Facebook Blog Paylaşımı İçin Metin (Türkçe)
İlkbahar sabahının serinliği, şehrin sokaklarına yeni bir günün umudunu taşırken, Hande elindeki kitapla otobüs durağında bekliyordu. O sabah, güneş henüz tam doğmamış, gökyüzü puslu bir pembelikle uyanıyordu. Hava hâlâ serindi; ama içindeki heyecan, kalbini ısıtmaya başlamıştı. Çünkü o gün, o dakikada, her zamankinden farklı bir şey olacağını hissediyordu.
Hande’nin önüme doğru uzanan otobüs durağı camlarında yansıyan kendi yüzü, derin düşüncelere daldığını gösteriyordu. Yanında duran diğer yolcular uykulu, sessiz… Kimisi telefonuna bakıyor, kimisi güne hazırlanıyordu. Otobüs yaklaşırken durak hareketlendi; kapılar açıldı, insanlar içeri doluştu. Hande bagajını daha sıkı kavrarken nihayet kapı açıldı, o sırada içeriye binen genç adam dikkatini çekti.
Arda, mimarlık öğrencisiydi. Yüksek tavanlı bir üniversite binası tasarlamanın hayaliyle doluydu. O sabah, her zamanki gibi derslere yetişme telaşıyla evden çıkmıştı. Otobüs durağına geldiğinde duraktaki kalabalığın içine karıştı. Gözleri kitaba gömülü, kulaklıkla müzik dinlerken insanlara bakıyordu. Bir anda Hande’ye çarpan ışık, Arda’nın dikkatini çekti. Elindeki kitabın kapağı, duraktaki ışıkla birlikte altın sarısına dönüyordu. Arda’nın içinden bir ses fısıldadı: “İşte o kişi.” Ama yanı başında otobüs kapısı kapanıyordu. Arda telaşla birkaç adım ilerledi, “Bekle!” diye bağırmak istedi ama kelimeler boğazında düğümlendi.
Otobüs sessizce uzaklaşırken Hande geriye bakmadı bile. Ama kalbinde hafif bir çarpıntı hissetti. O sabah, o durakta iki yabancı, birbirinden bihaber, tek bir an için birbirine çok yakındı.
Aynı Duraktan, Aynı Otobüse
Ertesi sabah, Hande uyandığında düşünceleri Arda’daydı. “O kimdi?” diye sordu kendine. Kendi sesine inanamadı. Ama bir umutla evinden çıktı, her zamanki gibi otobüs durağına geldi. Rutin saatler, rutin kalabalık… Ama belki o otobüs yine gelecekti, Arda da gelecekti. Ve belki bir kez daha birbirlerine rastlayacaklardı.
Öyle de oldu. Arda, ertesi gün yeniden aynı duraktan binmek üzere geldi. Hande fark etmedi; ta ki Arda onu görüp hafifçe selam verene kadar. O anı dondurmak ister gibi zaman durdu. Hande ilk kelimesini söyleyecek cesareti buldu:
“Günaydın.”
Arda gülümsedi, “Günaydın,” dedi.
İşte o andan itibaren, her sabah aynı durakta, aynı otobüse binme alışkanlığı başladı. Her iki genç de aslında o duraktan geçici olarak geçiyordu. Arda, arkadaşının evinde kalıyordu; Hande ise ablasının yanında. Ama her sabah erkenden evinden çıkıyor, şehir boyunca yolculuk edip o durağa geliyor, öylece karşılaşıyorlardı.
İlk günlerde sadece selamlaşıyorlardı. Konuşmak için cesaret gerekmişti; küçük bir cümle, “Nasıl gidiyor?” demek bile kâfi geliyordu. Günler ilerledikçe, muhabbetler uzadı, kahkahalar çoğaldı. Kim bilir kaç sabah, yağmurda beraber beklediler, rüzgârda saçları savruldu, soğuğa aldırmadan birbirinin gözlerine baktılar. Aşk, sessiz adımlarla ilerliyordu.
Zorluklar, Sadakat ve Paylaşılan Düşler
Üniversite yılları boyunca destek oldular birbirlerine. Zaman zaman para sıkıntısı yaşadılar, bazen işsiz oldukları günler oldu. Ama her sabah yine aynı duraktan binmek, birbirlerini yine görmek arzusu hepsinden güçlüydü. Onların sevgisi, öylesine günlük alışkanlıklara yenik düşen bir aşk değildi. Aksine, zamanla kök saldı, büyüdü.
