Engelli çocuklara yirmi yıldır sessizce ders veren öğretmen… Kimse bilmiyor ki, küçükken öz annesi onu kilitleyip ‘aptal’ demişti.
Yirmi yıl önce, Ayşe ilk kez eline beyaz bir tebeşir alıp Üsküdar’daki mütevazı bir devlet okulunun hafif yıpranmış kara tahtasının karşısına geçtiğinde, kalbi umutla doluydu. O güne kadar hayat, ona “umut” ve “gelecek” kelimelerinin herkese nasip olmadığını öğretmişti. Henüz yirmi üç yaşında, Özel Eğitim mezunu genç bir kadındı; öylesine derin bir hassasiyete sahipti ki bazen kendisinden korkardı. Küçüklüğünden beri kimsenin gözlerinin içine bakmadığı insanlara bakmayı, başkalarının uzak durduğu insanlara yaklaşmayı, el uzatmayı öğrenmişti.
Yirmi yıl geçti. O ilk sınıf, sessiz ama derin bir kariyerin başlangıcı oldu. Dergilerde manşet olmadı, ödüller almadı, ama onlarca engelli çocuk – fiziksel, zihinsel, duyusal – ve aileleri için Ayşe, fırtınada dimdik duran bir ışık, çorak görünen bir toprakta filizlenen bir bahçe oldu.
Kimse okulda onun geçmişini bilmiyordu. Oysa Ayşe, karanlık bir çocukluk sırrını taşıyordu. Öz annesi, Hatice Hanım, onu çocukken evin küçük bir odasına kilitlerdi. Sık sık “aptal kız”, “işe yaramaz”, “öğrenemez” derdi. Sevgi sözcükleri eksikti; sadece bağırışlar, kilitli kapılar vardı. O yalnız günlerde Ayşe sadece acıyı değil, kendi sesini de duymayı öğrendi. “Aptal” kelimesinin aslında yaralı birinin kullandığı bir kelime olduğunu keşfetti.
Yıllar sonra kendine iki söz verdi: Birincisi, bir daha asla kendini – ne kalbini ne hayallerini – kapatmayacaktı. İkincisi, birine “yetersiz”, “eksik”, “bozuk” diyen her durumda, o orada olacaktı; o çocuğun elini tutacak, gözlerine bakacak ve “Seni görüyorum” diyecekti. O yüzden Özel Eğitim öğretmeni olmayı seçti. Merhamet için değil, dayanışma için. Çünkü “görülmemenin” ne demek olduğunu çok iyi biliyordu.
İlk yıllar zorluydu. Okul ona en karanlık sınıfı verdi; eski materyaller, yetersiz araçlar. Birçok veli, çocuklarının engelini kader olarak görüyordu; bazı öğretmenlerse yük olarak. Ama Ayşe için bu bir maceraydı. Kendi parasıyla malzeme aldı, resimli kartlar bastı, oyunlar uyarladı, kapsayıcı projeler hazırladı. Ders sonrası saatlerce işaret dili öğrendi, özel uygulamaları inceledi, engelli çocuklar için yeni yollar aradı.
Bir gün öğrencilerinden biri, beyin felci olan küçük Mehmet haftalardır gülmüyordu. Ailesi umudunu yitirmişti. Ayşe pencere kenarına oturdu, ona bir renkli kalem uzattı ve dedi ki: “Ne istersen çiz. Kalemi tam tutamasan da olur. Ben yardım ederim.” Mehmet önce sadece baktı. Sonra Ayşe kulağına eğilip fısıldadı: “Elin bir şey söylüyor, henüz duymuyorsun.” O an Mehmet’in gözlerinde bir ışık belirdi. Birkaç küçük çizgiden sonra yüzünde gülümseme belirdi. Annesi ertesi gün sessizce ağladı. Ayşe için o bir zaferdi.
Yıllar geçtikçe kimse alkışlamasa da, o sınıfına ve misyonuna sadık kaldı. Madalya yoktu, ama öğrencilerinin gözleri vardı. Ailelerin minneti, hikâyelerin sıcaklığı vardı: Otizmli kızın çizgi roman karakterleri çizmesi, Down sendromlu gencin tiyatroda rol alması, işitme engelli öğrencinin ilk kez işaret diliyle konuşma yapması… Her defasında Ayşe oradaydı; “yapamazsın”dan “yaptın”a uzanan köprüydü.
