Haramdan Kaçanı Allah Nasıl Korur? İbretlik Bir Olay

Haramdan Kaçanı Allah Nasıl Korur? İbretlik Bir Olay

Haramdan Kaçanı Allah Korur: Nimetullah Efendi’nin Hikmeti

Ünlü hükümdar Timur’un vefatından sonra tahta geçen oğullarından Şahruh, babasının kudretli ancak sert mizacının aksine, bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim selim bir padişahtı. Devlet işlerinden arta kalan zamanlarında bilginlerle oturup sohbet etmekten, onların hikmetli sözlerini dinlemekten büyük zevk alırdı. Bu sayede sarayı, dönemin önemli alim ve evliyalarına ev sahipliği yapıyordu.

Şahruh’un çevresindeki bu değerli bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda büyük bir Allah dostu (evliya) olan Nimetullah Efendi’nin dilinden düşürmediği, neredeyse bir yaşam düsturu haline getirdiği bir söz vardı: “Allah haramdan kaçanı korur.”

Yani Nimetullah Efendi, bir kimsenin kalbinde haramdan uzak durma niyeti varsa, Allah’ın ona bilmeden bile olsa haram lokma yedirmeyeceğini, haramı nasip etmeyeceğini ifade etmek istiyordu. Bu sözü sık sık tekrar eder, bunu biraz da hükümdarı ve onun çevresindeki adamları uyararak, onları helal kazanca teşvik etmek amacı güderdi.

Hükümdar Şahruh ise bu hikmete her zaman tam olarak katılmazdı. O, insanın bazen bilmeden, istemeden de harama el uzatabileceğini, kötü niyetli insanların eylemleri sonucu masum birinin de haram yiyebileceğini ileri sürerdi. Ancak Nimetullah Efendi bu görüşte değildi; Allah’ın koruyuculuğunun, kulun samimi niyetine her zaman muktedir olacağına inanıyordu.

Şahruh, Nimetullah Efendi’nin bu kuvvetli iddiasını sınamak ve bu hikmetli sözün gerçekten her durumda geçerli olup olmadığını görmek istedi. Bir gün sarayında, özellikle Nimetullah Efendi’yi ağırlamak üzere büyük ve görkemli bir ziyafet düzenledi.

Davet günü geldi. Başta hükümdar Şahruh ve Nimetullah Efendi olmak üzere tüm davetliler sofraya oturdular. Sofranın baş yemeği, kehribar gibi kızarmış, iştah açıcı kokusu tüm salonu kaplayan enfes bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de kuzu etinden yiyor, yedikçe o meşhur sözünü, “Allah haramdan kaçanı korur,” diye tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları ise Efendi’nin bu tekrarına bıyık altından gülüyor, biraz sonra ortaya çıkacak gerçeği merakla bekliyorlardı.

Nihayet yemek bittiğinde ve eller yıkanıp sofradan kalkıldığında, Şahruh bu anı beklediğini belli eden bir ifadeyle Nimetullah Efendi’ye dönüp sordu: “Hocam, Allah haramdan kaçanı her zaman ve her durumda korur mu?”

Nimetullah Efendi, her zamanki vakar ve sakinliğiyle cevap verdi: “Evet korur, Hükümdarım. Haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.”

Bunun üzerine Şahruh, yüzünde meydan okuyan bir gülümsemeyle sözüne devam etti: “Ama hocam, sanırım bu kez seni korumadı. Sen de bizimle birlikte bu sofrada haram yedin.”

Nimetullah Efendi’nin kaşları çatıldı: “Hayır. Ben haram yemedim. Haramı siz yediniz.”

Hükümdar, galip geldiğinden emin bir ses tonuyla iddia etti: “Boşuna iddia etme hocam. Sofrada yediğimiz o kuzu, bizzat benim adamlarım tarafından çobandan çalınmıştı. O, hırsızlık malıydı.”

