Sessiz Evin Kahkahası

Sessiz Evin Kahkahası

O akşam, Rıza Demir kapıyı beklenmedik bir saatte açtığında, ilk duyduğu şey sessizlik değil, kahkahaydı.
Yıllardır o evin içine girdiğinde yalnızca topuk seslerinin yankısını, kristal avizelerin boş titreşimini, mermerin soğuk yankısını duyardı. Ama bu kez… bir ses vardı. Sıcak, samimi, çocukça bir kahkaha. O kadar tanıdıktı ki, Rıza’nın kalbi istemsizce sıkıştı.
“Evde kim var?” diye geçirdi içinden. Karısı ve oğlu dışında kimse olmamalıydı.
Ayakkabılarının çıkardığı sesi bastırmaya çalışarak yavaşça koridoru geçti. Ses salondan geliyordu. Önce karısının yumuşak sesini duydu — yıllardır kendisine söylemediği kadar sevgi dolu bir tonda bir masal anlatıyordu.
Ve o masalın ortasında, küçük oğlu Arda’nın kahkahası…
Ama bir ses daha vardı. Erkek sesi. Derin, tok ama sıcak bir ses. O sesi tanıdı: bahçıvan Mehmet’in sesi.

Rıza bir an yerinde dondu kaldı.
Bahçıvan Mehmet — o güne kadar yüzlerce kez görmüş, ama bir kez bile adıyla hitap etmemişti. Onun için Mehmet, sadece bahçedeki gül ağaçlarını budayan, arada “Efendim, çimleri yarın biçeyim mi?” diyen bir işçiydi.
Ama şimdi, o “işçi”, Rıza’nın salonunda oturuyor, yerde oturmuş, oğlu Arda’yla tahta parçalarından kuleler yapıyor, kahkahalar atıyordu.
Bir an, Rıza’nın içinde keskin bir kıskançlık kıpırdadı. Fakat o kıskançlığın içinde bambaşka bir şey de vardı: özlem.

Arda o sırada, kahkahasının arasında şöyle dedi:
“Baba yine işte, ama biz yine de onu seviyoruz, değil mi anne?”
O minicik ses, Rıza’nın kalbini paramparça etti. Çünkü orada ne sitem ne nefret vardı. Sadece sade, çıplak bir gerçek:
Bir çocuk, babasını özlüyordu.

Mehmet, Rıza’nın sessizce kapıda belirdiğini fark etti. Ayağa kalktı, utangaçça eğildi.
“Efendim, şey… Arda kaleyi bitirmek istedi. Ben de yardım edeyim dedim.”
Rıza hiçbir şey diyemedi. Boğazına bir yumru oturdu.
Oğluna baktı, sonra karısına.
Ceyda, başını eğdi. Gözleri, yıllardır içinde tuttuğu bir yorgunluğu gizleyemiyordu.
Hiçbir şey söylemedi. Zaten kelimelere gerek yoktu.

Rıza sessizce salona girdi. Oğlunun yanına çömeldi.
“Ben de yardım edebilir miyim?” dedi.
Arda’nın yüzü aydınlandı. “Tabii baba!”
O an, küçük bir tahta parçasını eline aldı, kuleye yerleştirdi.
Eli titriyordu. Çünkü o el yıllardır milyon dolarlık anlaşmalar imzalamaya alışmıştı, ama bir çocuğun oyununa dahil olmaya değil.
Arda kıkırdadı.
“Bak baba, yamuk oldu ama sağlam!”
Rıza da gülümsedi. “Bazı şeylerin güzel olması için mükemmel olmasına gerek yokmuş,” dedi.
Ceyda, koltuğun köşesinden o sahneyi izliyordu. Gözlerinde bir parıltı vardı — hem şaşkınlık hem umut.

Mehmet gitmek için adım attı, ama Rıza elini kaldırdı.
“Mehmet…”
Adam durdu, saygıyla döndü.
“Teşekkür ederim.”
“Efendim?”
“Ben yokken burada olduğun için. Oğluma güldürmeyi hatırlattığın için.”
Mehmet başını eğdi, sesi kısıktı. “Ben sadece, çocuk ilgisiz kalmasın istedim, efendim. Her çocuk biraz oyun ister.”

O söz, Rıza’nın göğsüne saplanan bir hançer gibiydi.
O gece, Arda uykuya daldığında Rıza yatağının kenarına oturdu. Küçük çocuğun nefes alışını izledi. Her nefes, kendi içindeki eksik yılları hatırlatıyordu.
Ceyda kapıdan sessizce girdi, elinde battaniye vardı.
Rıza ona baktı, uzun zamandır ilk kez gözlerinin içine.
“Affet beni,” dedi kısık bir sesle. “Buradaydım ama hiç burada olmadım.”
Kadın cevap vermedi. Sadece onun yanına oturdu, başını omzuna koydu.
İkisi de sustu. Çünkü bazen sessizlik, kelimelerden daha yüksek konuşur.

