Evsiz Çocuklar İçin Bir Sığınak Açan Yetim Çift

Evsiz Çocuklar İçin Bir Sığınak Açan Yetim Çift

Ankara’nın kırsalında, sabahın altın tonlarıyla boyanan bir ufukta, umutla karışık yeni bir başlangıç hissediliyordu. Ayşe ve Kemal, ayçiçekleriyle çevrili küçük bir evde, hem yalnızlığı hem sevgiyi tanımış bir çift olarak yaşıyordu.
Her ikisi de yetimdi. Ayşe, Konya’daki bir rahibe okulunda büyümüştü; geceleri dua ve balmumu kokusu dolardı odalara. Kemal ise devlet yurdunda, kapı çarpmalarının sesine alışarak geçmişti çocukluğunu. On sekiz yaşında, aile desteği olmayan gençler için bir barınakta tanıştılar. Kimse aşk aramıyordu — sadece o sessiz boşluğu anlayacak birini. Ama kader, iki kalbi zarif bir dokunuşla birleştirdi.
Yıllarca hayatta kalmak için her işi yaptılar: tarlalarda çalıştılar, inşaatlarda taş taşıdılar, ev temizlediler. Kemal, sessiz gücüyle geçmişin yaralarını susturmayı öğrenmişti. Ayşe ise yumuşak sesi ve iyileştirici gülümsemesiyle, bir gün hiçbir çocuğun yalnız kalmayacağı bir yer kurmanın hayalini taşıyordu.
Bir kış akşamı, park bankında ucuz kahve içerken Ayşe sordu:
— Kemal, hiç düşündün mü? Ya bir yuva kursak, ama sadece kendimiz için değil… kimsesiz çocuklar için?
Kemal şaşkın ama umutla baktı. O fikir ikisinin de gücünü aşacak gibiydi, ama biliyordu ki eğer biri başarabilirse, o Ayşe olurdu.
Böylece “Güneşin Evi” hayali doğdu — evsiz çocuklar için bir sığınak. Tuğla tuğla, elleriyle yaptılar. Komşular yardım etti: biri boya getirdi, biri yiyecek, biri sadece dua.
İlk gelen çocuk altı yaşındaki Emir’di; gözleri griydi, yaşıyla uyuşmayan bir sessizliği vardı. Sonra Elif geldi — yüksek bir ses duyunca yatağın altına saklanan bir kız. Haftalar içinde, o küçük ev kahkahalar, gözyaşları ve yeni hikâyelerle doldu.
Ama kolay olmadı. Devlet desteği gecikti, para bitti, umut bazen tükeniyordu. Ayşe, bazı geceler sessizce ağlarken Kemal saçlarını okşar ve fısıldardı: “Hiçbir çocuk sokakta uyumayacak, söz veriyorum.”
Bir gün yerel bir gazeteci onların hikayesini duydu ve “İki Yetim, Onlarca Çocuğa Yuva Oldu” başlıklı bir yazı yayımladı. Haber kısa sürede yayıldı. Türkiye’nin dört bir yanından insanlar yardım göndermeye başladı: oyuncaklar, kıyafetler, gönüllüler… “Güneşin Evi” bir umut sembolüne dönüştü.
Zamanla büyüdü: sadece bir ev değil, odalar, bir kütüphane, küçük bir bahçe ve derslikler oldu. Ayşe okumayı öğretiyordu, Kemal marangozluk. Çocuklarsa onlara inanmayı öğretiyordu.
Sonra kader bir kez daha kapıyı çaldı. Bir gece çıkan fırtına çatıyı uçurdu; birkaç çocuk yaralandı. Kemal, enkaz altında kalanları kurtarmaya koştu. Kimse tam olarak ne olduğunu bilmedi — ama sabah olduğunda, Kemal’in bedeni Emir ve Elif’i kollarında korurken bulundu.
Ayşe günlerce konuşamadı. Çocuklar, onun sessizliğini paylaşarak yanında durdu. Biri ona çay getirdi, biri duvara çiçek çizdi, biri “Kemal baba artık yıldızlarda” dedi.
Ayşe, acısından bir güç doğurdu. Onun için değil, Kemal için devam etti. Yüzlerce insanın yardımıyla sığınak yeniden inşa edildi. Girişe bir levha asıldı:
“Güneşin Evi — Aileye İnanan İki Yetimin Eseri.”
Yıllar geçti. Sığınak artık bir vakıf olmuştu; orada büyüyen çocuklar doktor, öğretmen, gönüllü olarak geri dönüyordu.
Ayşe, artık saçları ağarmış halde, her akşam verandada oturur, çocuklara Kemal’i anlatırdı.
— Aşk, kan bağıyla değil, kimseyi yalnız bırakmama isteğiyle ölçülür, derdi.
Güneş batarken, ayçiçekleri arasında koşan çocuklara bakar, gökyüzüne gülümserdi. Kemal’in orada, gururla izlediğini bilirdi.
“Güneşin Evi” hâlâ yaşıyordu. Ve onunla birlikte, kimsenin sevgisiz uyumayacağı bir söz de.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News