Bir Elin Değdiği Gün
Restoranın içi akşamın kalabalığıyla dolup taşarken kimse yaşlı adamı fark etmedi. Gri saçları dağılmış, gözleri boşluğa bakan bu adamın elleri titriyordu. Ceketinin yakasında eski bir madalya, yakası kirli bir asker montu vardı.
“Affedersiniz… Eve nasıl döneceğimi hatırlamıyorum,” dedi kısık bir sesle.
Kimse cevap vermedi. Garsonlar tabak taşıyor, müşteriler pahalı şarapların tadını çıkarıyor, kimse bu sarsak ihtiyarı umursamıyordu.
Boğaziçi Lüks Restoranı’nda çalışan Derya Kara, on iki saatlik mesaisinin sonuna yaklaşmıştı. Terli, yorgun ama her zamanki gibi gülümsemeye çalışıyordu. O sırada yaşlı adamı gördü. İnsanların onun önünden geçip gitmesine, hatta bazı müşterilerin rahatsız bakışlar atmasına tanık oldu.
İçinde bir şey kıpırdadı.
Çünkü o bakışları tanıyordu. Aynı şekilde kendisine de yıllardır bakıyorlardı.
Restoranın müdürü Cemal, adamın yanına gidip sert bir sesle,
“Beyefendi, burası özel bir mekân. Lütfen çıkın, müşterilerimiz rahatsız oluyor,” dedi.
Adam başını kaldırdı, gözleri dalgındı.
“Ben… eve gitmek istiyorum. Eşim beni hep buradan alırdı…”
Cemal, tiksintiyle elini salladı. “Burada dilencilik yasak. Güvenliği çağırıyorum.”
Derya dayanamadı.
Elindeki tepsiyi bıraktı, önlüğünü sildi ve adamın yanına yaklaştı.
“Beyefendi,” dedi yumuşak bir sesle, “Adınız neydi? Belki birlikte buluruz evinizi.”
Adam ona baktı. Gözleri bir anlığına parladı.
“Vahit… Vahit Aras,” dedi. “Eşim Elif hep beni bulurdu. Ama bugün… bugün bulamadı.”
Derya’nın kalbi sıkıştı. O ismi bir yerden hatırlıyor gibiydi ama nereden olduğunu çıkaramadı.
Cemal bağırdı:
“Derya! Masaların hâlini görmüyor musun? Hemen işine dön! Güvenlik geliyor.”
“Bir dakika,” dedi Derya kararlı bir tonla. “Bu adam hasta. Belli ki kaybolmuş.”
“Bu senin sorunun değil!”
“İnsan olmak hepimizin sorunu.”
Restoranda bir uğultu yükseldi. İnsanlar bu sahneyi merakla izliyordu. Derya, yaşlı adamın elini tuttu.
O an, sessizlik çöktü.
O dokunuş, bir hayat çizgisi gibiydi.
Vahit’in titreyen parmakları, genç kadının elinde sükûnet buldu.
“Ben seni eve götürürüm,” dedi Derya alçak bir sesle. “Merak etme.”
Cemal dişlerini sıktı. “Derya Kara, bu yaptığın son hareketin. Artık burada çalışmıyorsun. Kovuldun!”
Ama Derya gülümsemekten vazgeçmedi.
“Peki,” dedi, “ama önce bu beyefendiyi güvenle yerine ulaştıracağım.”
O anda kimse bilmiyordu ki, yaşlı adam, Alzheimer hastası milyarder Vahit Aras’tı — ülkenin en büyük sanayi holdinglerinden birinin kurucusu. Yıllardır hastalığı nedeniyle kamuoyundan uzak yaşıyor, hafıza kayıplarıyla mücadele ediyordu. Ve o gece, kimse fark etmeden kaybolmuştu.
Derya, yaşlı adamı koluna girerek dışarı çıkardı. Soğuk hava yüzüne vurduğunda, içindeki korku biraz azaldı.
“Evin nerede, Vahit Bey?” diye sordu.
Adam başını eğdi.
“Boğaz… hep denizi severdim. Eşim Elif, çiçekleri sular, ben onu izlerdim…”
Sesi titredi.
