Dragreck Efsanesi – 1887’nin Gölgesinde

Dragreck Efsanesi – 1887’nin Gölgesinde

1887 yılının kavurucu bir sabahında, Sonora’nın tozlu tepeleri üzerinde güneş yavaşça yükseliyordu. Dragreck adlı küçük kasaba, rüzgarla savrulan samanların, horozların ötüşlerinin ve uzaklardan gelen at kişnemelerinin ötesinde sessizdi. Toprak, sıcakla çatlamıştı; barut, ter ve kurumuş ot kokusu havaya karışmıştı. Her şey, o güne kadar olduğu gibi sükûnet içindeydi — ta ki toz bulutu içinde bir atlı kasabanın ana meydanına girene kadar.

Atının terden parlayan siyah tüyleri güneşte ışıltı saçıyordu. Üzerinde, yüzü güneşle yanmış, gözlerinde ömürlük yorgunluk taşıyan Javier Hold vardı. Kolunun arasında baygın bir kadın yatıyordu; beyaz elbisesi tozla kirlenmiş, kumaşın üzerinde kan lekeleri kurumuştu. Kadının adı Eliza Carter’dı — kasabanın yeni okul öğretmeni.

“Doktor! Hemen bir doktor çağırın!” diye bağırdı Javier, atından atlayarak.
Ama herkes biliyordu: Doktor Mendoza üç gün önce Chihuahua’ya, salgınla uğraşmaya gitmişti. Dragreck’te doktor yoktu.

Eliza’nın bacağı şişmeye başlamıştı. Derisinin altından damarlar siyaha dönüyor, kalbi zayıflıyordu. “Yılan,” dedi Javier boğuk bir sesle. “Bir çıngıraklı yılan sokmuş.”

Kalabalık toplanmıştı. Demirci elindeki çekiçi yere bıraktı. Hanın sahibi kadın dualar mırıldandı. Bir çocuk ağladı. Javier eğildi, Eliza’nın eteklerini dizine kadar kaldırdı. Kadının bacağı kırmızı, ateş gibi yanıyordu. İnsanlar fısıldaştı, kimisi günah dedi, kimisi çaresizliğe baktı.

Javier bıçağını aldı, ateşin üzerinde kızdırdı. “Delilik bu!” diye bağırdı dul Ramírez. Ama Javier dinlemedi. Bıçağıyla deriye X şeklinde bir kesik attı, sonra başını eğip zehri emmeye başladı. Her seferinde tükürüp yere attı. Her nefeste kendi canını tehlikeye attı.

Dakikalar sonra Eliza’nın nefesi düzeldi. Şişlik azaldı. Kadının kirpikleri titredi. Gözlerini açtığında Javier’i gördü — yüzünde ter, gözlerinde kararlılık.

“Sen…” dedi fısıltıyla. “Beni kurtardın.”
Javier başını eğdi. “Henüz değil. Ama edeceğim.”

Kadını evine götürdü. Evi, Dragreck’in dışındaki küçük bir çamur duvarlı kulübeydi. Çevresinde birkaç zayıf inek, yorgun bir at, ve geniş bir gökyüzü vardı. O gece ay parlaktı; çöl gümüş gibi parlıyordu. Javier, Eliza’nın yanında oturdu, bitkilerden yaptığı ilaçlarla yarasını sardı. Yuka kökü, nopal yaprağı, biraz viski.

Eliza, ateşin ışığında, Boston’daki eski hayatını sayıklıyordu: kitaplardan, çocuklardan, denizin sesinden. Javier ise sessizdi. Karısı yıllar önce bir baskında ölmüştü; kardeşi de aynı kaderi paylaşmıştı. Sadece gözleri konuşuyordu — derin, karanlık, saklı bir acı gibi.

Sabah olduğunda Eliza kendine gelmişti. “Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum,” dedi.
“Teşekküre gerek yok. Bu topraklarda herkesin kaderi aynı: ya kurtarırsın ya kaybolursun.”

Günler geçti. Eliza iyileşti. Javier ona yürümeyi öğretti, o da Javier’e okumayı. Kadın kitaplardan bahsederken sesi çan gibi çınlıyordu. Javier yıldızlardan söz etti, yolları nasıl gösterdiklerini anlattı. Aralarında görünmez bir bağ doğdu — sessiz ama güçlü.

Bir sabah Pedro, Javier’in işçisi, atıyla kasabaya girdi. “Patron! Kuzeyden Apachiler geliyor! Geronimo önderliğinde!” dedi soluk soluğa. “López’lerin çiftliğini yaktılar!”

Kasaba panikledi. Javier yüzünü buruşturdu. Geronimo’yu tanıyordu; eskiden ticaret yaparlardı, ama şimdi altın ve toprak için savaş başlamıştı. “Herkesi toplayın,” dedi. “Savunma hazırlayın.”

Eliza, hâlâ topallamasına rağmen, ayağa kalktı. “Ben de yardım edeceğim. Savaş taktikleri biliyorum.”
Javier şaşırdı. “Sen bir öğretmensin.”
“Ve kadın olduğum için korkacağımı mı sandın?”
Göz göze geldiler. O an aralarındaki saygı aşkın kıvılcımına dönüştü.

Geceleri sur yapıldı, tüfekler yüklendi. Bir akşam, yaralı bir Apache genç esir getirildi. Adı Tasa’ydı. Halk onu öldürmek istedi. Eliza araya girdi: “Durun! Onu dinleyin.”
Javier tereddüt etti ama kadına inandı. Tasa zorlukla İspanyolca konuştu. “Geronimo savaş istemiyor,” dedi. “Sadece adalet. Irmak zehirlendi. Altıncılar suya kimyasal döktü.”

