Anıları Görmek İçin Son Bir Yolculuk: Bir Taksi Şoförünün, Yaşlı Bir Kadını Huzurevinden Önce Geçmişiyle Buluşturduğu Gece
Bir şehir düşünün; ışıkları hiç sönmeyen, hatıraların her köşeye saklandığı bir şehir… O akşam saat onda, küçük bir valiz, ince bir şal ve hüzünle dolu bir kalple ortaya çıktı Fatma Hanım. Orta yaşlı bir taksi şoförü olan Cemal’in aracına bindiğinde, o gece kendisini nelerin beklediğini bilmiyordu. Cemal de arka koltukta kaç hikâye uyuduğunu tahmin edemezdi. Saat on beş geçiyordu. Cemal, sarı taksisini çalıştırdı, Fatma Hanım düşük bir sesle adresi okudu: “Bağdat Caddesi, Numara 12.” Ama onun için bu adres, son durak olmayacaktı. “Huzurevine mi gidiyorsunuz?” diye sordu Cemal, hem nazik hem meraklı bir ses tonuyla. “Evet,” dedi kadın, “ama önce küçük bir tur atmak istiyorum. Yaşadığım, sevdiğim, ağladığım yerleri bir kez daha görmek istiyorum… son kez.” Cemal ayağını gazdan çekti, dikiz aynasından göz göze geldiler. Fatma Hanım’ın gözlerinde şehrin tamamı bir duygu haritası gibi parlıyordu. Cemal anladı ki o gece, sadece bir taksi şoförü olmayacaktı. Zamanın içinden geçen sessiz bir yol arkadaşı olacaktı. İlk durak, Fatma Hanım’ın çocukluğunun geçtiği semtti: taş döşeli sokak, eski lambalar ve köşedeki küçük bir kafe hâlâ aynı tabelayı taşıyordu: “Kafe Umut.” Kadın bastonuna yaslanarak indi, vitrine birkaç adım attı. “Kışın annemle burada sıcak çikolata içerdik,” dedi. Cemal motoru kapattı, o anın sessizliğini paylaştı. Şehrin ışıkları bir anlığına daha sıcak yanar gibi oldu. Sonra yollarına devam ettiler. Cemal, geniş caddelerden, dar sokaklardan, köprülerden geçerken Fatma Hanım camdan dışarıyı gösteriyordu: değişen pencereleri, isimleri, ağaçları. “Burada ilk oğlumla yaşadım,” dedi, “şu çiçekçi dükkânının üstündeki dairede. Yazın balkonumuzdaki yaseminler bize gölge olurdu.” Taksi binanın önünde durdu. Kadın, uzakta yaşayan oğlunun adını mırıldandı. Cemal arabada bekledi, duyguların fırtınasında güvenli bir liman gibi. Saat gece yarısını geçmişti. Şehir, sanki onları şefkatle kucaklıyordu. Kapanmış bir okulun önünde durmak, eski bir tiyatroya bakmak, gençliğinde beklediği bir bankta oturmak… Her durak, bir zamana açılan kapıydı. Fatma Hanım anılarını birer birer anlatıyordu: ilk işini, unutulan aşklar, ayrılan dostlar, yaz gecelerinde eşiyle yaptığı danslar… Cemal ise sadece sürüyor, dinliyor, ara sıra dikiz aynasından göz ucuyla bakıyordu. Saat iki olmuştu. Kocasıyla yürüdüğü parka vardılar. Yüksek lambalar, boş banklar, sararmış yapraklarla dolu yollar… Kadın ağır adımlarla parka girdi, bir meşe ağacının altına geldi. “Burada oturup geleceğimizi planlamıştık,” dedi. “Bana demişti ki, bu şehirde ağaçlar bizimle yaşlanacak.” Cemal motoru kapattı, uzak bir noktada durdu. Taksi farları, sahneyi saran solgun bir halka oluşturdu. Rüzgâr hatıraları okşuyordu. Fatma Hanım gökyüzüne baktı, “Bu şehre teşekkür etmek istiyorum,” dedi. “Beni hayatta tuttuğu için. Her taşına, her pencereye, bana hem gülmeyi hem ağlamayı öğreten her sokağa.” Cemal’in boğazı düğümlendi. Bu yolculuğun bir “hizmet” değil, bir dua, bir vedalaşma olduğunu fark etti. Saat dört olmuştu. Kadın, bir sonraki durağı söyledi: yıllarca çalıştığı küçük bir tamirhane. “Motorların da ruhu vardır,” dedi, “bir cıvata dönünce, ses değişince, her şey yoluna girince gülümserdim.” Cemal bekledi, sonra kadın geri döndü, yüzünde hafif bir tebessümle. Güneşin ilk ışıklarıyla gökyüzü maviye dönerken, doğum yaptığı hastanenin ve gençliğinde hayran kaldığı sinemanın önünden geçtiler. Şehir, bir fotoğraf albümüne dönüşmüştü. Sabah beş sularında huzurevinin önüne geldiler. “Teşekkür ederim,” dedi kadın, “kelimem yok, ama gözyaşım ve huzurum var.” Cemal, tekerlekli sandalyeyle kapıya kadar eşlik etti. Kadın, son kez dönüp baktı, gülümsedi. Cemal arabayı çalıştırdı, kalbi biraz daha genişlemişti. Dikiz aynasında artık Fatma Hanım yoktu, ama şehrin sokaklarında onun hikâyesi yankılanıyordu. Çünkü bu şehirde her bina, her ağaç bir hikâyedir. Ve o gece, Fatma Hanım’ın gözleriyle, Cemal’in direksiyonuyla şehir bir veda şarkısı söyledi: şükran ve hatıra dolu. Taksi bir köşeyi dönerken şehir hâlâ aydınlıktı. Daha hafif, daha huzurlu. Çünkü evlatlarından biri, sessizce, onurla veda etmişti. Ve o geceki yolculuk, geçmişe bir saygı duruşuydu: Yaşlanmanın asaleti, zamanla barışmanın hikâyesi, ve kalbi son kez yola koymanın öyküsüydü.