KAYBOLAN ÇINAR ÇİFTLİĞİ

KAYBOLAN ÇINAR ÇİFTLİĞİ
(Bir Aşkın, Bir Kurşunun ve Bir Kadının Hikayesi)

1887 yılıydı. Anadolu’nun güneyinde, Torosların eteğinde, rüzgârın bozkırla konuştuğu o topraklarda bir çiftlik yükselirdi: Kaybolan Çınar Çiftliği.
Toprağı kadar sert, gölgesi kadar suskun bir adamın hükmü altındaydı o topraklar — Ethem Bey.
Kır saçları güneşle beyazlamış, yüzündeki her çizgi yılların ağırlığını taşırdı.
Karısını genç yaşta toprağa vermiş, ondan kalan tek emanetiyle — kızı İsabella Hanım ile — yaşıyordu.

Bölüm I – Çöl Rüzgârı ve Kader

İsabella, on dokuz yaşında bir genç kadındı;
ama onun yaşında kızlar ipek elbiseler içinde otururken, o sabahları atların nallarını temizler, öğlen sıcağında tüfekle hedef talimi yapardı.
Gözleri Van Gölü’nün maviliğiyle yarışır, saçı uzun, karanlık ve özgür bir nehir gibi omuzlarına dökülürdü.

Ethem Bey’in kalbinde bir tek korku vardı: çiftlikten geriye bir miras kalmayacak olması.
Bu yüzden, kızı için bir “çözüm” bulduğunu söylüyordu herkese —
Ramazan Ağa adında, Hermos nahiyesinin en zengin tüccarıyla evlendirecekti onu.
Fakat Ramazan Ağa’nın şöhreti zenginliğinden daha karanlıktı: üç karısı toprağa karışmış, hepsinin ardından serveti biraz daha büyümüştü.

“Bu evlilik çiftliği kurtaracak,” diyordu Ethem Bey.
Ama İsabella her seferinde içten içe yanıyordu.
Kalbi, kurak toprak gibi çatlıyor, dudaklarından tek kelime çıkmıyordu.

Bölüm II – Kurt’un Gelişi

Bir mayıs günü, ufukta bir toz bulutu belirdi.
Güneşin altında yaklaşan atlı, siyah bir at üzerinde, kararlı bir gölgeydi.
Adı Kurt Meken’di — bir zamanlar Kars sınırında görev yapmış, sonra da adaletsizliğe karşı silah çektiği için askeriyeden kovulmuş bir adam.

Atı — Gölge — topallıyordu.
Kapıya vardığında, yaşlı kâhya Hüseyin Ağa ona şüpheyle baktı.

“Burada kanun kaçağına yer yok,” dedi.

Kurt başını kaldırmadan cevap verdi:

“Ben kaçak değilim, sadece yanlış insanlara doğruları söyledim.”

O sırada Ethem Bey, verandada oturmuş onları izliyordu.
Tütününü yere bastırdı, gözlerini kısarak konuştu:

“Eğer şu kimsenin dizginleyemediği Kara Yel’i ehlileştirirsen, burada kalabilirsin.”

Kurt gülümsedi — o yarım gülüş, bir insanın hem geçmişiyle hem kaderiyle dalga geçişi gibiydi.

Gece torba gibi çökmüştü bozkıra.
Meşalelerin ışığında Kara Yel kişniyor, toprak titriyordu.
Kurt sessizce yaklaştı, atın gözlerine baktı.
“Ben seninle kavga etmeye değil, anlaşmaya geldim,” dedi.
Üç kez yere düştü.
Dördüncüde, Kara Yel yorgun düşüp başını eğdi.
O an sessizlik çöktü —
ve verandadaki herkes anladı: bu adam sıradan biri değildi.

İsabella, pencereden izliyordu.
Kalbi, yabani bir kuş gibi göğsünde çırpındı.
O gece uyuyamadı.

Bölüm III – Ateş ve Gözyaşı

Günler geçti. Kurt çiftliğin bir parçası haline geldi.
Atları ehlileştiriyor, çitleri onarıyor, insanlara cesaret veriyordu.
Ama kader her zaman bir gölge taşırdı yanında.

Bir gece, Panço Kadir lakaplı eşkıya çetesi çiftliğe saldırdı.
Kurt, tüfeğini kaptığı gibi ön safa koştu.
Omzundan vuruldu ama pes etmedi.
Beş adamı yere serdiğinde gökyüzü kıpkırmızıydı.

İsabella yaralıları tedavi ediyordu.
Kurt’un kanlı omzunu sardığında, sesi titredi:

“Neden bu kadar tehlikeye atıyorsun kendini?”
“Bazı insanlar uğruna ölmeye değer,” dedi Kurt, gözlerini onunkilerle buluştururken.

O an ikisi de sustu, çünkü sözlerin yetmediği bir yakınlık doğmuştu.

Bölüm IV – Aşkın Doğuşu

Gece yarısı.
İsabella dışarı çıktı, gökyüzünde binlerce yıldız.
Kurt ateş başında oturuyordu.

“Burada olmaman gerekir, hanımefendi,” dedi.
“Ben sıradan bir hanım değilim,” diye karşılık verdi İsabella.
“Babam bana at binmeyi, tüfek kullanmayı ve korkmamayı öğretti.”

Kurt güldü, bozkır yankılandı.

“O zaman sen tehlikelisin. Ve tehlike güzeldir.”

Gözleri buluştu, nefesleri karıştı.
Kelimeler değil, kalpler konuştu o gece.

