BAHÇIVANIN KIZI BABASINDAN UTANDI… TA Kİ GERÇEĞİ ÖĞRENENE KADAR
Sabah boyunca yağmur, İzmir’in dışındaki zenginlerin tepelerine serpişmiş villaların çatılarına vuruyordu. Bahçe kapılarının ardında güvenlik kameraları, yüksek duvarlar vardı. Oysa kasabanın kenarında, yoksulların evleri rüzgârla titreyen teneke çatılardan ibaretti.
On altı yaşındaki Elif, toprak kokusundan nefret ederdi. O koku, her akşam babasının üstüne sinerdi.
Mehmet, varlıklı Kaya Ailesi’nin malikânesinde bahçıvan olarak çalışıyordu.
Ve Elif… o ailenin çocuklarıyla aynı özel okula, yalnızca burs sayesinde gidebiliyordu.
“Eğer Beyefendi Kaya’yı görürsen, selam vermeyi unutma,” derdi babası.
“Baba, lütfen! Sesini kıs. Üstün çimen gibi kokuyor,” diye homurdanırdı Elif, utançla.
Mehmet yalnızca gülümserdi.
“Ekmek kokusu utanılacak şey değildir, kızım.”
Ama Elif bunu anlamazdı.
O kadar utanıyordu ki, okulda babasının onu bahçede çalışırken görmesini bile istemiyordu.
O akşam okulun yıllık balosu Kaya’ların malikânesinde yapılacaktı. Herkes konuşuyordu: ışıklar, müzikler, büyük oğulları Burak Kaya’nın 18. yaş günü kutlaması…
Elif gitmek istemedi, ama arkadaşı onu ikna etti.
“Hadi Elif, kimse ‘bahçıvanın kızı’ olduğunu hatırlamayacak.”
Basit, ödünç bir elbiseyle geldi. Havuz ışıl ışıl, pahalı parfümler havada…
Ve orada, bahçenin arkasında, babası vardı. Sessizce hortumla çiçekleri suluyordu.
“Allah’ım…” diye fısıldadı Elif, “neden bugün çalışmak zorunda?”
Uzak durmaya çalıştı, ama Burak onu gördü.
“Sen bahçıvanın kızı değil misin?” dedi alaycı bir tebessümle.
“Ne ilginç… Hizmetçilerin de iddialı çocukları oluyormuş demek.”
Gülüşmeler yükseldi.
Elif’in yüzü ateş gibi yandı.
“Ben burada bursluyum,” dedi sıkılı dişlerle.
“Tabii,” diye güldü Burak, “babamın hayırseverliği.”
Tam o sırada arkadan babasının sesi duyuldu:
“Genç Bey Burak, rica ederim saygılı olun.”
Elif’in yüzü bembeyaz oldu.
“Baba, git buradan!” diye bağırdı gözyaşlarıyla.
Sessizlik çöktü.
Mehmet başını öne eğdi, yavaşça yürüyüp uzaklaştı. Hortum elinden düşüyordu.
O gece Elif öfkeyle ağladı.
“Senin yüzünden herkes bana güldü!”
“Sadece seni savunmak istedim.”
“Beni savunma! Sadece… benim dünyamda olma!”
Sözleri bıçak gibiydi.
Mehmet uzun süre sustu, sonra sessizce dedi:
“Bir gün anlayacaksın, kızım.”
İki gün sonra, haber tüm kasabaya yayıldı:
“Kaya Malikânesi’nde kaçırma girişimi!”
Silahlı bir grup gece villaya girmişti. Kameralar çalışmıyordu. Ama kimse bilmiyordu ki, o gece Mehmet oradaydı.
Bahçe sulama sistemini “kontrol etmek” bahanesiyle kalmıştı.
Gürültüleri duyduğunda çalıların arasına saklandı ve üç adamın yan kapıdan girdiğini gördü.
Koşarak villaya yöneldi.
“Işıkları kapatın! Kapıları kilitleyin!” diye bağırdı.
Kurşun kolunu sıyırdı, ama alarmı çalıştırmayı başardı.
Polis zamanında geldi. Saldırganlar yakalandı.
Sabah olduğunda Elif hastaneye koştu.
Babası yatakta, kolu sarılıydı. Gülümsüyordu.
“Demiştim, bir gün anlayacaksın.”
Elif ağlayarak:
“Neden söylemedin bana?”
“Çünkü korkmanı istemedim.”
“Ama nasıl bildin olacakları?”
“Yıllardır sessizce onları koruyordum. Kaya’ların düşmanları vardı. Senin güvenliğin benim gururumdan daha önemliydi.”
O an Elif sustu.
Babası’nın nasırlı elleri artık ona fakirliğin değil, cesaretin sembolü gibi geldi.
Bir hafta sonra belediye onu kahraman ilan etti.
Burak sahneye çıkıp başını eğdi:
“Efendim, o gece için… özür dilerim.”
Mehmet elini uzattı:
“Affedilecek bir şey yok evlat. Unutma; insanın değeri elbisesinde değil, yüreğindedir.”
Elif gözyaşlarıyla izledi.
O an anladı: utanılacak olan babası değil, kendisiydi.
Yıllar geçti. Elif hukuk fakültesini bitirdi.
Tören günü sahneye çıktı:
“Bu diplomayı, bana emeğin onurunu öğreten babama adıyorum.”
Mehmet ön sırada oturuyordu, sessizce gülümsedi.
Şapkasını ellerinde sımsıkı tuttu — dünyanın en değerli hazinesi gibi.
Yoksul diye küçümsenen bir adam, onlara gerçek zenginliği öğretti.