“Kapılar ve Diller”
Arturo Black bir işadamıydı; saygın, zengin ve dünyaya açılmış şirketlerinin ortağıydı. Ama evine döndüğünde, evin içi sessizlikle doluydu — oysa bir akşamüstü vakti beklemediği sahnelere tanık olacaktı.
Bir akşam, işten erken dönmüştü. Kapıyı sessizce açtı, ev ışıkları loştu, koridorlarda yalnızca evin asudeliği vardı. Derin bir nefes alıp adımını yere sağlam bastı. Fakat ikinci katta, o yöne yükselen sesler — tanıdık olmayan dillerde hızlı, akıcı bir konuşma — kulaklarını doldurdu: İspanyolca, Fransızca, Çince, Rusça, Arapça… Arturo’nun kalbi bir anlığa durdu. Bu sesler nereden geliyordu?
Güvenlik kameralarını kontrol ettiğinde, görüntüler dikkatini çekti: Evde öğretmen ya da özel bir misafir görünmüyordu; sadece evin kadını María, o odada, o sesleri çıkarıyor gibiydi. Arturo derin bir merakla yukarı çıktı. Kapıyı araladığı zaman, zemin tahtaları bile ayağının altından hafifçe çatırdadı.
İçeride, María sabit bir özgüvenle hareket ediyor, Esteban — Arturo’nun sekiz yaşındaki oğlu — beyninde kelimeleri titizlikle tekrarlıyordu. Yerde renkli kartlar, alfabeler, kitaplar dağılıktı; duvarda birçok dilde yazılmış ifadeler, kelimeler görünüyordu. María sözcükleri okuyor, sonra aniden bir başka dile geçiyordu; Esteban da peşinden gidiyordu, tıpkı bir ezber bilme ustası gibi. Arturo, kapının aralığından izledi; suskun, nefes tutarak.
Derse son verildiğinde, María odadan çıktı. Arturo onu salona çağırdı:
— María, bunların hepsini nasıl öğrendin?
María gözlerini yere indirdi, sesini titrek ama kararlı tuttu:
— Efendim, evden gelmeden önce farklı aileler için çalışıyordum… Zamanla beş dil öğrendim.
Arturo şaşkındı.
— Beş dil mi?
María duraksadı, sonra:
— Bir zamanlar öğretmendim, efendim — ancak belgelerimi kaybettim, evrak işlerim tamamlanamadı.
Arturo sessiz kaldı. Bu cevap, zihninde dalgalar oluşturuyordu. O günlerden itibaren, María’yı kameradan daha yakından izlemeye başladı. Ve izledikçe fark etti ki, o sadece diller öğretmiyordu; kültürleri, gelenekleri, şarkıları, hikâyeleri anlatıyordu. Esteban’ın notları yükseliyor, yüzünde yeni bir canlılık beliriyordu.
Bir ay sonra okul müdürü aradı:
Esteban, uluslararası bir yazma yarışmasında ödül kazanmıştı. Deneme başlığı: “Karşılıklı Anlamın Gücü”. Yazısında beş dilde sözcükler kullanmış, ardından şöyle bitirmişti:
“En zengin insan, dünyayı sahiplenen değil, onu anlayan kişidir.”
Medya yarışmayı konuşuyordu. Bir gazeteci okulda sorunca, Esteban gururla yanıtladı:
— María bana öğretti. Diyor ki: “Dil, sevginin seyahate çıkmış hâlidir.”
Bu sözler sosyal medyada yayıldı, insanlar hayran kaldı. Bazı ebeveynler María’yı özel eğitmen olarak işe almak istedi. Ama bazıları da Arturo’yu eleştirdi:
— Ev hizmetçinize çocuğunuzu mı emanet ediyorsunuz? — demişlerdi.
Arturo bununla gururunun incinmiş halini bastırdı ama bu sözler içini yaktı.
Bir gece, Arturo María’yı çağırdı.
— Artık sınırı aştın. Oğluma senin gibi eğitim vermene gerek yok. Onun için profesyonellere para ödüyorum.
María başını eğdi; hüzünlü ama dik bir duruşla konuştu:
— Efendim, ben sadece ona duvarların ötesini göstermeye çalıştım. Siz ona para ile alınabilecek her şeyi verdiniz; ben ona parayla alamayacağı şeyi sundum.
Aynı gece María işine son verildi. Esteban evin içinde sessizliği kaldırdı; günlerce gülmedi, konuşmadı. Arturo evin içine yeni öğretmenler, psikologlar yerleştirdi; kimse Esteban’ı eski neşeli hâline geri getiremedi.
Bir sabah, koridordan geldi: Esteban yalnız, gözyaşları içinde, dilleri tekrarlıyordu — onlarca sözcük, onlarca dil. Arturo sessizce kapıyı açtı. Ders odasının duvarında beş adet el yazısıyla yazılmış not asılıydı; her biri farklı bir dilleydi. Altında İngilizce çevirisi:
“Asla öğrenmeyi bırakma, asla dinlemeyi bırakma.”
O an Arturo’nun zihni çöktü. O gece başlamıştı dönüşümü.
İki hafta boyunca María’yı aradı, ama izini bulamamıştı. En sonunda onu, doğu yakasındaki bir halk kütüphanesinde, göçmen çocuklara gönüllü dil dersleri verirken buldu. María onu görünce şaşırdı. Arturo bir adım attı, gözleri nemliydi:
— Yanıldım — dedi. — Seni geri istiyorum, ama artık hizmetçi değil, oğlu için bir rehber olman için. Maaşını hak ettiğin gibi vereceğim, öğretmen belgeni geri alman için destek olacağım.
María ağladı; kabul etti. Evlerine geri döndüğünde, Esteban heyecanla ona sarıldı, bildiği tüm dillerle bağırarak:
— María! María!
O an, Arturo sessizce bu ikisini izledi, gözleri dolu. İlk kez anlamıştı ki, gerçek eğitim satın alınamaz; paylaşılarak verilir.
Aylar geçtikçe ev, eski sessizliğinden kurtulmuştu. Arturo derslere katılmaya başladı; önce zorlanarak, sonra istekle — beş dilde “günaydın” demeyi öğrendi, dinlemeyi öğrendi. Okul da “Dünyanın Dilleri” adında yeni bir program açtı; bu hikâyeden ilham almıştı. María okula onur öğretmeni olarak davet edildi.
Program açılışında Arturo kürsüye çıktı:
“Bir çocuğa verebileceğimiz en büyük zenginlik, ona ne öğrettiğimiz değil, kimlerle paylaşmasına izin verdiğimizdir.”
Salon ayakta alkışladı. Esteban’da büyüdü, çok dilli bir genç oldu, uluslararası forumlarda genç elçi oldu. María, destekle yeni bir merkez kurdu; kaynakları az olan çocuklara dil eğitimi veriyordu. Black’lerin malikânesi bir zamanlar sessiz bir bina idiyse şimdi pek çok dilde şarkılar, kahkahalar, selamlaşmalarla doluyordu.
Her gece Arturo evin verandasında oturur, oğlunun ve María’nın Fransızca, Arapça, Rusça konusmalarını dinlerdi. Esteban ona bakar ve gülümserdi:
— Baba, bakabiliyor musun? Sevgi tüm dillerle konuşur.
Arturo yavaşça gülümserdi:
— Evet… artık her kelimeyi anlıyorum.
Ve o günden sonra, evin her köşesinde açılan kapılar, paylaşılan dillerle sonsuz birer pencere hâline geldi.