Toplumun gözünde görünmezdi. Diğer öğretmenler “özel sınıf”tan nadiren söz ederdi. Ama o bunu mesele etmedi. Belki de değerinin dergi kapaklarında değil, dokunduğu hayatlarda olduğunu biliyordu.
Zamanla rutin bile yenilik getirdi: yeni öğrenciler, yeni teknolojiler, yeni umutlar. Ama öz aynıydı: çocukların görüldüğü, duyulduğu, saygı duyulduğu güvenli bir alan. Ve o alanın merkezinde, kendi hikâyesini artık saklamayan bir kadın vardı.
Ayşe geceleri bazen kırılırdı. Rüyasında yine o karanlık odaya döner, annesinin “aptalsın” diyen sesini duyardı. Kalbi hızla çarpardı. Ama kaçmadı. Terapi aldı, duygusal istismara uğramış insanlarla konuştu, “aptal” kelimesinin gerçeği yansıtmadığını anladı.
Zamanla hikâyesini büyük öğrencileriyle paylaştı. Onlara “bazı yaraların görünmediğini” anlatırken, bir öğrenci sorardı: “Peki size öyle dediklerinde ne yaptınız?” O da gülümserdi: “İnanmadım. Değerimin başkalarının sözleriyle ölçülmeyeceğini söyledim kendime.” Bu cümle, öğrencileri için cesaret kıvılcımı oldu.
Ve bir gün, öğretmenlikteki yirminci yılına özel bir tören düzenlendi. O kadar alışık değildi ki, en arka sırada oturdu. Eski öğrenciler ekranda belirdi: “Ayşe, teşekkür ederim…” diyordu hepsi. “Bana inandığın için, sessizliğimi kabul ettiğin için, beni ismimle çağırdığın için…” Ayşe gözyaşlarını fark etmeden ağlıyordu.
Aileler hediyeler, mektuplar, çizimler getirdi. Bir anne, “Kızımı kimse görmüyordu, siz gördünüz,” dedi. Bir diğeri, “Oğlum konuşmayı öğrendi ama asıl kendine değer vermeyi sizden öğrendi.” Eski bir öğrencisi, artık üniversiteli, ona bir defter verdi: “Bana inanmadığım zamanlarda bana inanan öğretmene…”
O gece Ayşe sadece onurlandırılmadı; şifalandı. Yirmi yıllık sessizliğin ağırlığını bıraktı. Geçmişi artık zindan değil, köprüydü.
Bugün hâlâ her sabah sınıfına giriyor, elinde beyaz tebeşir, yüzünde huzurlu bir tebessümle. Çocuklar ona “Ayşe öğretmen” diyor. O, gözlerine bakıyor, onlara zaman, alan ve ifade özgürlüğü veriyor. Artık biliyor: öğretmek sadece bilgi aktarmak değil, insan onurunu yeşertmektir.
Kısa süre önce görme engelli eski bir öğrencisi üniversiteye kabul edildi. Sarıldılar. “Bugün senin günün,” dedi Ayşe. O çocuk cevap verdi: “Siz bana gözlerle değil, kalple görmeyi öğrettiniz.” Ayşe o an anladı: Yıllarca yazdığı o beyaz tebeşir izleri, aslında umut ve insanlık izleriydi.
Ayşe’nin hikâyesi büyük ödüllerle dolu değil. Ama sessizce hayatları değiştiren bir kadının hikâyesi. “Aptal” denen bir çocuğun, o kelimenin kendisini tanımlamadığını öğrenmesinin hikâyesi. Çocuklara sadece el kaldırmayı değil, yüreğini kaldırmayı öğreten bir öğretmenin hikâyesi.
Bu dünya parlak ışıkları överken, Ayşe bize sabırla, sessiz sevgiyle yanan başka bir ışığın varlığını hatırlatıyor. Engelin, yetersizliğin değil; umudun, inancın, saygının hikâyesini yazıyor.
Ve her sabah, kara tahtaya beyaz tebeşirle bir çizgi çektiğinde, sadece harfler değil; güven, gelecek, onur yazıyor. Çocuklar da yanında, dünyaya kendi isimlerini yazmayı öğreniyor.