Milyarderin ikizleri felçli ve dilsiz doğdu… Hizmetçi sessizce bir mucize yaratana kadar.
.
.
Milyarderin İkizleri Felçli ve Dilsiz Doğdu… Hizmetçi Sessizce Bir Mucize Yaratana Kadar
Hangi şehirden dinliyorsunuz bu hikayeyi? Çünkü bugün size bir babanın en büyük acısının ve beklenmedik bir mucizenin hikayesini anlatacağım.
İstanbul’un en prestijli mahallelerinden Bebek’te üç katlı beyaz taş malikanenin geniş salonunda sessizlik hakimdi. Bu sessizlik sıradan bir ev sessizliği değildi. Bu, umudun tükendiği, hayallerin paramparça olduğu, bir babanın kalbinin her gün biraz daha kırıldığı türden bir sessizlikti.
Selim Korkmaz (45), Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden birinin CEO’suydu. Dışarıdan bakıldığında mükemmel bir hayatın sahibiydi; ama gözleri, içindeki fırtınayı gizleyemiyordu.
Şu anda salonun ortasındaki özel yapım halıda oturan iki küçük kızına bakıyordu: Eda ve Selin, üç yaşındaki ikizleri. Onlara bakmak hem en büyük mutluluğu hem de en derin acısıydı.
Üç yıl önce, o kış gecesi kar fırtınası İstanbul’u esir almıştı. Eşi Nilüfer‘in doğum sancıları başladığında, hastaneye yetişmeye çalışırken yaşadıkları gecikmeler, komplikasyonlar ve oksijen eksikliği yüzünden karısını kaybetmişti.
İkizler hayatta kalmıştı, ama ağır nörolojik hasarla. Eda, beyninin sol yarısındaki hasar nedeniyle sol elini sürekli titretiyor, vücudunun sağ tarafını kontrol edemiyordu. Selin ise gırtlağındaki sinir hasarı yüzünden hiçbir ses çıkaramıyordu. Her ikisi de normal çocuklar gibi yürüyemiyor, oynayamıyor, konuşamıyordu.
Doktor Murat Özkan’ın sözleri hala kulaklarında çınlıyordu: “Selim Bey, gerçekçi olmamız gerekiyor. Bu çocuklar hiçbir zaman normal bir yaşam süremeyecek. En iyisi onları kabul etmeniz.”
“Normal.” Bu kelimeden nasıl da nefret ediyordu.
Artık 15 bakıcı da bugün işten ayrılmıştı. Selim, iş dünyasında “Demir Adam” olarak bilinirdi, her problemi çözebileceği düşünülürdü. Ama evde, kızlarının yanında, kendini dünyanın en çaresiz adamı gibi hissediyordu.
Eda, oyuncak arabasını tekrar tekrar aynı noktaya sürüklüyor, Selin ise pencereye bakıp dudaklarını oynatıyordu, ama hiçbir ses çıkmıyordu.
Telefonu çaldı. Sekreteri, Sevgi, yeni bakıcı ajansının aradığını söyledi: “Özel eğitim almış birisi varmış. Ayşe Yılmaz, hemşirelik ve çocuk gelişimi eğitimi almış. Özgeçmişi oldukça etkileyici.”
Selim derin bir nefes aldı. On altıncı denemeydi, ama belki, sadece belki, bu sefer farklı olurdu.

Ayşe Yılmaz ve Çocuğun Normalliği
Ertesi sabah saat 9:00’da kapı zili çaldı. Ayşe Yılmaz kapıda duruyordu. Orta boylu, açık kahverengi gözlü, saçları topuz yapmıştı. Üzerinde beyaz gömlek ve lacivert pantolon vardı. Ama Selim’in dikkatini çeken, onun gözleriydi. Bu gözlerde yorgunluk vardı, ama aynı zamanda güçlü bir kararlılık.
“Selim Bey, ben Ayşe Yılmaz,” dedi elini uzatarak. “Kızlarınızla tanışmaya gelmiştim. Dosyalar sadece başlangıç noktasıdır.”
Salona girdiklerinde, ikizler yine aynı konumlardaydı. Ayşe, diğer bakıcılar gibi acele etmedi. Yere çömeldi, kızların seviyesine indi ve sadece gözlemledi.
“Eda,” dedi yumuşak bir sesle. “Araban çok güzelmiş. Hangi rengi en çok seviyorsun?”
Eda kafasını kaldırdı, gözleri Ayşe ile buluştu. Sonra titreyen sol eliyle arabanın kırmızı kısmını işaret etti. Selim şaşırdı. Aylardır kimse Eda’dan bu kadar net bir tepki alamamıştı.
Ayşe, Selin’e döndü: “Sen de çok güzelsin. Pencereden ne izliyorsun?”
Selin dudaklarını oynattı, ses çıkmadı, ama Ayşe dikkatle dinledi. “Kuşları mı?” Selin gözleri parıldayarak başını salladı.
“Nasıl anlıyorsunuz?” diye sordu Selim şaşkınlıkla.
