Kırık Sessizlik

Kırık Sessizlik

Rıza, okuldan gelen o telefonun hayatını böylesine sarsacağını asla tahmin etmemişti. Ne bir iş krizi, ne bir aile kavgası… Bu, onun içinde bir kırılmaydı. Uzun zamandır kendine yalan söylemiş, her şeyin yolunda olduğuna inanmak istemişti. Evde düzen vardı, yeni eşi Vildan her şeyi kontrol altında tutuyordu, küçük kızı Sude ve bebek oğlu Mert güvendeydi… ya da o öyle sanıyordu. Ama okulun raporu başkaydı.

Öğretmen, Sude’nin içine kapanık olduğunu, yüksek ses duyduğunda irkildiğini, sürekli karanlık resimler çizdiğini söylemişti. “Korkuyor gibi,” demişti öğretmen, “ama nedenini söylemiyor.”

Rıza o an bir bahane uydurmak istedi: belki annesinin yokluğu, belki okul stresi… Ama akşam eve geldiğinde kızının gözlerine gerçekten baktı. Orada tanıyamadığı bir ifade vardı: sessiz bir korku, içe çökmüş bir beden, tetikte bir çocuk. Ve sonra, koridorun köşesinde gördüğü küçük bir sahne, bütün yalanlarını paramparça etti.

Evleri büyüktü, beyaz duvarlar, kristal avizeler, gösterişli mobilyalar… Her şey mükemmel görünüyordu ama hiçbir şey sıcak değildi. Bu ev, sessizliğin ve uzaklığın anıtıydı. Sude o evde yaşıyor ama var olmuyordu. Henüz yedi yaşındaydı, ama gözleri bir yetişkininki kadar yorgundu. Annesi gittiğinden beri içindeki çocuk sönmüştü.

Rıza, o sessizliği dengelemek için Vildan’ı hayatına almıştı. Güzel, bakımlı, düzenli bir kadındı. Evde eksik yoktu; yemekler tam saatinde hazır, çocuklar her zaman temizdi. Vildan, Rıza’ya “Sen işine odaklan, ben hallederim,” demişti. Rıza da inanmak istemişti. Çünkü bu, kolay olandı. Onun için Vildan, bir eşten çok, hayatının karışık kısmını yöneten bir yönetici gibiydi.

Başta her şey kusursuz görünüyordu. Fakat o mükemmelliğin içinde görünmeyen bir gölge vardı. Rıza işteyken, Vildan’ın yüzündeki o yapay gülümseme siliniyor, yerini sert bir soğukluk alıyordu. Sude bunu ilk fark eden kişiydi.

Vildan’ın topuklu ayakkabılarının parke üzerindeki sesi Sude için bir alarm gibiydi. O sesi duyduğunda nefesini tutardı. Çünkü o sesten sonra genelde bağırışlar gelirdi. “Bu halı niye kirli?”, “Mert’in mamasını neden döktün?”, “Ne kadar beceriksizsin!”

İlk tokat, bir bardak süt döküldüğünde geldi. Küçük bir eline indi o tokat. Sude’nin gözleri büyüdü ama ağlamadı. Vildan dişlerinin arasından tısladı:
“Bir daha hata yapmayacaksın.”

O günden sonra Sude öğrendi. Sessiz kalmayı, iz bırakmamayı, nefesini bile duyurmadan yaşamayı. En önemlisi de kardeşini korumayı. Mert henüz bebektir, ağladığında Vildan sinirlenirdi. Sude onun yerine suçlanmayı seçti. “Ben yaptım,” dediği her seferinde bir ceza aldı. Bazen odasına kilitlenmekti bu, bazen yemeğini kaybetmek, bazen de o sert elin omzuna inişiydi.

Rıza her akşam geç gelirdi. Vildan her zamanki tatlı sesiyle telefonu açar, “Sude, babana bir şeyler söyle,” derdi.
“Her şey yolunda baba,” derdi küçük kız. “Vildan abla çok iyi.”
Babası, telefondaki o minicik sesin ardındaki acıyı duymuyordu. Belki duymak istemiyordu. Çünkü iş dünyasında rakamlarla uğraşmak, kalplerle uğraşmaktan kolaydı.

Ama Sude için tek bir şey gerçekti: Mert. Onu korumak, onu güldürmek, onu sıcak tutmak. Valeria’nın (Vildan’ın) nefesi ensesinde bile olsa, kardeşine masallar anlatırdı. Battaniyelerden kaleler yapar, oyuncaklarla küçük dünyalar kurardı. Karanlığın içinde kendi ışığını yakmaya çalışırdı.

Aylar böyle geçti. Rıza’nın evine dışarıdan bakan biri kusursuz bir aile görürdü: başarılı bir iş adamı, zarif bir eş, iki güzel çocuk. Sosyal medyada paylaşılan mutlu aile fotoğrafları, kahkahalar, doğum günü pastaları… Hepsi bir maske, bir oyun. Ama maskelerin ömrü uzun olmaz.

Bir gece Rıza işten erken çıktı. Şirketinde büyük bir anlaşma sonuçlanmıştı. Elinde pastalarla eve girdi, sürpriz yapmak istemişti. Salon sessizdi. Üst kata çıktığında çocuk odasından bir ses duydu. Vildan’ın sesi. Ama bu, onun yanında kullandığı o yumuşak ses değildi. Sert, zehirli bir tondaydı:
“Kaç kere dedim sana, Mert’in yemeğini dökmeyeceksin! Aptal mısın sen?”

Sonra Sude’nin ince sesi geldi:
“Ben yaptım Vildan abla… Mert değil, ben döktüm.”

“Yine mi sen?” diye tısladı kadın. “O zaman cezasını sen çekersin.”