Sabah olduğunda, her şey farklıydı.
Artık birbirlerine karşı koyamazlardı.

Bölüm V – Kan ve Onur

Fakat huzur uzun sürmedi.
Ramazan Ağa, köyden haber almıştı: kızıyla bir “yabancı” arasında bir şeyler vardı.
Öfkeyle adamlarını gönderdi.
“Getirin bana o kızı — ya da onun utancını!” diye bağırdı.

Kurt bunu duyunca, tüfeğini aldı.

“İsabella, dağ mağaralarına git, Hüseyin seni götürsün.”
“Hayır, seninle savaşacağım!”
“Sen yaşamalısın. Ben savaşırım.”

Gözleri dolu dolu birbirine baktı.

“Dön geri, Kurt. Lütfen…”
“Beni rüzgârda bulursan, o zaman konuşuruz.”

Silah sesleri gecenin sessizliğini paramparça etti.
Toplam yirmi adam saldırmıştı.
Kurt ve beş cesur işçi savunmaya geçti.
Sabah olduğunda çiftlik sessizdi.
Yerde cesetler, havada barut kokusu.

Kurt topallayarak ahıra girdi, İsabella onu karşıladı.
Kan içindeydi.

“Bitti,” dedi Kurt.
“Hayır, şimdi başlıyor,” dedi İsabella, gözyaşlarını silerken.

O gün Ethem Bey kızının elini tuttu.

“O adam seninle evlenmeli. Seni ve çiftliği kurtardı.”

Düğün sade oldu.
Bozkırda rüzgâr tanıktı, Hüseyin Ağa padrinoydu.
İsabella, annesinin kırk yıl önce giydiği beyaz elbiseyle çıktı.
Kurt’un elleri titriyordu — savaşta değil, aşkta ilk kez korkuyordu.

Gece, küçük kulübelerinde ateş yandı.
İsabella yavaşça fısıldadı:

“Aşk öğrenilmez, yaşanır.”
Ve o gece, yıldızlar onları izledi;
sessizlik içinde kalpler birleşti.

Bölüm VI – Fırtına Yaklaşıyor

Aylar geçti.
Kaybolan Çınar Çiftliği yeniden doğmuştu.
Yeni kuyular, güçlü hayvanlar, daha bereketli topraklar…
İsabella ve Kurt omuz omuza çalışıyorlardı.

Ama huzur bozkırda nadir bir misafirdi.

Bir gün atlı bir haberci geldi:
Ramazan Ağa ölmüştü.
Ve arkasında bir mektup bırakmıştı —
“Beni öldüren Kurt Meken’dir.”

Asılsızdı, ama yeterliydi.
Vilayet askerleri çiftliğe yürüdü.
Başlarında Yüzbaşı Cemal — hırslı, acımasız bir adam.

“Kaçağı teslim edin, yoksa çiftliği yakarım.”

Ethem Bey silahını çekti.

“Bu toprakta namusla yaşayanı teslim etmeyiz.”

Ama İsabella’nın planı başkaydı.

“Kurt suçsuz. Onu ben öldürdüm.”

Herkes dondu kaldı.

“O gece bana saldıranlardan biriydi,” dedi İsabella.
“Beni tanıdı, ihanetimi anlatacaktı. Onu zehirledim.”

Kurt’un gözleri doldu.

“Neden bana söylemedin?”
“Çünkü beni durdururdun.”

Bölüm VII – Son Savaş ve Sessizlik

Sabah olduğunda gökyüzü demir rengindeydi.
Yüzbaşı Cemal ve askerleri ufukta belirdi.
Kurt çiftliği savunmak için tuzaklar hazırlamıştı.
Silah sesleri üç saat sürdü.
Toprak kanla sulandı.

Sonunda Yüzbaşı Cemal yere yığıldı.
Askerler kaçtı.
Ama Kurt göğsünden vurulmuştu.
İsabella, onu mescitin yanındaki çınarın altına taşıdı.

“Beni bırakma,” diye ağladı.
“Sen yaşayacaksın, bizim için,” dedi Kurt, elini onun karnına koyarak.
“Bizim… oğlumuz için.”

O an, İsabella gerçeği anladı — hamileydi.
Güneş batarken Kurt’un nefesi kesildi.
Rüzgâr, sanki onun adını fısıldadı:

“Kaybolan Çınar…”

Bölüm VIII – Efsane

Üç gün sonra, İsabella ve sadık işçiler sınırı geçtiler.
Torosların öte yanında, yeni bir çiftlik kurdu: Kurt Çiftliği.

Yıllar geçti.
İnsanlar, at sırtında gezen, kimseye boyun eğmeyen bir kadından bahseder oldular.
Derlerdi ki, geceleri dolunay çıktığında, o kadının sesini hâlâ rüzgâr taşır:
Bir şarkı, bir yemin, bir aşk hikayesi.

Ve büyük evin şöminesinde, bir tablo asılıydı —
Kurt ve İsabella, düğün günlerinde.
Gözlerinde aynı parıltı:
Aşk ölmez.
Toprağa karışsa da, rüzgârla döner.
Çünkü bazı hikayeler bitmez — sadece sessizleşir.


Kaybolan Çınar Çiftliği,
bir aşkın, bir savaşın, bir kadın kalbinin öyküsüydü.
Ve o topraklarda, hâlâ çınar yaprakları rüzgârla fısıldar:

“Gerçek sevgi ölmez.
O sadece toprağın derininde, yeniden doğmayı bekler.”

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News