Dağların Karanlığındaki Kulübe
Kanada ile ABD sınırındaki dağlık ve ormanlık bölgeler, yalnız yürüyüşçüler için cennet gibi görünür ama aynı zamanda derin bir sessizliğin ve bilinmeyenin ağırlığını taşır. Benim için bu bölgeler, rastgele seçilen patikaların heyecanını, haritalarda işaretlenmemiş yollarda kaybolmanın garip özgürlüğünü temsil ediyordu. Hep hazırlıklı giderdim; pusula, GPS, yedek bataryalar… Çünkü bu topraklarda sürprizlere yer çoktur, ama hata payı yoktur.
Haziran başında, kabinimin yakınındaki bilinmeyen bir patikaya yöneldim. Daha önce oraya hiç girmemiştim. Patika, diğer yollar gibi ince ve neredeyse hayaliydi; bazen sadece toprağın ton farkından ya da ezilmiş otlardan bir yol varmış gibi görünür. Yürüdükçe zihnimde “Bu bir yol mu, yoksa ben mi uyduruyorum?” sorusu yankılanıyordu.
İki saat sonra, çamurlu bölümlerde ayak izleri belirdi. Fakat bu izler patikayı takip etmiyordu. Kimi çapraz geçiyor, kimi bir süre iz üstünde gidip sonra ormanın içine dalıyordu. Bir saat daha ilerledim. Bu kez patika belirginleşti. Çevresi sayısız ayak iziyle doluydu, sanki sürekli biri buradan geçiyordu.
Derken karşımda bir kulübe belirdi. İlk bakışta birinin orada gizlice yaşadığını düşündüm. Ayak izleri çok yeniydi. Ama kulübenin görüntüsü bambaşka bir şey söylüyordu: Kapısı kırık, alt kısımları toprağa gömülmüş, duvarları çürümüş. Yıllardır kimsenin dokunmadığı bir mezar gibiydi.
Bölge ağaçlardan temizlenmişti, ben de içeri bakma dürtüsünü bastıramadım. Belki biri yardıma muhtaçtı. Belki izlerin kaynağı buydu. Kapının eşiğine vardığımda tarif edilmez bir koku yüzüme çarptı. Çürümüş yapraklarla kirli suyun karışımı mıydı, yoksa çok daha karanlık bir şey mi? İçeri baktım: Yaban hayvanlarının yuva yaptığı köşeler, zeminden filizlenen otlar, ormanın yavaşça yapının içine sızması… Birkaç adım attım ama koku dayanılmazdı. Geri döndüm.
Ve o anda… Midem buz kesti. Ormanın gölgesinde biri bana bakıyordu. Sabit, sessiz, gözleri seçilmeyen bir siluet. Sonra bir anda koşarak kayboldu. Ben de patikayı takip etmeye çalışarak koşmaya başladım. Nefesim kesilene kadar durmadım. Kabinime vardığımda ellerim hâlâ titriyordu.
Ertesi gün olayı bildirdim. “Tuhaf bir kulübe, içi terk edilmiş ama yeni ayak izleri var,” dedim. Günler sonra yetkililerle beraber geri döndük. Fakat kulübe yoktu. Sadece kara kül ve yanmış ahşap kalmıştı. Geriye hiçbir iz bırakılmamıştı; sanki orada bir yapı hiç olmamış gibi.
O gün ormanda gördüğüm adam hâlâ aklımda. Belli ki bir şey saklıyordu. Belki de kulübeyi yakarak izlerini yok etmişti. En çok korktuğum şey ise şu: Eğer o gün birkaç adım daha atıp kulübenin içine ilerleseydim, belki de şu anda bu hikâyeyi anlatamayacaktım.
Bu orman, kaybolanların ve saklananların yeri. Ve bazı patikalar, gerçekten de kimsenin yürümemesi için vardır.