Bir Kadının Sessiz Çığlığı

Bir Kadının Sessiz Çığlığı

Sabahın erken saatleriydi. Şehrin zengin semtlerinden birinde, Almeida malikânesinin ağır ahşap kapısı yavaşça açıldı. Ricardo Almeida — milyonlarca dolar değerinde yatırımları olan, iş dünyasında sertliğiyle tanınan bir adam — adımını içeri attığında ev sessizdi.
Toplantı için aceleyle çıkmış, ancak önemli bir dosyayı unuttuğu aklına gelince geri dönmüştü.

Koridorlardan geçerken bebek odasından gelen hafif bir ağlama sesi duydu. Kaşlarını çattı.
“Bebek bakıcısı erken mi geldi?” diye düşündü.
Ama bakıcı alışverişteydi — bu sesi duymaması gerekiyordu.

Yavaşça kapıya yaklaştı, eli tokmakta. Sonra tereddüt etmeden kapıyı açtı.

Ve gördüğü şey, tüm dünyasını sarsmaya yetti.

Odanın ortasında, elleri titreyen bir kadın oturuyordu — Helena Ferreira, haftada üç gün temizlik için gelen kadın.
Kucağında küçük Mateus vardı.
Bebek huzurla emiyordu.

Ricardo’nun boğazı düğümlendi.
“Ne yapıyorsun sen benim oğlumla?” diye haykırdı, sesi öfke ve dehşetle titredi.

Helena başını kaldırdı, yüzü bembeyazdı.
Konuşmaya çalıştı ama kelimeler boğazında düğümlendi.

Ricardo bir adım attı, nefesi sertti.
“Cevap ver bana! Ne yapıyorsun?”

Kadın sadece kucağındaki bebeğe sıkıca sarıldı, sanki dünyadaki son şeyi koruyormuş gibi.
Mateus’un minik parmakları Helena’nın bluzunu kavramıştı.

Bir sessizlik çöktü. Zaman durmuş gibiydi.

Helena sonunda konuşabildi, sesi kısık ve çatallıydı:
“Açıklayabilirim, efendim…”

Ricardo öfkeyle güldü.
“Açıklamak mı? Ne açıklayacaksın? Kendi kendine karar verip oğlumu emzirmeyi mi?”

Kadın dikkatlice bebeği yatağına koydu, ayağa kalktı, ellerini önünde birleştirdi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama sesi kararlıydı.
“Çünkü o sadece sizin değil… benim de oğlum.”

Ricardo birkaç saniye dondu kaldı. Sonra alaycı bir kahkaha attı.
“Ne saçmalıyorsun sen? Mateus benim oğlum. Bunu kanıtlayan belgelerim var!”

Helena başını salladı.
“Biliyorum. Tüm belgeleri, süreci biliyorum. Ama gerçek başka, Bay Ricardo. Ben onun biyolojik annesiyim.”

Ricardo’nun yüzünden kan çekildi.
Bir adım geri attı, sonra öfkeyle ileri çıktı.
“Saçmalık bu! Ben her şeyi yasal yoldan yaptım. Ajansla, avukatlarla, kontratlarla… Sen sadece bir taşıyıcı annesin!”

Helena’nın sesi titredi ama yalan söylemiyordu.
“Evet. Life Choice Ajansı üzerinden anlaştım. Eşim öldüğünde borç içindeydim. Hayatta kalmam gerekiyordu. Bu yüzden kabul ettim. Ama hamilelik boyunca her şey değişti. O benim içimde büyüdü. Kalbini ilk kez attığında oradaydım. Onu teslim ettiğimde, sanki ruhumdan bir parça kopmuş gibiydim.”

Ricardo ellerini saçına götürdü, öfke ile karışık çaresizlikle:
“Bu seni anne yapmaz. Sen söz verdin. Paranı aldın. Hikâye burada biter.”

“Bitti mi gerçekten?” dedi Helena gözyaşları içinde.
“Kanun belki öyle söylüyor ama kalbim susmuyor. Her gece uykumda onun ağlama sesini duyuyorum. Her sabah kollarım boş uyanıyorum. Ve bir gün işe geldim, temizlik için… kapıdan içeri girdim, ve o oradaydı. O gözleri, o elleri… Onu tanıdım, Bay Ricardo. Kendi çocuğumu tanımaz mıyım?”

Ricardo derin bir nefes aldı, pencereye yöneldi. Gözleri karanlık bir deniz gibiydi.
Bu kadın deliydi. Ya da… belki haklıydı.

“Bunu kanıtlayabilir misin?”
“Evet,” dedi Helena. “Kontratın kopyası, test sonuçları, kimlik belgeleri. Hepsi bende.”

Adamın dizlerinin bağı çözüldü. Gerçeğin ağırlığı yavaşça omuzlarına çöktü.
Ama öfke daha ağır bastı.

“Sen benim evime girdin, kim olduğunu bile bile. Oğluma yaklaştın, onu emzirdin. Bu güvene ihanettir!”

Helena başını eğdi.
“Haklısınız. Ama niyetim kötü değildi. Onu incitmedim. Sadece… anne olmak istedim.”

Ricardo’nun sesi buz gibiydi:
“Senin anne olma hakkın yok. Bu evden hemen çıkacaksın.”

Kadın titredi, ama gözyaşlarını sildi.
“Gideceğim. Ama sizden bir şey istiyorum. Sadece ara sıra onu görebileyim. Ayda bir, yılda bir… fark etmez. Sadece uzaktan bile olsa.”

“Asla.”
Ricardo’nun sesi bir keskin bıçak gibiydi.
“Senin varlığın bile oğlumu tehlikeye atar. Seni bir daha buralarda görürsem polisi ararım.”