Derya onun montunun cebinde bir cüzdan fark etti. Cüzdanın içinde kimliği, kredi kartları ve bir adres vardı: Aras Yalısı – Bebek.
Derya’nın gözleri büyüdü. “Bebek mi? O zaman buradan sadece on dakika uzaktasınız.”
O anda telefonuna bir mesaj geldi.
Murat (kuzen – avukat): “Gerçekten mi? Müdür seni sırf bir yaşlı adama yardım ettin diye kovdu? Sakla tüm kayıtları, dava açacağız.”
Derya’nın yüzüne acı bir tebessüm yayıldı.
“Evet Murat, ama sanırım bu hikâyenin sonu öyle olmayacak,” diye mırıldandı.
Yalının kapısına vardıklarında bahçede telaş vardı. Polis arabaları, güvenlik görevlileri, bir kadın ağlıyordu.
Kadının yüzü, fotoğraflarda gördüğü iş insanı Elif Aras’a aitti.
“Baba!” diye haykırdı kadın, Vahit’i görünce.
Yaşlı adam başını kaldırdı, bir anlık berraklıkla kızına baktı.
“Elif… kızım… seni arıyordum.”
Kadın koşup babasına sarıldı, ardından Derya’ya döndü.
“Siz… siz mi buldunuz babamı?”
“Evet,” dedi Derya sessizce. “Restoranda kaybolmuştu. Kimse yardım etmedi. Ben sadece elini tuttum.”
Elif’in gözleri doldu.
“Bunu asla unutmayacağım. Ne kadar teşekkür etsem az.”
Derya başını eğdi. “Teşekkür etmeyin. Ben sadece insanlık yaptım.”
Ama ertesi sabah, olay bambaşka bir yöne evrildi.
Basında şu başlık atılmıştı:
“Milyarder Vahit Aras’ı Bulan Genç Kadın Kovuldu!”
Sosyal medya alev aldı.
Restoranın adını herkes konuşuyordu.
Cemal’in “dilenci” dediği adamın kimliği ortaya çıkınca, her şey değişti.
O gün öğleden sonra Derya’nın telefonuna bilinmeyen bir numaradan arama geldi.
“Elif Aras ben. Bugün restoranınıza geleceğim. Lütfen siz de orada olun.”
Derya şaşkındı. “Ama artık orada çalışmıyorum.”
“Tam da bu yüzden gelin.”
Aynı akşam restoranın önünde siyah bir konvoy durdu. İçinden Elif Aras indi. Yanında basın mensupları, kameralar, bir televizyon muhabiri.
Cemal dondu kaldı.
“Hoş geldiniz efendim,” diye kekeliyordu.
Elif onu sertçe süzdü.
“Bu restoranda dün gece yaşananları kayıtlardan izledim. Babama ‘dilenci’ diyerek kovmuşsunuz.”
Cemal’in yüzü bembeyaz oldu. “Ben… ben bilmiyordum…”
Elif, yanındaki gazeteciye döndü. “İşte size manşet: ‘Bir restoranda vicdanın fiyatı 0 TL.’”
Derya içeri girdiğinde herkes sustu.
Elif elini tuttu.
“Bu kadın,” dedi Elif mikrofonlara, “babama el uzatan tek insandı. Diğer herkes yüz çevirdi. Şimdi, bu kadını işten atan kişi, kendi işini kaybedecek.”
Cemal’in sesi titredi: “Bu haksızlık! Ben sadece işletmemi korudum!”
Elif’in bakışları buz gibiydi.
“İşletmeni değil, itibarını yok ettin.”
Kameralar kayıttaydı.
Haber, canlı yayınla tüm ülkeye yayıldı.
Cemal’in yüzü ter içinde kaldı.
Derya, bir adım geri çekildi.
Elif ona dönüp gülümsedi.
“Sizin gibi insanlara bu ülke muhtaç. Babam sizi tanımak istiyor.”
Bir hafta sonra, Derya kendini Aras Holding’in merkez ofisinde buldu.
Vahit Aras, artık doktor kontrolü altında, ama o günkü kadar berrak bir bilince sahipti.