Ertesi sabah, Rıza kahvaltı masasındaydı. Elinde telefon yoktu. Kahve soğuyordu ama umurunda değildi.
Ceyda şaşkınlıkla baktı.
“Toplantın yok mu?”
“Artık yok,” dedi. “Bir süre sadece ev toplantılarım olacak.”
Gülümsedi. “Seninle ve Arda’yla.”

O günden sonra, Rıza’nın hayatı değişti.
Sabahları Arda’yla kahvaltı ediyor, öğleden sonraları bahçeye iniyordu. Mehmet’le birlikte gül dikmeyi öğrendi. Ellerine toprak bulaştığında içi huzur doluyordu.
O lüks evin, yıllardır soğuk duvarlarının arasına hayat geri dönmüştü.
Ceyda mutfakta yemek yaparken şarkı söylüyor, Arda çimlerde koşuyordu.
Bir zamanlar ölüm sessizliğiyle dolu o ev, şimdi kahkaha sesiyle çınlıyordu.

Bir akşam, güneş batarken Rıza bahçede Mehmet’le yan yana oturdu.
“Yıllardır işten başımı kaldıramadım,” dedi iç geçirerek. “Zengin oldum ama babalığı kaybettim.”
Mehmet toprağa baktı.
“Para, toprağa benzer efendim,” dedi. “Eğer içinde sevgi tohumu yoksa, sadece çamur olur.”
Rıza sustu.
O cümle, bütün hayatının özeti gibiydi.

Günler geçti, haftalar… Rıza artık her akşam işten erken geliyordu. Arda, babasının kapı sesini duyar duymaz koşup boynuna atlıyordu.
Bir gün, küçük çocuk elinde tahta kaleyle geldi.
“Baba, hatırlıyor musun? Mehmet amcayla yapmıştık. Şimdi bitirdim. Ama bu kez seninle birlikte!”
Rıza kucağına aldı onu. “O zaman bu kaleyi seninle yıkmayacağız. Hep hatırlayacağız, olur mu?”
“Olur,” dedi çocuk, gülerek.

Ceyda, mutfak kapısından onları izliyordu.
Yüzünde yıllar sonra gerçek bir huzur vardı.
Rıza ona döndü, “Artık hiçbir uçak biletim yok,” dedi. “Hiçbir toplantı da.”
Kadın gülümsedi. “Sadece kahvaltı saatimiz var.”
İkisi güldü.

Bir akşam, Rıza Arda’yı yatırdıktan sonra pencereye yaklaştı. Bahçede Mehmet’i gördü. Yaşlı adam, hortumla gülleri suluyordu.
Rıza dışarı çıktı.
“Mehmet,” dedi. “Biliyor musun, eskiden bu bahçeye hiç bakmazdım.”
“Şimdi?” diye sordu adam.
“Şimdi her gün burada nefes alıyorum.”
Mehmet başını salladı. “Demek ki toprak, kalbi de temizliyor bazen.”

Rıza başını göğe kaldırdı. Yıldızlar parlıyordu.
Bir zamanlar ofis ışıklarının altında kaybolan bir adam, şimdi gökyüzünü izliyordu.
Ve o gökyüzü, paradan daha değerlidir.

Aradan yıllar geçti.
Arda büyüdü. Rıza yaşlandı ama içindeki baba hâlâ çocuğuyla oyun oynayan o adamdı.
Bahçede bir tahta kale hâlâ duruyordu. Eskimişti, parçaları eğrilmişti ama Rıza onu hiç kaldırmadı.
Çünkü o kale, bir çocuğun kahkahasıyla, bir bahçıvanın iyiliğiyle ve bir babanın pişmanlığıyla inşa edilmişti.
Her sabah o kaleye baktığında, kendine hatırlatırdı:

“Gerçek servet, bir çocuğun gülüşüdür.”

Ve bir gün Ceyda sordu:
“Rıza, hâlâ geçmişi düşünüyor musun?”
“Hayır,” dedi. “Artık sadece bugünü düşünüyorum. Çünkü yarın bile, bugünkü gülüşü kaçırmaya değmez.”

Ev sessizdi. Ama o sessizlik huzurun sessizliğiydi.
Bahçeden Arda’nın sesi geldi:
“Baba! Hadi gel, kaleyi tamir edeceğiz!”
Rıza ayağa kalktı, gülümsedi.
“Geliyorum oğlum. Artık hiçbir şey seni bekletmeyecek.”

Ve koşarken, kalbinde yıllar önce kaybettiği bir şeyin geri döndüğünü hissetti.
Kendini.
Ve evinin sesini: kahkaha.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News