Sessizliği Bozan Adam

Sessizliği Bozan Adam

Sevilla’nın kalbinde, Triana mahallesi her sabah aynı seslerle uyanırdı. Panjurların yukarı kalkarken çıkardığı gıcırtı, pencerelerden yayılan kızarmış ekmek kokusu ve balkonlardan birbirine seslenen komşuların neşeli selamları… Daracık sokakları, solmuş seramikli cepheleri ve portakal ağaçlarının kökleri gibi birbirine karışan hikâyeleriyle mütevazı bir mahalleydi. İşte orada, kırk yaşındaki Raúl García yaşardı. Onun elleri, yılların elektrik işiyle sertleşmiş; gözleri ise azla yetinmeyi öğrenmiş bir adamın huzurunu taşırdı. Hayatı basit, sessiz ve düzenliydi ama bir mucizeye sahipti: sekiz yaşındaki kızı Inés.

Inés, babasının dünyasındaki ışığın ta kendisiydi. Meraklı, konuşkan ve öyle bir gülüşü vardı ki, sanki dünyadaki bütün kederleri meydan okurcasına dağıtırdı. Her sabah okula gitmeden önce, babasıyla birlikte mahallenin fırınına uğrar, çikolatalı çörek ve portakal suyu alırlardı. Raúl, çoğu zaman bu demekti ki kendisi sadece bir fincan kahveyle yetinecekti. “Baba, neden hep son euroyu bana veriyorsun?” diye sorardı kız çocuğu safça. Raúl gülümserdi. “Çünkü babalar ekmekle değil, sevgiyle doyar.” derdi. Inés kahkahalarla gülerdi, o gülüş bütün evi doldururdu.

Küçük evleri, kireç boyalı duvarları ve saksılarla dolu dar bir balkonu olan eski bir apartmandaydı. Her saksının bir ismi vardı: Umut, Cesur, Işık. “İsimleri olursa daha iyi büyürler,” derdi Inés. Babası, onun sözlerini dinlerken gözlerinde kaybettiği eşi Elena’nın yumuşaklığını görürdü. Elena dört yıl önce bir kazada hayatını kaybetmişti ama sabah güneşi salondaki masaya vurduğunda, Raúl hâlâ onun gölgesinin orada oturduğunu hissederdi.

O Nisan sabahı da her zamanki gibi başlamıştı. Raúl yakınlardaki bir işini bitirmiş, okul çıkışında Inés’i bekliyordu. Çocuklar kahkahalarla dışarı fırlıyor, çantalarını bayrak gibi sallıyorlardı. Inés babasının boynuna atladı. “Baba, bugün sınıfta okumam için seçildim. Öğretmenim sesimin radyoya benzediğini söyledi!” Raúl gururla güldü. “Bir gün bu mahallenin hikâyelerini anlatacak biri olacaksa, o kesin sen olacaksın, kızım.”

Birlikte eve yürürlerken, Triana’nın sıcak akşam havası onları sardı. Çiçek tezgâhlarından yayılan yasemin kokusu, küçük barlardan gelen kahkahalar, kızgın yağın içinde kızaran churroların çıtırtısı… Hayat yavaş, ama güzeldi. Raúl düşünüyordu: Parası azdı, ama kalbi sakindi. Bu zamanda huzur bulmak zaten mucizeydi.

Akşam olup da eve döndüklerinde, Inés defterine üç kişilik bir resim çizdi: bir ev, dev bir güneş ve el ele tutuşan üç kişi. “Üçüncü kim?” diye sordu Raúl. “Anne,” dedi küçük kız başını kaldırmadan. “Çünkü resimlerimde o hep bizimle.” Raúl yutkundu, ardından fısıldadı: “O zaman güneşi daha büyük çiz, üşümesin.”

Gün biterken mahalle kendi sessizliğine gömülüyordu. Dışarıda kepenkler kapanıyor, komşular birbirine “iyi geceler” diyordu. O sıradan sessizlikte, görünmez bir gerilim akıyordu sanki. Raúl farkında değildi ama o gece hayatı değişecekti.

Gece yarısına doğru Inés uykudayken, dışarıdan garip bir ses geldi. Önce bir tartışma sandı, sonra boğuk bir çığlık duyuldu. “Bırak beni! Lütfen!” Kadın sesiydi, korkudan çatlamış bir ses. Raúl yerinden sıçradı. Kalbi deli gibi atıyordu. Inés yarı uykulu sordu: “Ne oldu baba?” “Hiçbir şey canım, uyu sen,” dedi ama kendi sesi bile inandırıcı değildi. O anda o küçük dairenin bütün duvarları, kadının o korku dolu sesiyle titredi.

Bir an tereddüt etti. “Polisi ara, karışma,” dedi iç sesi. Ama sonra başka bir ses, kızının sesi yankılandı zihninde: “Baba, biri acı çekiyor.” Bu cümle, onu harekete geçirdi. Ceketini aldı, merdivenleri ikişer üçer indi. Sokak serindi, farların sarı ışığında gölgeler dans ediyordu. Köşeyi döndüğünde, bir adamın elindeki şişeyi sallayarak bir kadına bağırdığını gördü. Kadın gençti, yüzü kan içindeydi. “Yeter artık!” diye bağırdı Raúl. “Onu hemen bırak!” Adam sarhoştu, kızgın gözlerle ona döndü. “Sen de kimsin be?!” Raúl’un dizleri titriyordu ama geri adım atmadı. “Bir korkağa sessiz kalmayan biriyim.” dedi.

