
Bir hafta sonra okulun edebiyat fuarı günü geldi.
Zengin veliler ön sıraları doldurdu, ileri sınıf öğrencileri sunumlarını hazırladı.
Elif Hanım, programın sonunda, ikinci sınıf öğrencileri için mütevazı bir köşe ayarlamıştı.
Sahneye çıktıklarında kimse büyük bir şey beklemiyordu.
Ta ki video başlamayana kadar.
Ekranda herkesin bildiği sahne belirdi: Elif Hanım ders anlatmaya çalışıyor, öğrenciler gülüyordu.
Salonda mırıldanmalar, bastırılmış kahkahalar…
Ama video durmadı.
Devam etti.
Kameranın gizlice kaydettiği sahnede Elif Hanım, ders bitince ağlayan bir öğrenciye —en çok gülen o çocuğa— yaklaştı.
Omzuna elini koydu.
—“Derste ne dersen de,” dedi fısıltıyla.
—“Ama lütfen kendine inanmayı bırakma.”
O çocuk Deniz’di.
Salon sessizleşti. Kahkahalar söndü.
Video şu cümleyle bitti:
“Herkes onu aşağıladı… ama bana inanan tek kişi oydu.”
Deniz seyirciler arasından ayağa kalktı, sahneye yürüdü.
Sesi titriyordu ama kararlıydı:
—“O ilk videoyu ben çektim. Alay etmek için yükledim.”
—“Ama bu videoyu… özür dilemek için çektim.”
Sessizlik.
Sonra bir alkış.
Önce hafif, sonra salonu dolduran bir alkış.
Elif Hanım konuşmadı.
Sadece gözyaşlarıyla gülümsedi.
O gece, bir veli yanına geldi:
—“Yaptıklarını bilmiyordum,” dedi.
—“Kimse bilmez,” dedi Elif. “Ama bir gün öğrenciler bilecek.”
Birkaç hafta sonra, Arda Koleji zorbalıkla ilgili yeni bir politika açıkladı.
Deniz, Elif’in yardımıyla bir hikaye yarışmasına katıldı.
Kazandı.
Hikayenin adı basitti:
“Bana pes etmemeyi öğreten öğretmen.”
Ve ithaf kısmında şunlar yazıyordu:
“Gerçek kahramanlar alkışa değil, inanca ihtiyaç duyar.”