Javier’in gözleri büyüdü. “Demek bu yüzden saldırdılar…”
Kasaba halkı suskundu. Bazıları inanmadı, bazıları utandı.

Ertesi sabah Javier ve Eliza, beyaz bayrakla Apache kampına doğru yola çıktı. Güneş yakıyordu. Yol boyunca bir çıngıraklı yılan geçti. Eliza titredi, ama Javier gülümsedi: “Bu sefer ben varım.”
Geronimo onları mızraklarla karşıladı. Ama Tasa araya girdi: “Bu adam beni kurtardı.”

Javier gerçeği anlattı. Zehiri atanların sarhoş madenciler olduğunu, suyu temizlemek için yardım edeceğini söyledi. Geronimo şüpheliydi ama onu dinledi. Barış için umut doğmuştu.

Ancak Dragreck’e döndüklerinde bir felaket patlak verdi. Kasabanın şerifi — açgözlü, silah tüccarlarının dostu — Apachilere karşı sahte bir saldırı düzenlemişti. Suçu onlara atıp savaş çıkaracaktı. Javier gerçeği buldu: masasında bir şişe siyanür. Şerifi yüzleştirdiğinde adam silah çekti.

“Senin gibi hainlere yer yok!” diye bağırdı şerif. Silahlar patladı. Javier vuruldu ama ayakta kaldı. Eliza yanına koşarken bir kurşun onu da sıyırdı.

O sırada Geronimo’nun adamları, Tasa’nın haber vermesiyle geldi. Savaş başladı. Tüfek sesleri, mızraklar, çığlıklar… Toz bulutu içinde Javier Eliza’yı koruyordu. Bir Apache savaşçı tam üzerine atıldığında Eliza küçük tabancasını çekti. “Onu bırak!” dedi ve ateş etti. Adam yere yığıldı.

Kargaşa içinde şerif yakalandı. Geronimo onu öldürmek istedi ama Javier engel oldu. “Adaletle yargılansın,” dedi. Ve o gün kanla karışık bir barış imzalandı.

Günler sonra Dragreck yaralarını sarmaya başladı. Evler yanmış, ama umut kalmıştı. İlkbahar festivali geldiğinde, meydanda müzikler çaldı. Eliza, Javier’in yanına geldi.
“Dans eder misin benimle?”
“Ben dans bilmem, öğretmen hanım.”
“Bugün öğrenirsin.”

Ay ışığı altında dans ettiler. Kalabalık susmuştu. Kadın başını Javier’in omzuna yasladı. “Beni iki kez kurtardın.”
Javier fısıldadı: “Sen de bana yaşamak için bir sebep verdin.”

Ama huzur uzun sürmedi. Şafakta bir haberci geldi. “Geronimo diyor ki, barış kırılgan. İsyancı bir klan geliyor.”
Eliza silahını aldı. “Kaçmayacağız.”
Javier gülümsedi. “Beraber savaşırız.”

O gece saldırı geldi. Javier, Eliza ve Tasa plan yaptı. Ahırın çevresine dinamiti gizlediler. Apache klanı yaklaştığında gökyüzü alev aldı. Patlamalar çölü aydınlattı. Eliza, savaş boyası sürüp kampa sızdı. Onların suyuna uyku otu kattı. Sabah olduğunda hepsi esirdi.

Geronimo’nun huzurunda diz çöktüler. “Artık yeter,” dedi Javier. “Kan dökmek sadece toprakları değil, ruhlarımızı da zehirliyor.”

O an bir gerçek açığa çıktı. Javier’in kardeşi yıllar önce ölmemişti — bir Apache kadını korurken can vermişti. Kanında Apache kanı vardı. Geronimo ona elini uzattı. “Artık sen de bizim kardeşimizsin.”

Aylar geçti. Javier ve Eliza, çöl boyunca yeni bir hayat kurdu. Çocuklara birlikte ders verdiler; biri okuma, diğeri at binmeyi öğretti. Çölün iki rengi birleşti — beyazın bilgeliğiyle bronzun gücü.

Bir gün Eliza hamile olduğunu söyledi. Javier’in gözleri doldu. “Bu çocuk iki dünyanın çocuğu olacak,” dedi.
Zamanla Dragreck yeniden doğdu. İnsanlar, toprak, kabileler, herkes barış içinde yaşadı.

Düğünleri bahar festivalinde yapıldı. Cactus çiçeklerinden yapılmış bir taç Eliza’nın başındaydı. Rüzgar esiyor, yıldızlar dans ediyordu. Javier ona sessizce fısıldadı: “Sonsuza kadar seninle, Eliza.”

O anda uzaktan bir telgrafçı geldi. Eliza’ya bir mektup uzattı. Boston’daki ailesi onu arıyordu — geri dön, dediler, miras seni bekliyor. Eliza kâğıda baktı, sonra yırttı.
“Benim evim burası.”

Rüzgar, çölün üzerinden geçti. Javier elini onun eline koydu. Gözlerinde yanan şey bir aşk değil, bir inançtı.
Çöl sessizdi. Ama o sessizlikte yeni bir efsane doğmuştu — yılanın zehrinden, barutun dumanından, bir öğretmenin kalbinden ve bir vaqueronun cesaretinden doğan bir efsane.

Ve insanlar yıllar sonra hâlâ anlatır:
“Dragreck’te bir kadın vardı, bir adam onu kurtardı. Sonra o da tüm bir kasabayı kurtardı.”

Çölün rüzgarı bu hikâyeyi taşımaya devam etti, sonsuzluğa kadar.


Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News