Okulları bittiğinde hemen evlendiler. Genç bir çift olarak girdikleri evlilik yolculuğu, ilk yıllarda sancılarla doluydu; işsizlik, borç, belirsizlik… Ama elleri hep birbirinden ayrılmadı. Yaşamın acı yönleri onları yıldırmadı. Bir gün, çok önemli hedeflerinden biri olan ev yapmak için karar verdiler. Artık daha fazla birlikte olabilmek istiyorlardı.
Adam, hastanedeki görevinden ayrıldı ve kendi muayenehanesini açtı. Kadın da mimarlık ofisini küçülterek sadece özel projelerde çalışmaya başladı. Böylece zamanları esnekleşti, birlikte geçirecekleri anlar arttı. Bir gün sahilde gezerken, harabe halde, üzerinde “satılık” tabelası asılı bir ev gördüler. Kadın gözleri ışıldayarak dedi:
“Bu evi alalım mı? Yıkıp, senin çizdiğin projeye göre yeniden inşa ederiz.”
Adam hiç tereddüt etmeden yanıt verdi:
“Amerika’daki kongreden döner dönmez emlakçıyı ararım. Bütçemizi aşsa da bu ev bizim olacak.”
Ama kader, asla anlatıldığı gibi basit değildi. Kadın beklerken, o Amerika’ya gitti; her gün aradılar, saatlerce konuştular. Havaalanında yeniden kucaklaştılar, gözyaşlarına boğuldular. Fakat kısa süre sonra Arda’nın ruh halinde bir değişim fark etti kadın. Eskisi kadar neşeli görünmüyordu; konuşmaktan kaçınıyordu. Kadın ruhunun en derin yerlerindeki kırıklığı hissetti ama uğraştı, ısrar etti, yardım etmek istedi ama Arda kapalı kutuya dönmüştü.
Sonunda gerçek ortaya çıktı: Arda’nın sağlığıyla ilgili gizli bir sorun vardı. Kadın, bu gerçeği öğrendiğinde yıkıldı; yıllardır paylaştıkları anılar, umutlar, hepsi bir gölge gibi arkada kalacaktı.
Kısa Ama Sarsıcı Bir Vedâ
Arda, hastalığını kimseye söyleyememişti. Kendi içine kapanmıştı, korkularıyla baş başa kalmıştı. Kadın, sevgisiz kalmakla suçladı onu; Arda kaçtı, gitti. Kapıdan çıkarken “Seni son bir kez sarılmak istiyorum” dediği an, kadın nefretle kapıyı kapattı. Ve boşanma, ilk duruşmada gerçekleşti.
Kadın, arkadaşlarının desteğiyle hayata tutunmaya çalıştı. Arda’nın sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini duydu. Her gece yalnızlıkla boğuştu, ağladığı gecelerde adını hatırladı, acı dolu yıllara gömüldü. Aşk, yerini nefretin dikenlerine bırakıyordu.
Aradan bir yıl geçti. Bir sabah kapı çaldı. Karşısında genç bir kadın duruyordu; o kadının sesinden bir sır saklanıyordu. İçeri girdi, gözleri dolu doluydu: “Gerçek her zaman göründüğü gibi değildir,” dedi. Sessiz kaldı; zaman donmuş gibiydi. Genç kadın açtı sözünü: “O bir saat önce öldü. Amerika’daki kongrede öğrendiği hastalığı ona söyleyemedi. Seni korumak için sevgilisi olduğum yalanını uydurdu. Seni uzaklaştırmak istedi. Ama onun son arzusu seni korumaktı.”
Kadın kalabalık duygular arasında kalan gözlerle dinlerken kutudan bir anahtar çıktı. En son notta şöyle yazıyordu:
“Sahildeki evimizi çizdiğin tasarıma göre yaptırdım. Kahvaltılarımız, martılar, güneş… Her sabah seni izleyeceğim.”
Kadın anahtarı aldı. Gözleri nemlendi. O evin kapısı ardında, yıllardır biriktirilmiş umutlar, aşk notları, sevgiyle örülmüş anılar gizliydi. Bir kez olsun inandılar ki aşk, bazen sessizce bekler, bazen acıyla veda eder, ama izlerini ruhun en derin noktalarına kazır.