“Sen o gece bana elini uzattın,” dedi. “İnsanlığımı hatırlattın.”
Derya başını eğdi.
“Ben sadece doğru olanı yaptım.”
“Hayır,” dedi Vahit yavaşça. “Sen dünyaya doğru olanı hatırlattın.”
Elif araya girdi.
“Babamla konuştuk. Artık bizimle çalışmanı istiyoruz. Alzheimer hastaları için bir merkez kurmak istiyoruz. İsmi de babamın önerisiyle olacak: ‘Derya Yaşam Merkezi’.”
Derya’nın gözleri doldu.
“Ben mi? Ama ben sadece bir garsonum.”
Elif gülümsedi. “Artık değilsin. Sen bir kahramansın.”
O sırada restoran müdürü Cemal, her şeyi kaybediyordu.
Videolar internette milyonlarca kez izlenmiş, restoranın yönetimi onu görevden almıştı.
“Ben sadece…” diye açıklamaya çalıştığı her cümle, sosyal medyada alay konusu oluyordu.
İşini, saygınlığını ve itibarı tek bir gece içinde yitirmişti.
Kiralık bir dairede yalnız başına otururken televizyonu açtı.
Ekranda Derya vardı.
Bir tören salonunda, kurdele kesiyordu. Arkasında dev bir tabela:
“Vahit Aras Alzheimer Destek ve Araştırma Merkezi.”
Gazeteciler soruyordu:
“Derya Hanım, bu merkezin amacı nedir?”
“Amacı çok basit,” dedi Derya. “Unutulanları hatırlatmak. İnsanlığı, vicdanı, sevgiyi.”
“Cemal Bey hakkında ne düşünüyorsunuz?”
“Hiçbir şey. Rencide olmak yerine, üretmeyi tercih ettim.”
O sırada yanına Vahit geldi. Bastonuna dayanarak, yavaş ama gururlu adımlarla yürüyordu.
“Bu genç kadın,” dedi kameraya bakarak, “bana kim olduğumu hatırlattı. Bazen Tanrı, en karanlık gecede bir el uzatır. İşte o el, Derya’nın eliydi.”
Salonda alkışlar yükseldi.
O an Derya gözlerini kapattı.
Yıllar boyunca çalıştığı her zorlu gün, her haksızlık, her küçümseme bir anda silinip gitmişti.
Aylar geçti.
Derya artık merkezin yöneticisiydi. Türkiye’nin dört bir yanından aileler oraya geliyordu.
Bir gün mutfakta yaşlı bir kadına çorba servis ederken, biri arkasından seslendi:
“Derya Hanım, dışarıda sizi görmek isteyen biri var.”
Kapıya çıktı.
Bir adam duruyordu — eski şefi Cemal.
Üzerinde ucuz bir mont, ellerinde özür dolu bir titreme.
“Derya…” dedi kısık sesle. “Ben… özür dilemeye geldim.”
Kadın bir an sessiz kaldı, sonra gülümsedi.
“Geç oldu ama yine de teşekkür ederim.”
Cemal’in gözleri doldu. “Ben… o gece kim olduğumu unuttum.”
Derya başını salladı.
“Hepimiz bazen unuturuz, Cemal Bey. Önemli olan, hatırlamaya cesaret etmek.”
O günün akşamı Derya, merkezin bahçesinde yürürken gökyüzüne baktı.
Yıldızlar Boğaz’ın sularına yansıyordu.
Yanına gelen Vahit Aras bastonuyla yere vurdu.
“Margaret…” dedi sonra gülerek. “Affedersin, Elif demek istedim. Hâlâ karıştırıyorum.”
Derya gülümsedi. “Sorun değil, Vahit Bey. Bazı isimler unutulmaz.”
“Evet,” dedi yaşlı adam. “Tıpkı senin gibi.”
Rüzgâr denizden esiyordu.
Derya başını kaldırdı.
Bir zamanlar kimsenin fark etmediği o el, artık yüzlerce insanın umudu olmuştu.
Ve o gece, İstanbul’un sessizliğinde bir gerçeği düşündü:
İyilik, bazen bir el uzatmak kadar basittir.
Ama bazen, o el bir hayatın yönünü değiştirir.