Rıza’nın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Sessizce kapıyı araladı. Gördüğü manzara onu paramparça etti. Vildan, küçük Sude’yi kolundan tutmuş, duvara bastırıyordu. Kızın yüzü bembeyaz, gözlerinde korkudan donmuş bir bakış… Ve o ellerin bastığı yerde kızın narin teni kızarmıştı.

Rıza’nın içindeki her şey o an koptu.
“Bırak çocuğu!” diye haykırdı.

Vildan irkildi, yüzü değişti, hemen sahte bir gülümseme takındı.
“Rıza! Sen… erken geldin. Yanlış anladın, sadece—”

Ama Rıza’nın bakışında artık inanç kalmamıştı. İki adımda yanlarına geldi, Vildan’ın elini kızının kolundan çekti. Sonra çömeldi, Sude’nin gözlerine baktı.

“Canın acıdı mı?” dedi kısık sesle.
Sude, gözleri dolu dolu, sadece başını salladı. Ve o küçük baş sallayışı, Rıza’nın kalbindeki bütün duvarları yıktı.

Yıllardır biriktirdiği suçluluk, yok saydığı hisler, bastırdığı sevgi… hepsi bir anda patladı. Kızını kucağına aldı, sarıldı, “Affet beni,” diyemedi ama gözyaşları söyledi onun yerine.

Vildan’ın sesi arkadan geldi:
“Abartıyorsun. O çocuk hep yalan söylüyor. Ben—”

Rıza döndü.
“Sus. Eşyalarını topla. On dakika içinde bu evden çık. Yoksa polisi çağırırım.”

Kadın dondu kaldı. Birkaç saniye inandıramadı kendini. Ama Rıza’nın yüzündeki öfke ve kararlılık tanıdık değildi; bu, gücünü paradan değil, sevgiden alan bir adamın öfkesiydi.

Vildan hiçbir şey demeden çıktı. O evde ilk kez sessizlik huzur gibi hissettirdi.

Rıza, Sude’yi yatağına oturttu, Mert’i kucağına aldı. Üçü ilk kez o devasa evde birbirine bu kadar yakın olmuşlardı.

O gece hiç kimse konuşmadı. Sadece nefesler ve kalp atışları vardı. Sude babasının göğsüne yaslandığında, içindeki küçük düğüm biraz gevşedi.

Ertesi sabah, Rıza bütün toplantılarını iptal etti. Telefonunu kapattı. “Artık iş yok,” dedi aynaya bakarken. “Sadece çocuklarım var.”

Ve o günden sonra, her şey yeniden başladı.

Rıza hiçbir şey bilmiyormuş meğer. Kızının en sevdiği kahvaltıyı, oğlunun en çok hangi oyuncakla güldüğünü, geceleri hangi masalı dinlemek istediklerini… Hepsini sıfırdan öğrenmeye başladı.
Sude önce korkarak yaklaştı. Yanlış bir şey yaparsa yine ceza alacakmış gibi. Ama babasının elleri bu kez yumuşaktı.

Bir gün Rıza yanlışlıkla elini kesti yemek yaparken. Sude koştu, küçük elleriyle yara bandını yapıştırdı. “Tamam baba,” dedi. “Geçer.”
O an Rıza’nın gözlerinden yaşlar aktı. Küçük bir kızın şefkati, büyük bir adamı yere yıktı.

Oturdu, ağladı. “Ben sana bakamadım, kızım,” diyebildi sadece.
Sude sessizce sarıldı. “Artık buradasın,” dedi. “O yeter.”

O cümle, yılların ağırlığını aldı götürdü.

Evin havası değişti. Beyaz duvarlara renk geldi. Sude’nin resimleri asıldı, mutfaktan kahkaha sesleri yükseldi. Rıza, ilk kez mutfakta kirlenmekten keyif aldı. Mert kucağında kahkahalar atarken, Rıza hayatının anlamını bulmuştu.

Bir akşam Sude ona döndü:
“Baba, artık korkmuyorum,” dedi.
Rıza diz çöktü, kızının yüzünü ellerinin arasına aldı. “Bir daha kimse seni korkutamayacak,” dedi.

Geceleri hikâyeler anlatmaya başladı. Artık kahramanlar iş adamları değil, kalbiyle savaşan insanlar oluyordu. Bir gün Sude’nin çizdiği bir resimde üç kişi vardı: o, Mert ve Rıza. Altında bir cümle:
“Artık evimiz var.”

Rıza resmi eline aldı, sessizce ağladı. Çünkü artık gerçekten bir evleri vardı. Lüks değil, sevgiyle dolu bir ev.

Aylar geçti. Rıza işine geri döndü ama artık eskisi gibi değildi. Ofisinde bir fotoğraf duruyordu: Sude ve Mert’in kahkahasıyla dolu bir kare. Toplantılarda o fotoğrafa bakar, “Ne olursa olsun, öncelik onlar,” derdi içinden.

Bir akşam Sude ona sarıldı ve “Seni seviyorum baba,” dediğinde, Rıza gülümsedi:
“Ben de seni, küçük kalp.”

Ve o anda fark etti: Hayat bazen seni yere serer, seni sessizleştirir, seni kör eder. Ama bazen, bir çocuğun kucağında bulursun yeniden kim olduğunu.

Rıza artık biliyordu: Gerçek servet banka hesaplarında değil, kızının gülüşünde saklıydı. Gerçek başarı, iş anlaşmalarında değil, Mert’in güvenli bir uykusundaydı.

Bir zamanlar koca bir evde yalnız bir adamdı. Şimdi küçük bir kalpte koskoca bir baba olmuştu.

Ve o evin sessizliği artık kırık değil, iyileşmişti. Çünkü bazen en derin sessizliklerden en güçlü sevgi doğar.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News