Altı yaşındaki kız, kimsenin anlatmadığı bir adamın ölümünü şaşırtıcı bir şekilde tarif etti
Küçük kız ilk kez ölü adamdan pazar ayininde bahsetti.
Altı yaşındaki Elif, annesinin elbisesini çekti ve alçak bir sesle, neredeyse şarkı söyler gibi dedi ki:
— Anne… yolda attan düşen o adam… nefes almayı bıraktığında gözleri açıktı.
Annesi Zeynep şaşkınlıkla ona baktı.
Kasabadaki hiç kimse, üç köy ötedeki kazadan haberdar değildi.
Kimse… o dağınık örgülü saçlı, yıpranmış ayakkabılı küçük kızdan başka.
O günden sonra, küçük Kapadokya kasabasında söylentiler yayılmaya başladı.
Bazıları Elif’in “şeyler gördüğünü” söylüyordu.
Bazılarıysa onun, kasabanın en zengin ailesi olan Yalçınların evinde temizlik yapan kadının uyduruk kızından başka biri olmadığını fısıldıyordu.
Zeynep, on yedi yaşından beri Yalçınların konağında çalışıyordu.
Orada çiftin tek çocuğu Kerem’in doğumuna tanık olmuştu.
Kerem lüks içinde büyümüş, dünyadan habersiz yaşamıştı; Elif ise onun artık oynamadığı oyuncaklarla koridorlarda vakit geçirirdi.
— Kızının hayal gücü iyiymiş — derdi hanım, Nermin Yalçın, keskin bir gülümsemeyle — ama biraz susmayı da öğrenmeli.
Zeynep başını eğdi. Her zaman yaptığı gibi.
Bu evde yoksulların sesi alçak olmalıydı.
Bir akşam, Kerem —artık yirmi yaşında ve İstanbul’da ekonomi okuyan— kasabaya döndü.
Yeni bir arabayla, markalı kıyafetlerle ve havada asılı bir kibirle geldi.
— Şu çocuk hâlâ buralarda mı? — diye sordu, Elif’i görünce. Altı yaşında, annesinin gözleriyle aynı büyük gözleri vardı.
— Kızım o, beyim — dedi Zeynep — kimseye zararı yok.
— Tabii, yeter ki hayaletlerden bahsetmesin.
Elif korkmadan baktı.
— Hayaletlerden değil, kimsenin dinlemediği insanlardan bahsediyorum.
Bu cevap Kerem’i şaşırtmıştı; yüzünde alayla karışık bir ifade belirdi.
O gece, Zeynep salonu temizlerken Elif merdivenlere oturdu.
Bir anda boşluğa bakıp fısıldadı:
— Atlı adam üzgün. Oğlu ne yaptığını bilmiyor, diyor.
Zeynep’in içi ürperdi.
— Hangi oğlu, Elif?
— Kırmızı arabası olan. Düşene bakmadan gitti.
Zeynep’in rengi attı.
Aylar önce kasabalı yoksul bir adam —Hasan Usta— bir araba çarpması sonucu ölmüştü.
Sürücü durmamış, polis dosyayı sessizce kapatmıştı. Herkes “önemli biri” olduğunu söylüyordu.
Bir gün Nermin Hanım, oğlunun dönüşünü kutlamak için bahçede bir davet verdi.
Müzik, şarap, kahkahalar.
Elif bir ağacın arkasından izliyordu.
Kerem arkadaşlarıyla gülerken, Elif sessizce yaklaştı.
— Neden o atlı adama yardım etmedin? — dedi çocukça bir masumiyetle.
Ortalık buz kesildi.
Herkes döndü.
Kerem’in yüzü soldu.
— Ne… ne diyorsun, kızım?
— Düşen adam. “Görmedim” dedin ama gördün. Ağlıyordu.
Nermin Hanım öfkeyle ayağa kalktı.
— Zeynep! Kızını hemen dışarı çıkar!
Ama artık çok geçti.
Gerçek, havada keskin bir bıçak gibi asılı kalmıştı.
O gece Kerem uyuyamadı.
Kazayı, virajı, yağmuru, yerdeki bedeni hatırladı.
Kaçmıştı. Babası, ünlü avukat Selim Yalçın, kimsenin onu bulamayacağına söz vermişti.
Ve kimse bulamamıştı — ta ki altı yaşında bir kız her şeyi onun yerine hatırlayana kadar.
Ertesi sabah Kerem, Zeynep’i buldu.
— Bunu nasıl biliyor? — diye sordu titreyerek.
— Bilmiyorum — dedi kadın — ama belki o adamın ruhu, sen gözlerinin içine bakmadan huzur bulamazdı.
Kerem başını eğdi.
Hayatında ilk kez güçlü değil, insan hissediyordu.
Birkaç gün sonra mezarlığa gitti.
Hasan Usta’nın mezarına bir çiçek bıraktı, gözleri dolu dolu fısıldadı:
— Affet beni…
Arkasında Elif sessizce izliyordu.
Kerem döndüğünde kız gülümsedi.
— Gitti — dedi. — Artık huzurlu.
Ve annesiyle koşarak uzaklaştı, dizlerinin üzerine çöken genci çocukluğundan beri ilk kez ağlarken bırakarak.
Bir ay sonra dosya yeniden açıldı.
Kerem suçunu itiraf etti, ailesinin parasından vazgeçti ve Zeynep’le birlikte yoksul çocuklara yardım etmeye başladı.
Nermin Hanım bir daha o kızın adını anmadı, ama kasaba hâlâ “kimsenin görmek istemediğini gören küçük kızı” konuşuyordu.
Birisi Elif’ten bahsettiğinde Zeynep hep aynı sakinlikle yanıtladı:
— Kızım ölüleri görmez. Gerçeği görür.
Yıllar sonra Elif yazar oldu.
İlk kitabının adı “Masumların Duydukları”ydı.
İthafında şöyle yazıyordu:
“Attan düşen adama,
ve güçlülerin susturduğu herkese.
Bazen yoksullar, unutulmak isteneni hatırlama gücüne sahiptir.”
Ve böylece, küçük Kapadokya kasabasında kimsenin ciddiye almadığı bir kız, herkese gerçeğin değerini öğretti.