Ailesi Onu “İşe Yaramaz” Diye Sattı… Ama Yalnız Dağ Adamı Ona Bir Kulübe Yaptı ve ‘Eşim’ Dedi!

Ailesi Onu “İşe Yaramaz” Diye Sattı… Ama Yalnız Dağ Adamı Ona Bir Kulübe Yaptı ve ‘Eşim’ Dedi!

Margaret tozlu çiftlik avlusunda duruyordu. Ayakkabıları kuru toprağa gömülürken babası, gümüş sikkeleri üçüncü kez sayıyordu. Elleri hafifçe titriyordu; bunun sebebi yaşlılık mıydı yoksa suçluluk mu, Margaret ayırt edemiyordu. Babası için bu para hayatta kalmaktı. Margaret içinse, bildiği her şeyin sonu demekti.

Karşısında bekleyen adam yabancı sayılmazdı; kasabada gördüğü birçok emekçi adama benziyordu. Ama sabırlı duruşu ve sessizliği onu farklı kılıyordu. Uzun boylu, geniş omuzlu, yılların emeğini anlatan nasırlı elleri vardı. Adı Samuel’di. Dağlardan yılda iki kez aşağıya inip kürklerini takas eder, erzak alırdı. Bu kez, görünüşe bakılırsa, bir de eş almaya gelmişti.

Margaret’in küçük kardeşi Thomas verandadan bakıyordu. On yedi yaşındaydı, güçlüydü, zekiydi ve babalarının gözbebeğiydi. Çiftlik bir gün onun olacaktı. Margaret ise yirmi üç yaşındaydı; hiç evlenmemişti ve artık babasının gözünde bir yükten başka bir şey değildi.

Bir yük. Boşuna beslenen bir ağız.

Babasının sözleri canını yakmıştı, ama şaşırtmamıştı.

Samuel elini uzatıp anlaşmayı tamamladığında Margaret umutsuzluğun üzerine çökeceğini düşündü. Fakat o an, dağ adamı ona döndüğünde gözlerinde beklenmedik bir ifade belirdi. Yumuşak, dikkatli bir bakış… Ve adını öyle bir söyledi ki, sanki değerliymiş gibi.

Yıllardır kimse ona öyle hitap etmemişti.


Üç gün sonra Margaret, gıcırdayan bir vagonda Samuel’in yanında oturuyordu. Bildiği dünya, arkasında küçülerek kayboluyordu. Eşyaları tek bir sandığa sığmıştı. Annesi birkaç kavanoz reçeli içine koymuş, hepsini büyükannesinin eski yorganına sarmıştı. Başka pek bir şey yoktu.

Yol kıvrıla kıvrıla yükseldikçe dünya sessizleşti. İki yanda göğe uzanan çam ağaçları vardı. Hava serinledi, sessizlik derinleşti. Margaret’in kalbi belirsizlikle çarpıyordu.

Vardıklarında Samuel onu indirdi, sandığını kaldırıp kulübeye taşıdı. Kulübe küçük bir açıklığa kurulmuştu, dağlarla çevriliydi ve yakınından bir dere akıyordu. Basit ama sağlamdı; Samuel kendi elleriyle yapmıştı. Onun gelişini düşünerek fazladan bir oda eklemişti. Bunu dile getirmedi, yalnızca kulübeyi gösterdi.

“Burası artık senin,” dedi sessizce, sabah ışığını alan pencereyi işaret ederek.

Margaret şaşırdı. “Benim.” “Bizim” değil.


İlk akşamlarını el yapımı bir masada geçirdiler. Mısır ekmeği ve geyik yahnisini paylaştılar. Samuel az konuşuyordu ama her kelimesi saygı taşıyordu. Ona bahçesinden, dereden su içmeye gelen geyiklerden, sert geçen kışlardan söz etti.

Ondan hiçbir şey talep etmedi. Zorla bir şey istemedi. Aksine, fikrini sordu. Sakin bir sabırla açıkladı, öğrenmesi için zaman tanıdı.

Her sabah erkenden kalkar, hayvanlara bakar ama Margaret uyanmadan önce mutlaka ateşi yakardı. Teneke kupada kahve getirir, “Bugün ne yapmak istersin?” diye sorardı. Sanki onun seçimleri önemliymiş gibi.

Hayatı boyunca hep görünmez hissetmiş olan Margaret, ilk kez görülüyordu.


Aylar geçtikçe beklemediği şeyler öğrendi. Samuel ona dam nasıl onarılır, gökyüzünden fırtına nasıl okunur, kış için et nasıl saklanır, hepsini gösterdi. Margaret şifalı otlar topladı, kuş seslerini ayırt etmeyi öğrendi, ormanda kaybolmadan yol bulmayı başardı.