Helena’nın dizleri çözülecek gibi oldu.
“O büyüdüğünde gerçeği öğrenecek, Bay Ricardo,” dedi, gözyaşlarını saklamadan.
“Bir gün sizden ‘annem kimdi?’ diye soracak. O zaman ne söyleyeceksiniz?”

Ricardo sessiz kaldı. Sonra hışımla döndü:
“Bu seni ilgilendirmez. Git buradan!”

Helena derin bir nefes aldı, beşiğe yaklaştı.
Mateus uyuyordu, yüzü huzurluydu.
Kadın elini bebeğin yanaklarına koydu.
“Elveda, oğlum,” diye fısıldadı.
Sonra kapıya yöneldi, dönüp bakmadan çıktı.

Merdivenlerden inerken kalbi parçalanıyordu.
Kapıdan çıktığında güneş gözlerini yaktı.
O an dünyanın tüm renkleri sönmüştü.


Bir Baba ve Bir Vicdan

Ricardo odada yalnız kaldı.
Bebeğine baktı.
Mateus uyanmış, babasına gülümsüyordu.
O an içindeki öfke bir anlığına eridi.
Ama yerine tuhaf bir suçluluk geldi.

Telefonu eline aldı, Life Choice Ajansı’nı aradı.
Görüşme kısa sürdü.
Görevli gizlilik nedeniyle fazla bilgi veremedi,
ama Helena Ferreira’nın gerçekten sistemlerinde kayıtlı olduğunu doğruladı.

Ricardo telefonu yavaşça kapattı.
Gerçek oradaydı artık — kaçamazdı.


Aylar Sonra

Helena şehirden taşındı.
Küçük bir kasabada yeni bir işe başladı.
Kimseye geçmişinden bahsetmedi.
Ama her gece yatağa uzandığında gözlerini kapadı ve Mateus’un kokusunu hatırladı.

Kolları boştu, ama kalbi hâlâ doluydu — acıyla.

Bazen rüyasında onu görürdü.
“Anne,” derdi Mateus, “neden beni bıraktın?”
Helena uyanır, ağlardı.
Cevabı yoktu.


Yıllar Geçti

Mateus büyüdü.
Akıllı, neşeli, meraklı bir çocuk oldu.
Ricardo onunla gurur duyuyordu.
Ama içten içe, oğlunun gözlerinde bazen o eski günlerin gölgesini görüyordu — Helena’nın gözlerini.

Bir gün, Mateus on iki yaşındayken sordu:
“Baba, annem neden hiç yok?”

Ricardo dondu kaldı.
Bu sorunun geleceğini biliyordu, ama hiç hazır değildi.

“O… erken öldü,” dedi sonunda.
Kelimeler boğazına takılmıştı.
Yalan ağırdı, ama gerçeği söylemek daha da ağır olurdu.

Mateus başını eğdi.
“O zaman neden hiç fotoğrafı yok?”

Ricardo cevap veremedi.
O gece uzun süre uyuyamadı.
Kütüphaneye gitti, Helena’nın dosyalarını çıkardı.
Fotoğraflar, belgeler, kontrat kopyası…
Hepsine baktı.

Kadının gözleri hâlâ aynıydı — yumuşak, derin, acı dolu.


Yirmi Yıl Sonra

Mateus artık genç bir adamdı.
Tıp fakültesine kabul edilmişti.
Bir gün babasının ofisinde, çekmecede bir zarf buldu.
Üzerinde “Gerçek Bir Gün Ortaya Çıkacak” yazıyordu.

Zarfın içinde belgeler, bir mektup ve eski bir fotoğraf vardı.
Fotoğrafta, genç bir kadın karnını tutarken gülümsüyordu — Helena.

Mektupta şunlar yazılıydı:

“Mateus,
Eğer bu satırları okuyorsan, artık gerçeği bilme vaktin gelmiş demektir.
Ben seni taşıdım, seni hissettim, seni doğurdum.
Ama seni sevmekten men edildim.
Seni sadece uzaktan izleyebildim.
Bu bir suç değil, kaderdi.

Beni affetmen gerekmiyor.
Sadece bilmeni istiyorum: seni hep sevdim.
— Helena.”

Mateus elleriyle mektubu tuttu, uzun süre sessiz kaldı.
Sonra babasına baktı.
Ricardo yaşlanmıştı.
Yavaşça yaklaşıp, mektubu masanın üstüne koydu.

“Sen neden bana yalan söyledin?”

Ricardo’nun gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Seni korumak istedim, oğlum.”
“Kendimden mi, yoksa gerçeğinden mi?”

Odada uzun bir sessizlik oldu.
Sonra Mateus pencereye yürüdü, gökyüzüne baktı.
“O benim annemdi. Senin vicdanınla yaşamak zorunda değilsin, baba. Ama ben onunla tanışmak isterdim.”

Ricardo ellerini yüzüne kapattı.
Kalbi ağırdı.
Yıllarca bastırdığı pişmanlık sonunda kabardı.


Son

Bir yıl sonra, Mateus mezuniyet töreninde beyaz önlüğünü giyerken annesinin mektubunu cebinde taşıyordu.
Babası tribünde onu izliyordu.
Ricardo gözyaşlarını tutamadı.
Kendine sessizce fısıldadı:

“Belki de sevgi, bazen doğru olanı değil, eksik olanı seçmektir.”

O gece mezuniyetin ardından, Mateus annesinin mezarına gitti.
Çiçek bıraktı.
Ve fısıldadı:

“Artık biliyorum, anne. Ve seni affediyorum.”

Rüzgâr yaprakları titretti, sanki bir cevap gibiydi.

Gökyüzü sessizdi.
Ama o sessizlikte, bir annenin sevgisi hâlâ yankılanıyordu.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News