Bir Kelimeyle Değişen Hayat
O sabah Boğaziçi Oteli her zamankinden kalabalıktı. Turistler bavullarıyla çıkış kuyruğunda, iş insanları sabah kahvelerini içerken telefonlarına gömülmüştü. Gri üniformasıyla sessizce dolaşan temizlik görevlisi Suna Erdem, kimsenin fark etmediği bir gölge gibiydi. Üç yıldır burada çalışıyordu; maaşı az, işi zordu ama en azından alnının teriyle kazanıyordu.
Saat on sularında, lobinin ortasından bir çığlık yükseldi.
— “O kadındı! O hizmetçi bileziğimi çaldı!”
Suna elindeki paspası düşürdü. Herkes bir anda ona döndü. Başı döner gibi oldu. Gösterişli giyimli sarışın bir kadın parmağıyla onu işaret ediyordu.
— “Temizliğe geldi, çıktıktan sonra bileziğim yoktu! Yalancı bir hırsız bu!”
Suna’nın yüzü kıpkırmızı oldu. “Ben bir şey almadım!” diye mırıldandı ama sesi duyulmadı. Otel müdürü, gömleğinin yakasını düzeltip telaşla yanlarına koştu.
— “Suna Hanım, buyurun benimle,” dedi, sesini alçaltmaya çalışarak. Ama herkes onları izliyordu zaten.
Kalabalığın ortasında Suna’nın kalbi göğsünde zonkluyordu. “Yemin ederim bir şey almadım,” dedi titrek bir sesle.
Kadın öfkeyle bağırdı: “Yalancı! Odaya senden başka kim girdi ki?”
İnsanlar fısıldaşıyordu. “Temizlikçidir, kim bilir…” diyen sesler duyuldu.
O an Suna’nın gözleri doldu ama ağlamadı. Onurluydu.
Tam o sırada, kalabalığın arasından ağır adımlarla bir adam çıktı. Siyah takım elbisesi kusursuzdu, yüzünde sakin ama sert bir ifade vardı.
— “Bir dakika,” dedi kararlı bir sesle. “Sanırım bir yanlış anlaşılma var.”
Herkes sustu. Kadın döndü.
— “Siz kimsiniz?”
Adam adını söyledi: Adem Akın.
Otel müdürü hemen toparlandı. “Efendim, ne büyük tesadüf! Sizi burada ağırlamak bizim için—”
Ama Adem, müdürün sözünü kesti. “Bu kadın benim eşim. Ve kimse onun hırsız olduğunu söyleyemez.”
Bir sessizlik oldu. Herkes nefesini tuttu.
Suna bir an dondu kaldı. Eşim mi?
Sarışın kadın alayla güldü. “Ne diyorsunuz siz? Bu kadının kocası siz mi oluyorsunuz?”
Adem dimdik durdu. “Evet. Ve şimdi hemen özür dileyin. Çünkü siz asılsız bir suçlamayla bir kadının onuruna saldırıyorsunuz.”
Kadın şaşkına dönmüştü. Otel müdürü araya girmeye çalıştı ama Adem’in bakışı onu susturdu.
“Odada arama yapın,” dedi Adem. “Bilezik oradadır. Bulamazsanız da, iftira için dava açarım.”
Kadın bir an durakladı, sonra homurdanarak asansöre yöneldi. Müdür arkasından koştu.
Geriye sadece Adem ve Suna kaldı.
Suna’nın elleri titriyordu. “Neden… neden böyle dediniz?” diye fısıldadı.
Adem ona doğru eğildi. “Çünkü haksızlığa dayanamam. Korkma. Gerçeğin ortaya çıkması uzun sürmez.”
Onu otel kafesine götürdü. İki kahve söyledi. Suna’nın hâlâ rengi atmıştı.
“Beni tanımıyorsunuz,” dedi kısık sesle. “Neden böyle bir şey yaptınız?”
Adem derin bir nefes aldı.
“Yıllar önce,” dedi, “annem bir zengin ailenin yanında çalışıyordu. Bir gün patronu yüzüğünü kaybetti. Annemi hırsızlıkla suçladı. Herkesin önünde. Üç gün sonra yüzük kendi dolabından çıktı. Ama özrü kimse duymadı. Annem bir daha toparlanamadı. O yüzden az önce seni orada görünce… geçmişi tekrar yaşadım.”
Suna’nın boğazı düğümlendi. O da yoksul bir ailenin kızıydı. Her aşağılamayı tanıyordu.