Kış sert ve erken geldi. Kar dünyayı battaniye gibi kapladı, kulübelerini dışarıdan ayırdı. Ama Margaret beklediği umutsuzluğu bulmadı. Rutinler onlara güven verdi. Akşamları lambanın ışığında Samuel kitaplarından yüksek sesle okur, Margaret nakış işlerdi. Onun sorularını asla küçümsemedi, cahil görmedi.

Uzun gecelerin sessizliğinde birbirlerine geçmişlerini anlattılar. Samuel, erken ölen ailesinden, yalnızlıktan kaçıp dağlara gelişinden söz etti. Margaret ise hep geri planda kalışını, kardeşinin aldığı fırsatları, kendisinin unutuluşunu anlattı.

Bir gece, ateş sönmeye yüz tuttuğunda Margaret soğuktan titreyerek uyandı. Samuel hemen fark etti, sessizce kalkıp odunu ateşe attı, sonra battaniyesini alıp onun yanına oturdu. Hiç konuşmadı, ama o sıcaklık kelimelerden daha çok şey söyledi.

İşte o an Margaret, aralarındaki bağın artık bir alışveriş olmadığını fark etti. Artık bir seçim olmuştu.


Bahar dağları çiçeklerle boyadı. Samuel, yıllardır sakladığı çilek ve böğürtlen alanlarını Margaret’e gösterdi. Ona “eşim” diye hitap etmeye başladı; bu bir sahiplenme değil, sevgi sözcüğüydü. Margaret de ilk kez “kocam” dedi.

Sözcük doğru hissettirdi.

Zaman zaman diğer dağ sakinleri çıkagelirdi. Samuel’den tavsiye almak için kulübeye uğrar, Margaret’i görünce Samuel onu gururla tanıtırdı: “Bu da eşim.” Margaret misafirler için yemek hazırlar, dış dünyadan haberler dinlerdi. Misafirler gidince ise içi şükürle dolardı: Çünkü burası, bu hayat, ona yetiyordu.

İkinci yazlarında Samuel, küçük bir bahçe kulübesi yaptı. “Otların için,” dedi, yüzünde utangaç bir gülümseme. Margaret elleriyle kulübeyi yokladı, gözleri doldu. Ailesi onu işe yaramaz görmüştü. Samuel ise ona özel bir alan inşa etmişti.


Yıllar kar ve çiçek döngüsüyle aktı. Her mevsim birbirlerine daha uyumlu hale geldiler. Üçüncü kışlarında Margaret, Samuel’in adımlarını kalbinin atışı gibi tanıyordu. O da Margaret’in ne zaman sessizliğe, ne zaman sohbete ihtiyaç duyduğunu biliyordu. Ortaklıkları söze gerek kalmadan yürüyordu.

Ziyaretçiler, onların nasıl uyum içinde hareket ettiklerine hayran kalıyordu.

Bazen Margaret o tozlu avluda duran, kendini değersiz hisseden kızı hatırlıyordu. O kız, hiçbir şey olmadığını sanmıştı. Şimdi ise her sabah, fikirlerini önemseyen, küçük emeklerini fark eden, ona sadece barınak değil, gerçek bir yuva veren bir adamın yanında uyanıyordu.

Samuel de değişmişti. Artık yalnız bir dağ adamı değildi. Kulübesi artık kahkahalarla, sıcaklıkla, hayal ettiği yoldaşlıkla doluyordu.


Bir akşamüstü, güneş dağların arkasına inerken gökyüzü altın ve mor renklere boyandı. Margaret başını Samuel’in omzuna yasladı, fısıldadı:

“Ben işe yaramaz sanıyordum kendimi.”

Samuel sabit gözlerle ona baktı. “Sen asla işe yaramaz değildin,” dedi basitçe. “Onlar sadece seni göremediler.”

Margaret’in yanaklarından yaşlar süzüldü. Bu kez hüzünden değil, minnettarlıktandı.

Bir avuç gümüş sikkeyle başlayan hikâye, dağlar kadar sağlam bir sevgiye dönüşmüştü. Yolculardan kulaktan kulağa anlatılan bir efsane haline geldi: “İşe yaramaz” diye satılan kadın ve ona bir yuva veren dağ adamı.

Sonunda Margaret en büyük gerçeği öğrendi: Gerçek değer aile ya da toplum tarafından verilmez. Bizi gerçekten gören kişi tarafından fark edilir.

Ve Samuel, onun adını ilk söylediği andan beri görmüştü.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News