“Çocuklar bizim sandığımızdan çok daha fazla şey anlatır,” dedi Ayşe. “Sadece dinlemeyi bilmemiz gerekir.”
O gün öğleden sonra Ayşe, beklenmedik bir şey yaptı: Kendi kızı Canan‘ı getirdi. Beş yaşındaki Canan, mini bir kasırga gibiydi. Hiçbir önyargı olmadan ikizlere yaklaştı.
“Eda, seninle araba oyunu oynayalım,” dedi. “Selin’e ise, “Sen de gel, beraber oynayalım.”
İlk kez gerçek anlamda çocuk sesleri salonu doldurdu. Canan’ın kahkahaları, Eda’nın titrek gülümsemesi, Selin’in sessiz ama mutlu ifadesi.
Selim köşede durmuş izliyordu. “Bu normal mi?” diye sordu Ayşe’ye.
“Normal nedir ki?” diye karşılık verdi Ayşe. “Her çocuğun kendine özgü bir normali vardır. Bizim işimiz onların normalini keşfetmek.”
Akşam Ayşe ayrılırken Selim’e döndü. “Yarın müzik getirmek istiyorum. Çocuklar ritim seviyorlar. Bu onlarla iletişim kurmanın başka bir yolu olabilir.”
Selim şüpheyle baktı: “Doktor Özkan, tıbbi terapilerin daha etkili olacağını söylüyor.”
“Tıp önemli,” dedi Ayşe. “Ama kalp de önemli. Bu çocukların sadece fizik tedaviye değil, sevgiye de ihtiyaçları var.”
Mozart, Davul ve İlk Sesler
Değişim rüzgarı ertesi sabah, Ayşe’nin getirdiği küçük müzik kutusuyla birlikte esti. Ayşe, hoparlörden sakin bir klasik müzik parçası açtı: Mozart’ın Piyano Sonatı. Melodiler havada süzülmeye başladığında, Eda titremeyi bıraktı. Sol eli, müziğin ritmine uygun sallanmaya başladı. Selin ise kafasını kaldırıp Ayşe’ye baktı, gözlerinde daha önce hiç görmediği bir parıltı vardı.
Ayşe, küçük davulu Eda’nın önüne koydu. “İstersen vurabilirsin.” Eda, tereddüt etti, sonra sol elini davulun üzerine koydu. İlk vuruş çok hafifti. Ama Ayşe, sanki en güzel konseri dinliyormuş gibi alkışladı. Bu kez Eda daha güçlü vurdu.
Selin de yaklaştı. Çıngırağı eline aldı ve sallamaya başladı. Ses çıkaramıyordu, ama kollarıyla, vücudunun üst yarısıyla müziğe eşlik ediyordu.
“Bu bizim şarkımız,” dedi Ayşe. “Eda’nın davulu, Selin’in çıngırağı ve benim alkışım.”
O anda Selim, laptop ekranını kapattı ve salona yürüdü. Bu müzik, bu kırık ama güzel sesler, kalbini sıcak bir duyguyla kapladı.
Eda, babasını görünce davul çalmayı bıraktı. Küçük elini ona doğru uzattı. İlk kez gerçek anlamda babasından bir şey istiyordu. Selim, yavaşça yere çömeldi. Kızının elini tuttu.
“Çocuklar bizim düşündüğümüzden çok daha fazlasını anlıyor,” dedi Ayşe.
“Ama doktorlar hiçbir umut vermiyor,” diye karşılık verdi Selim.
“Doktorlar beynin bildiği şeyleri söylüyor,” dedi Ayşe. “Ama kalbin bildiği şeyler farklı. Bu çocuklar belki hiçbir zaman normal olmayacaklar, ama kendi güzelliklerini yaratabilirler.”
Selin, aniden ayağa kalktı. Titrek adımlarla Selim’e yaklaştı ve onun dizine yaslandı. Dudaklarını oynattı, ses çıkmadı, ama Selim bu kez anladı: “Baba” demeye çalışıyordu.
Gözlerini dolduran yaşları sildi. “Evet canım, ben babayım.”
Ayşe, Selim’e döndü. “Gördünüz mü? İletişim kuruyorlar. Sadece bizim alışık olduğumuz yöntemlerle değil.”
Emirgan Parkı ve Bilimsel Gerçekler
Ertesi gün, Emirgan Parkı’nın yeşil çimenlerinde, Ayşe ikizleri özel arabalarında itiyordu. Selim arkalarından yürüyordu, casual giyinmişti.
Parkın ortasındaki gölün yanına geldiklerinde, Eda kendi başına oturmaya çalıştı. Sol eli titremiyordu. Yavaş yavaş dik oturma pozisyonuna geldi.
“Eda, kendisi mi oturdu?” diye sordu Selim nefesini tutarak.
“Evet,” dedi Ayşe. “Motivasyonu var. Bu en önemli şey.”
Selin, suya dokunduğunda ağzından küçük bir ses çıktı. İlk kez duyduğu gerçek bir ses!