“Anneniz… şimdi nerede?” diye sordu.
Adem gözlerini indirdi. “Beş yıl önce kanserden öldü.”
Bir süre konuşmadılar. Kahveler soğudu.
Sonra otel müdürü koşarak geldi, ter içinde.
“Efendim, hanımefendinin bileziği bulunmuş. Tuvalet masasının arkasına düşmüş. Çok özür diliyoruz!”
Adem’in yüzü taş kesildi. “O kadın özür diledi mi?”
Müdür yutkundu. “Kendisi… otelden ayrıldı.”
Adem kaşlarını çattı. “O hâlde yazılı bir özür istiyorum. Ayrıca herkes bilsin, Suna Erdem suçsuzdur.”
Müdür, “Elbette, efendim,” diyebildi sadece.
Suna’nın içi hem mahcup hem minnettardı.
“Bunu yapmak zorunda değildiniz,” dedi.
Adem gülümsedi. “Kimse onuru çalınmış bir kadının sessiz kalmasına izin vermemeli.”
O günden sonra hayatları kesişti. Adem ona kartını verdi.
“Bir gün yardıma ihtiyacın olursa, çekinmeden ara.”
Suna kartı aldı ama aramadı.
Yine de, o adamın sesi günlerce kulaklarından gitmedi.
Üç hafta sonra, öğle arasında telefon çaldı.
“Ben Adem Akın,” dedi tanıdık bir ses.
Suna şaşkınlıkla ayağa kalktı. “Nasıl buldunuz numaramı?”
“Otelden istedim. Rahatsız etmiyorumdur umarım?”
“Hayır… sadece şaşırdım.”
Adem duraksadı. “Garip bir şey isteyeceğim. Yarın akşam bir iş yemeğim var. Yanıma eşlik eder misin?”
Suna neredeyse telefonu düşürüyordu. “Ben mi? Ama ben o dünyadan değilim. Ne giyeceğim, nasıl davranacağım bilmiyorum.”
Adem’in sesi sakindi. “Sadece kendin ol. Gerçek olmak, o masadaki çoğu insandan daha değerlidir.”
Ertesi akşam siyah bir araba onun sokağında durdu.
Sürücü eline bir kutu ve bir not verdi: “Bunu giy. Saat yedide alacağım. —A.”
Kutunun içinde lacivert sade ama zarif bir elbise, küçük bir çanta ve topuklu ayakkabılar vardı.
Suna aynaya baktığında kendini tanıyamadı.
“Yıllar sonra ilk kez güzel hissediyorum,” diye fısıldadı.
Restoran Boğaz manzaralıydı. Masada iş adamları, yatırımcılar vardı. Adem onu sadece “Suna” olarak tanıttı, fazlasını söylemedi.
O, konuşmaktan çok dinledi ama herkes onun zarafetine dikkat kesilmişti.
Bir ara yaşlı bir konuk Adem’e sordu:
“Genç adam, sonunda doğru kişiyi bulmuşsun galiba.”
Adem sadece gülümsedi. “Kader bazen sessiz gelir,” dedi.
Yemekten sonra arabada uzun bir sessizlik oldu.
Suna fısıldadı: “Bunu neden yaptınız? Gerçekten sadece teşekkür etmek için mi?”
Adem başını ona çevirdi. “Çünkü sen bana, annemi hatırlattın. Onun gururunu, emeğini. Çünkü senin gibi insanlar sayesinde hâlâ iyiliğe inanabiliyorum.”
Suna’nın kalbi karıştı. O an fark etti ki, içindeki korku yerini başka bir şeye bırakmıştı.
Bir süre sonra araları sıklaşmaya başladı.
Kahve içiyor, parklarda yürüyorlardı.
Ama otelde dedikodular başladı. “Temizlikçi zengin sevgili bulmuş,” diyorlardı.
En yakın arkadaşı Ayşe bile bir gün,
“Gerçekten senden hoşlanıyor mu, yoksa oynuyor mu seninle?” diye sordu.
Suna susmayı tercih etti. Çünkü o da emin değildi.
Bir gün cesaretini toplayıp Adem’e sordu:
“Ben kimim senin için? Ne yapmaya çalışıyorsun?”
Adem bir süre sustu. Sonra,
“Bilmiyorum,” dedi. “Ama senin yanında kendimi yıllardır ilk kez insan gibi hissediyorum. Herkes benden bir şey ister. Sen istemiyorsun. Seninle konuşmak beni temizliyor.”
