Aydınlatıcı Günlük: Ev Arkadaşım Taşındığında ve Hayatımın Altı Ayını Ortaya Çıkardığında
O sabah Elif evi terk ettiğinde, yanında yalnızca valizleri ve yüzünde bir rahatlama ifadesi vardı. Bana veda etmedi, sadece elini hafifçe kaldırdı, sanki bir şey sona ermiş gibiydi. Altı ay boyunca birlikte paylaştığımız kahkahalar, tartışmalar, spontane akşam yemekleri ve sessiz anlaşmaların ardından geriye sessizlik kaldı. Ama o sessizlikte başka bir şey daha vardı: salon masasının üzerinde koyu deri kapaklı, kurşun kalem kokusu taşıyan bir defter.
—“Herhalde ona ait,” diye düşündüm.— Saatler geçti. Eski kâğıtları toplarken o defter dikkatimi çekti. Kapağı biraz aralıktı, sayfalar küçük yazılarla doluydu. Adım, “Zeynep”, onlardan birinde yazıyordu; ardından bir virgül ve not: “Gün 113.” Merakla defteri açtım ve asla hayal edemeyeceğim bir şeyle karşılaştım: altı aydır benimle aynı evi paylaşan eski ev arkadaşım Elif’in, hayatımı gün be gün, saat saat kaydettiği bir günlük.
Önce bunun bir şaka olduğunu düşündüm. Ama yazı ciddi, tarihleri netti. Ne kadar süre mutfakta kaldığım, kaç kahve içtiğim, telefonda gülüp ne zaman sustuğum, hatta ağladığım anlar bile not edilmişti. Hayatımın parçaları oradaydı — bana ait ama benim yazmadığım bir günlüğün içinde.
Oturup defteri açtım. Küçük görünmesine rağmen ağırlık hissettiriyordu. İlk sayfayı okudum:
“Gün 1: Zeynep bugün eve taşındı. Gergin görünüyor. Valizini odasına bırakmadan önce iki kez dolaşıyor. Saat 18:45’te mutfakta kahve içiyor. 21:10’da annesini arıyor.”
İnanamadım. Her küçük hareketim kaydedilmişti. Neden? Ne amaçla?
7. gün: “Zeynep telefonda ağlıyor. Beş dakika sürüyor. Gözyaşlarını mavi bir mendille siliyor.”
Ben o mendili bile hatırlamıyordum. Ama oradaydı. İçimde buz gibi bir his belirdi: Biri beni aylarca izlemişti.
Sayfa 45’e geçtim: “Gün 45: Zeynep 22:05’te duş alıyor, bilmediğim bir şarkı söylüyor. Şarkının ortasında susuyor. Bir şey hatırlıyor olmalı. 22:15’te banyodan çıkıyor.”
Kimdi bu beni bu kadar dikkatle gözleyen insan? Ve neden?
Defter dizlerimin üzerinden kaydı, ellerim titriyordu.
Taşınma gününü hatırladım, Elif’in sıcakkanlı tavırlarını, aşırı yardımseverliğini… Hep kibarlık sanmıştım. Meğer her hareketimi kaydediyormuş.
Sayfaları çevirmeye devam ettim. Gün 113, 114, 115…
“Gün 114: Zeynep salonda film izlerken kahkahalarla gülüyor. Elini ağzına götürüyor. 21:47’de pencereye bakıyor, gökyüzüne dalıyor. 21:52’de mesaj gönderiyor: ‘İyiyim.’ 21:53’te yanıt geliyor. 22:30’da yatağa gidiyor.”
Sayfalar boyunca detaylar artıyordu. Belki kötü niyetle değil, ama haddini aşan bir merakla…
Ta ki 180. sayfaya kadar:
“Gün 180: Gözlemciye haber vereceğim. Zeynep artık huzursuz. Süreci hızlandırmalıyım.”
“Süreç” neydi? İçim ürperdi.
Üç gün önceki konuşmayı hatırladım. Elif taşınacağını söylemişti. “Rutinden sıkıldım,” demişti. Ama şimdi fark ettim: benden kaçıyordu.
sayfada yazıyordu:
“Zeynep mutfağa giriyor. Bitki çayı yapıyor. 20:25’te bana bakıyor ama farkında değil. Önümüzdeki hafta gideceğim. O buna inanacak. Ama geri döneceğim.”
Planı buydu. Gitmek, sonra geri dönmek.
Artık yeterdi. Defteri dikkatlice bir zarfa koydum, işyerine götürdüm. Öğle arasında okudum.
197. sayfa: “Bugün Zeynep bana direkt baktı. Gözleri parladı. Beni fark ettiğini sanıyorum. Yerimi değiştirmeliyim.”
Artık o da farkındaydı; oyun bitmişti.
Sonraki günlerde rutinimi değiştirdim: farklı yollardan yürüdüm, kapımı kilitledim, koltuğu bile değiştirdim. Kendimi her defasında biraz daha özgür hissettim.
Sonra 212. sayfa: “Bu gece bir misafir getireceğim. Tepkisini görmek istiyorum.”
Ama o misafir benim kararlılığımdı. O gece polis uygulamasını açtım. “Bu davranış takip sayılır,” dediler. Artık beklemeye gerek yoktu. Defter delildi.
Casaya döndüğümde, ev bomboştu. Elif yoktu. Defter dışında hiçbir şey kalmamıştı. Ev sahibim fotoğraf çekti, polisle iletişime geçtik.
Ben de kalemimi aldım. Kendi defterimi yazmaya başladım — artık ben gözlenen değil, anlatandım.
sayfa: “Zeynep kilidi değiştirmedi. Şikâyet etmedi. Burada olduğumu biliyor mu?”
Evet, biliyordum. Ve bitirmiştim. Kendi yolumla.
Yaz sonunda ev sessizdi. Defter kilitli çekmecede duruyordu.
Tekrar kahkaha atabildim.
Artık biliyordum: mahremiyet bir lüks değil, bir hak.
Ve birisi o hakkı ihlal ettiğinde, asıl güç korkmamakta değil, harekete geçmekte.
Bir gün defteri açtım, her sayfayı siyah kalemle karaladım.
Sonra fotoğrafını çektim, ev sahibine ve polise gönderdim.
Ve defteri parçaladım.
Çünkü en güçlü hikâye, başkasının günlüğünde değil, kendi sesinde yazılandır.