Bu açıklama salonda ufak bir uğultuya sebep oldu. Ancak Nimetullah Efendi en ufak bir şaşkınlık belirtisi göstermeden, aksine daha da kesin bir sesle yanıtladı: “Olabilir, Hükümdarım. Size haramdı ama bana helaldi.”

Şahruh la havle çekti. Kafası iyiden iyiye karışmıştı. Her şey açıkça ortadaydı, çalınan bir mal nasıl birine haram, diğerine helal olabilirdi? Bu, mantık kurallarına aykırıydı.

Nimetullah Efendi, hükümdarın bu şaşkınlığını görünce daha fazla dayanamadı ve sözünün sırrını çözmek üzere son noktayı koydu: “Eğer bana inanmıyorsanız, o kuzunun sahibini bulun ve ona sorun. O zaman hadise size ayan olacaktır.”

Bu sefer iyice şaşıran hükümdar, “Bunda mutlaka bir hikmet var,” diyerek hemen adamlarına emir verdi. Kuzuyu çalan askerler, hemen yola koyulup çalınan kuzunun sahibini bulmalarını istedi.

Hükümdarın adamları, sonunda kuzuya el koydukları yeri ve sahibini buldular. Kuzunun sahibi, dağlık bir alanda yaşayan yaşlı ve fakir bir kadındı. Askerler, kadının yanına varıp suçlarını itiraf ettiler: Kuzuyu çaldıklarını, pişirip yediklerini söylediler ve bunun karşılığında parasını ödemek istediklerini belirttiler.

Ancak ne gariptir ki, kadın kuzunun parasını almayı bir türlü kabul etmiyordu. Askerler, borçlarını ödemek için ne kadar ısrar ettilerse, ne kadar para teklif ettilerse, kadın hiçbirini kabul etmedi.

Buna bir anlam veremeyen askerler, kadına neden parayı kabul etmediğini sorunca, hadisenin sırrı tam manasıyla ortaya çıktı ve Nimetullah Efendi’nin sözünün hikmeti anlaşıldı.

Yaşlı kadın, gözleri dolarak şunları söyledi: “Ben o kuzuyu para kazanmak için değil, Allah rızası için yetiştiriyordum. Bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmış. Onu çok seviyor, dualarına talip oluyordum. Bu kuzuyu da sadece ona ikram etmek, Allah için bir hediye olarak sunmak üzere büyütmüştüm. Ben onu rızamla o mübarek zata helal ettim.”

Askerler donup kaldılar. Nimetullah Efendi, kuzuyu daha sofraya gelmeden önce, Allah rızası için yapılan bir adak ve hediye olarak kabul etmişti. Kuzu her ne kadar hırsızlık yoluyla saraya gelmiş olsa da, sahibinin niyeti sebebiyle Nimetullah Efendi için helal kılınmıştı.

Askerler, hemen geri dönüp durumu Şahruh’a anlattılar. Hükümdar, bu hadise karşısında büyük bir hayranlık ve pişmanlık duydu. Nimetullah Efendi’nin sözündeki hikmet ve imanın kuvveti karşısında eğildi. Allahu Teâlâ’nın, kulunun kalbindeki haramdan kaçınma niyetini nasıl koruduğunu, kudretiyle tüm olayları nasıl o niyet doğrultusunda değiştirdiğini idrak etti.

Bu hadise, sadece Şahruh ve saray halkı için değil, yüzyıllar boyunca tüm inananlar için bir ibret vesikası olmuştur. Olay, Allah’a tam teslimiyetin (tevekkülün) ve haramdan kaçınma gayretinin (takvanın) mükafatını göstermiştir. Kim ki samimiyetle Allah için olursa, Allah da ona en beklenmedik yollarla yardımcı olur ve onu şerlerden muhafaza eder. Zira Allah’a sığınan güvendedir ve O’nun bilgisi dahilinde olmayan hiçbir şeyin vuku bulması mümkün değildir.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News