Suna gözlerini kaçırdı. “İnsanlar konuşuyor.”
“Bırak konuşsunlar,” dedi Adem. “Biz gerçeği biliyoruz.”
Ve o gece, kahkahalarla ayrıldılar. Ama mutluluk kısa sürdü.
Üç gün sonra gazetelerde büyük bir manşet çıktı:
“Akın İnşaat’a Yolsuzluk Soruşturması!”
Suna’nın kanı dondu. Adem’in fotoğrafı sayfayı kaplıyordu.
“Devlet ihalesinde milyonlarca lira yolsuzluk iddiası…” yazıyordu.
Hemen telefonuna sarıldı. Adem’in sesi yorgun ve kırık geldi.
“Anlatacağım, inan bana. Gelir misin ofise?”
Suna tereddüt etmeden gitti.
Adem’in ofisi 20. kattaydı, manzarası İstanbul’du ama içerisi karanlıktı.
Gözlerinin altı morarmıştı.
“Ortaklarımdan biri, devlet projesindeki parayı zimmetine geçirmiş,” dedi.
“Ben durumu fark edip savcılığa bildirdim ama o şimdi suçu bana atıyor.”
Suna yaklaştı. “Yani dürüst olduğun için cezalandırılıyorsun.”
Adem acı bir gülümseme ile başını salladı.
“Annem hep derdi: Doğruyu söyleyenin dostu az olur.”
Suna sessizce yanına oturdu, elini tuttu.
“Yalnız değilsin,” dedi.
Adem başını onun omzuna yasladı.
“En çok neyden korkuyorum biliyor musun? Her şeyi kaybetmekten değil. Seni kaybetmekten.”
Suna gözlerini kapadı. “Kaybetmeyeceksin.”
O anda birbirlerini öptüler. Sessiz ama derin bir yemin gibiydi o öpücük.
Aylar geçti. Soruşturma sonunda sonuçlandı. Gerçek ortaya çıktı: Adem suçsuzdu. Asıl suçlu olan ortağı tutuklandı.
Ama süreç boyunca şirketinin adı zarar gördü. Birçok müşteri kayboldu.
Yine de Adem gülümsüyordu.
Bir sabah Suna’nın küçük evinde kahve içerlerken,
“Her şeye sıfırdan başlayacağım,” dedi. “Bu kez sadece doğru insanlarla.”
Suna da kararını verdi. “Ben de otelden ayrılıyorum. Kendi temizlik şirketimi kuracağım. Küçük ama onurlu bir iş.”
Adem’in gözleri parladı. “Sana destek olacağım.”
“Para istemiyorum,” dedi Suna. “Sadece yol göster.”
Üç ay sonra, “Temiz Emek” adını verdikleri küçük firma kuruldu.
Suna beş kadınla işe başladı. Adem onlara ilk müşteri oldu.
Bir gün Adem onu şaşırttı.
Onu elinden tutup Boğaziçi Oteli’ne götürdü.
Suna kalbi sıkışarak içeri girdi.
Adem sahnenin ortasına çıktı. “Bu otelin yeni hissedarı benim,” dedi. “Ve bugün, tüm çalışanlar için eşit maaş ve saygı politikası başlatıyoruz. Çünkü adalet, yukarıdan başlar.”
Suna gözyaşlarını tutamadı. Herkes alkışladı.
Çıkışta Adem durdu. Cebinden küçük bir kutu çıkardı.
“Hatırlıyor musun, o gün seni korumak için ‘eşim’ demiştim?”
Suna başını salladı.
Adem kutuyu açtı. İçinde küçük bir gümüş kolye vardı, ucunda kalp şeklinde bir anahtar.
“Henüz yüzük değil,” dedi. “Ama bu, kalbimin anahtarı. Bir gün sen istersen, o zaman yüzüğü de getiririm.”
Suna’nın gözlerinden yaşlar süzülürken fısıldadı:
“Ben çoktan açtım o kapıyı, Adem Akın.”
Kalabalığın arasında birbirlerine sarıldılar.
O an İstanbul’un gürültüsü bile susmuş gibiydi.
Çünkü bazen bir kelime, bir cesaret anı — bir insanın tüm hayatını değiştirebilir.
Ve Suna biliyordu: Onun hikâyesi bir iftira ile başlamıştı, ama artık bir aşkla yazılıyordu.