Oğul, babasının on beş yıl haksız yere hapiste olmasına neden olan kişinin annesi olduğunu öğrendi

Oğul, babasının on beş yıl haksız yere hapiste olmasına neden olan kişinin annesi olduğunu öğrendi

Yağmur, Bursa’nın kıyısındaki eski evin pencerelerine vuruyordu. Sessizliğin kelimelerden ağır bastığı o akşamlardan biriydi; her damla, eski bir günahı hatırlatıyor gibiydi. Emre, on beş yıl sonra dönmüştü. Gözlerinde, adaletsizliğin bedelini erkenden öğrenmiş bir adamın yorgunluğu vardı. Babası tutuklandığından beri bir oto tamirhanesinde çalışıyordu. Nasır tutmuş elleriyle, ter kokan ucuz kıyafetleriyle dönmüştü. Ama yanında getirmediği bir şey vardı: huzur. Annesi Zeynep, mutfakta onu bekliyordu. Masayı o sessiz sevgiyle hazırlamıştı, kelimelerin anlatamadığını tabaklarla anlatır gibi. Ama Emre yemek için gelmemişti. Sormak için gelmişti. —Anne… —dedi, sesi kararlı ama kırık—. Babamın dosyasında bir şey okudum. Bir imza var… senin imzan. Sessizlik, dipsiz bir kuyuya atılmış taş gibi düştü. Zeynep başını kaldırmadı. Elleri titredi, kaşığın bardağa vurduğu ses yankılandı. —Oğlum, ben… —diye başladı. —Ne sen, anne? —dedi Emre öfkeyle—. Onu sen mi ihbar ettin? Masum olduğunu bile bile hapse sen mi gönderdin? Kadın gözlerini kapadı. Bir damla yaş süzüldü, sanki on beş yıllık sırları beraberinde getirerek. —Evet —fısıldadı—. Bendim. Emre’nin içi yandı. Sisteme, rüşvetçi yargıca, güçlü ailelere duyduğu bütün öfke bir anda tek bir kişide toplandı: annesinde. Ama Zeynep, hıçkırıklar arasında bir cümle daha kurdu. —Baban ölecekti, Emre. Dava yüzünden değil… onlar yüzünden. —Kim onlar? —Karaoğlu Ailesi. O bağların sahipleri. Baban, şaraplarına kimyasal karıştırdıklarını öğrenmişti. İşçileri zehirlemişlerdi, tazminat ödememek için. Baban bunu ortaya çıkarmak istedi. Ben… ben onların yanında hizmetçiydim. Beni tehdit ettiler. Susmazsam seni öldüreceklerdi. Emre bir adım geri attı. Her şey yerli yerine oturuyordu artık. Karaoğlu Ailesi… şehrin en güçlüleri. Camide ön sırada oturan, belediye kampanyalarına para saçan, polisi yöneten o “saygın” insanlar. Babası, onlara karşı çıkan tek yoksuldu. Ve annesi, en zayıf görünen kadın, aslında oğlunu kurtarmak için sevdiği adamı feda etmişti. —Yıkmak istemedim onu, Emre… Seni korumak istedim. Emre haftalarca annesiyle konuşmadı. Geceleri tamirhanede uyudu, az yedi, çok düşündü. Ama öfkenin yerini yavaşça başka bir şey aldı: gerçeği bulma arzusu. Bir gün, belediye arşivinde eski bir belge buldu. Karaoğlu ailesinin eski bir çalışanı, ölüm döşeğinde bir ses kaydı bırakmıştı: —Bey, konuşanı susturun dedi. Zeynep Hanım korkudan yaptı. Ama rüşveti imzalayan bizzat Karaoğlu’nun kendisiydi. Emre yumruklarını sıktı. Geçmişi silemezdi ama babasının adını temize çıkarabilirdi. Genç bir avukat ve birkaç cesur gazeteciyle birlikte dosyayı yeniden kurdu. Her belge, her makbuz, her mektup, bağların arşivinden çalınmış her kanıt zincir oluşturdu. Duruşma günü geldiğinde Karaoğlu ailesi lüks takımlarıyla, sahte gülümsemeleriyle salona girdi. Zeynep siyahlar içinde, ağır adımlarla yürüdü. Hakim tanıkları çağırınca, ayağa kalkan ilk kişi o oldu. —Evet, sahte ihbarı ben imzaladım —dedi, sesi titremeden—. Ama tehditle. Onlar beni kullandı. Kocam ise gerçeğin bedelini ödedi. Salon mırıldandı, kameralar çevrildi. Avukat itiraz etti, ama Emre arka sıralardan bağırdı: —Bırakın konuşsun! Zeynep her şeyi anlattı: rüşvetleri, tehditleri, ölen işçileri, şantajı. Konuştukça Emre’nin yüzü değişti. İlk kez, annesine ihanet eden bir kadın olarak değil; dünyayı sırtında taşıyan bir anne olarak baktı. Duruşma sonunda hakim davayı yeniden açtı ve Karaoğlu ailesinin tutuklanmasına karar verdi. Haberlerde “Yüzyılın Davası” olarak geçti. Emre adliye çıkışında, gazetecilerle çevriliydi. —Bunca yıldan sonra ne hissediyorsunuz? —diye sordular. O, sessizce ağlayan annesine baktı ve gülümsedi: —Gerçeğin yüzünü gördüm sonunda. Acıyla çizilmiş olsa da… o yüz hâlâ anneme ait. Haftalar sonra, Emre babasının eski tamirhanesini onardı. Duvara bir fotoğraf astı: babası, güneşin altında bir üzüm salkımını tutarken gülümsüyor. Altına tebeşirle yazdı: “Gerçek geç gelir, ama geldiğinde en derin suçu bile temizler.” Zeynep aletleri düzenlemeye yardım etti. Artık kelime yoktu, sadece affedilmiş bakışlar. Çekiç sesi, yeni bir başlangıç gibiydi. O küçük tamirhanede, acının sessizliğini onaran şey… bir ailenin onuruydu.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News