Adam alaycı bir kahkaha attı. “Polis misin sen?” “Hayır,” dedi Raúl, “ama bir kadın dövülüyorsa, hepimizin işi olur.” Adam bir adım attı, Raúl durdu, sonra bir anda her şey karıştı. Cam kırıldı, küfürler savruldu, bir şişe yere çarptı. Raúl kadının önüne geçti. “Koş,” dedi nefes nefese, “yardım çağır.” Ama kadın kıpırdayamıyordu. Sonra yukarıdan bir ses duyuldu: “Polisi arıyorum!” Bir komşu bağırıyordu. O an adam geri çekildi, küfrederek karanlığa karıştı.

Kadın titriyordu. “Neden bana yardım ettin?” diye sordu hıçkırarak. Raúl cevap veremedi. “Çünkü biri etmeliydi,” dedi sonunda. O sırada Inés çıplak ayakla yanlarına koştu, elinde babasının ceketini tutuyordu. “Üşümesin,” dedi kadına. Kadın ağlamaya başladı — acıdan değil, o küçücük iyilikten.

O kadının adı Clara’ydı. Polis geldi, saldırganı aramaya başladı. Raúl olanları anlattı. “Doğru olanı yaptınız,” dedi polis. “Herkes yapmaz.” O gece eve döndüklerinde Inés babasına sarıldı. “Kadın iyi olacak mı?” diye sordu. “Evet kızım,” dedi Raúl, “çünkü biri onun sesini duydu.”

Ertesi sabah Clara kapıya geldi. Yüzü morluklarla doluydu ama gözlerinde minnet vardı. “Sadece teşekkür etmek istedim,” dedi kısık sesle. “Bunu yapmanız gerekmiyordu.” Raúl omuz silkti. “Belki de gerekiyordu.” Inés mutfaktan çıktı. “Sana sıcak çikolata yaptım.” Clara, uzun zaman sonra ilk kez gülümsedi.

Birkaç gün sonra Clara onlarda kalmaya başladı. Evde yeni bir ses, yeni bir huzur oluştu. Clara yemek pişiriyor, Inés onun peşinden dolaşıyordu. Küçük daire şimdi yeniden yaşam kokuyordu. Raúl geceleri pencereden dışarı bakar, tehlikenin geri dönmesinden korkardı ama içinde bir başka his de büyüyordu: barış.

Zaman geçti, bir gün Clara atölyeye geldi. “Sana yardım edeceğim,” dedi. Raúl gülümsedi. “Ben tek başıma yeterim.” “Yine de denemek istiyorum.” Elektrik kablolarını tuttu, lambaları tamir etmeyi öğrendi. Günler geçtikçe aralarındaki sessizlik sıcak bir dostluğa dönüştü. Bir akşam Inés sordu: “Baba, kötü adam geri gelirse?” Raúl kızı kucağına aldı. “O zaman birlikte dururuz. Artık korkuya yer yok.”

Ama korku kolay kolay gitmez. Bir gün Raúl, atölyenin önünde gri bir araba fark etti. Tanıdı — o adamın arabasıydı. Bir şey demedi, ama o gece uyuyamadı. Sonra tehdit dolu bir mektup geldi: “Senin olmadığın yerde huzur bulamaz.” Clara’nın rengi soldu. Raúl, “Artık kaçmayacağız,” dedi. Ertesi gün polise gidip her şeyi anlattılar. “Korkmayın,” dedi memur, “artık yalnız değilsiniz.”

Raúl çıkışta derin bir nefes aldı. “Artık geçmişin gölgesinde yaşamayacağız.” Clara gözyaşlarıyla, “Ben buna değmem,” dedi. Raúl başını salladı. “Her insan değer.”

Zaman geçti, gazetede bir röportaj çıktı: “El Valor de Decir Basta – ‘Yeter’ Demenin Cesareti”. Raúl ismini kullanmadan yaşadıklarını anlatmıştı. Yazı mahallede yankı uyandırdı. İnsanlar onu “sessiz kahraman” diye çağırmaya başladı. Ama o hep aynı cevabı veriyordu: “Ben kahraman değilim. Sadece biri acı çekerken sessiz kalmadım.”

Bir sabah genç bir kadın bebeğiyle atölyeye geldi. “Sizin hikâyenizi okudum,” dedi titrek sesle. “Ben de aynı şeyleri yaşadım. Sayenizde gitmeye cesaret ettim. Artık güvendeyim.” Raúl konuşamadı. Kadın gittikten sonra Clara ona baktı: “Görüyor musun ne yaptığını?” “Hayır,” dedi Raúl, “ne yaptığımızı. Çünkü o gece bağırmaya sen karar verdin.”

Yıllar geçti. Atölyenin kapısına Inés bir tabela astı: “García ve Clara – Kırıkları Onarırız.” Altına da kendi el yazısıyla eklemişti: “Çünkü iyiler saklanmaz.”

Akşam güneşi Triana’nın turuncu çatılarında yankılanırken, Raúl tabelaya baktı, sonra gökyüzüne. “Anne,” dedi fısıltıyla, “artık susmuyorum.”

Ve o anda, Sevilla’nın rüzgârı, portakal ağaçlarının yapraklarını hışırdattı sanki cevap verir gibi. Artık sessizlik, bir korkunun değil, bir barışın sesi olmuştu.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News