Öğlen yemek yerlerken, Eda başka bir şey yaptı: Kendi başına uzandığı yerden döndü, karnının üzerine geçti. Sonra ellerini kullanarak biraz ileri doğru sürünmeye çalıştı.
“Bu imkansız,” diye mırıldandı Selim. “Doktor Özkan, motor becerilerinin gelişmeyeceğini söylemişti.”
“Doktorlar bilir,” dedi Ayşe. “Ama çocuklar da bilir. Bazen çocukların bildiği şeyler daha güçlüdür.”
Akşam, Selim’in telefonu çaldı: Doktor Özkan. “Selim Bey, yarın kontrole gelmeniz lazım. Çocukların fizik tedavi programını gözden geçireceğiz.”
“Doktor Bey,” dedi Selim. “Çocuklar ilerliyor. Bugün Eda sürünmeye çalıştı. Selin sesler çıkarıyor.”
“Selim Bey,” doktorun sesi ciddiydi. “Gerçekçi olmalısınız. Bilimsel gerçekler değişmez.”
“Belki de hayal kuruyoruz,” dedi Ayşe. “Ama hayaller gerçek olabilir. Bu çocuklar bize bunu kanıtlıyor.”
Final Mucize ve Yeniden Doğuş
Ertesi sabah, Acıbadem Maslak Hastanesi’nde, Doktor Özkan ikizleri muayene etti. Hastane ortamı onları gerginleştirmişti ve doktor, “Herhangi bir ilerleme yok. Hatta Eda’nın el titremesi artmış görünüyor,” dedi.
“Sadece 5 dakika,” dedi Ayşe, Selim’in ısrarıyla doktor kabul etti. Ayşe, aynı Mozart parçasını açtı.
Müzik başladığında, Eda’nın eli titremeyi bıraktı ve ritme uygun sallandı. Selin ise ağzından net vokal sesler çıkardı.
“Bu… bu nasıl mümkün?” Doktor Özkan’ın ifadesi değişti.
Ayşe, Selim’e döndü: “Belki de sorun bizim yöntemlerimizde değil, Dr. Bey. Nörolojik hasar gerçek, ama beyin plastiktir. Diğer bölgeler devreye girebilir.”
Doktor, muayene masasında, Selim’in gözleri önünde, titrek adımlarla birkaç adım atan Eda’yı izledi. Selin ise doktora uzanıp onun stetoskopunu tutmaya çalışıyordu—ilk kez yabancı birine bu kadar cesur davranıyordu.
“Bu çocuklar tıbbi literatürün dışında bir şey yaşıyor,” dedi doktor. “Belki de özel bir çalışmanın parçası olmalılar: Müzik terapisi ve nörolojik rehabilitasyon üzerine bir araştırma.”
Selim, Ayşe’ye baktı. “Bu keşif nasıl oldu? Müziğin bu etkisini nereden biliyordunuz?”
“Bilmiyordum,” dedi Ayşe dürüstçe. “Sadece çocukları dinledim. Onlar bana öğretti.”
Altı ay sonra, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin konferans salonunda, Selim Korkmaz, babası olarak kürsüde duruyordu. Doktor Özkan, artık Selim’in en büyük destekçisiydi. İkizlerin son durumunu gösteren video—Eda’nın iki eliyle koordineli davul çalması, Selin’in müzikle vokal ifadeler çıkarması—salonu heyecanlandırdı.
Selim mikrofonu aldı. “Altı ay önce umudumu kaybetmiştim. Ama bir hizmetçi—hayır, bir melek geldi evimize. Ayşe bana babalığı öğretti.”
“Bugün size müjdeli haber vermek istiyorum. Selin bir hafta önce ilk kelimesini söyledi: Baba. Ve Eda artık yardımsız yürüyebiliyor.”
Ayşe, salonun bir köşesinde oturuyordu. “Asıl mucize, benim değişim geçirmem oldu,” dedi Selim. “Onlar beni iyileştirdi.”
Konferans bittikten sonra, Selim, İstanbul Üniversitesi ile ortaklaşa özel ihtiyaçlı çocuklar için Ayşe Yılmaz Müzik Terapisi Merkezi‘ni kurdu. Ayşe’yi merkezin yöneticisi yaptı.
Gece, Selim ikizleri yatırırken onlara fısıldadı: “Size bir şey söyleyeceğim. Siz beni değiştirdiniz. Ben sizi değil, siz beni iyileştirdiniz.” Eda, belirgin bir şekilde “Baba” dedi. Selin ise “Seviyorum” demeye çalıştı.
Selim, Nilüfer’in fotoğrafına baktı. “Karım,” dedi. “Artık huzurla gidebilirsin. Kızların güvende ve ben nihayet baba olmayı öğrendim.”
İkizler, merkezin ilk gönüllü öğretmen yardımcıları oldular. Müzikleri ile başka çocuklara umut taşıyorlardı. Çünkü gerçek mucizeler paylaşıldığında büyür. Sevgi paylaşıldığında çoğalır. Ve umut, hiçbir zaman tükenmez.
.