Fakir Çocuk Terk Edildiğinde Gülüp Geçti… Yıllar Sonra Ona Baktığında Donakaldı!

Fakir Çocuk Terk Edildiğinde Gülüp Geçti… Yıllar Sonra Ona Baktığında Donakaldı!

Oliver’ın paspası, ofisin parlak zemini üzerinde gıcırdarken floresan ışıklarının sert uğultusu adeta onunla alay ediyordu. Patronunun sesi bir kez daha patladı:
“Hadi çabuk ol evlat. Tuvaleti unutma. Geçen sefer kamyon garajı gibi kokuyordu.”

Oliver gururunu yutmak zorunda kaldı. “Evet, efendim,” dedi kısık sesle. İşin küçüklüğüne rağmen minnettardı; çünkü bu, hayatının sıfırdan başladığını hatırlatan acımasız bir aynaydı. Ama kalbinin derinliklerinde daha büyük bir şey saklıydı: Bir rüya.

Neredeyse bir yıldır sevgilisi olan Lauren, onun dayanağıydı. En azından öyle sanıyordu. Lauren göz kamaştırıcı güzelliği, parlak saçları, markalı ayakkabıları ve herkesi büyüleyen gülüşüyle Oliver’ın dünyasıydı. Oliver ona her şeyi vermek istiyordu. Ama henüz verecek hiçbir şeyi yoktu.

O akşam Lauren’in evine elinde titreyen bir kutuyla geldiğinde heyecandan kalbi güm güm atıyordu.
“Sevgilim,” dedi gülümseyerek. “Bunu almak için aylarca para biriktirdim. Senin için özel olsun istedim.”

Lauren’in gözleri parladı. Oliver bir an için gerçekten başardığını sandı. Ama kağıt yırtılıp kutudan çanta çıktığında Lauren’in yüzü buz gibi dondu.
“David Jones mu? Dalga mı geçiyorsun? Ben Hermès istemiştim! Ben bu ucuz şeyi koluma takacak kadın mıyım?”

Oliver’ın içi ezildi. “Söz veriyorum, işim tutunca—”

Onu bölen kahkahasıydı. “Senin o aptal iş fikrin mi? Asla bir yere varmaz. Sen bir yere varmazsın.”

O gece restoran masasında da şikâyetleri artarak devam etti. Oliver tasarruf için KFC önerdiğinde ona tükürmüş gibi baktı.
“Sen benim için bir utançsın. Böyle biriyle nasıl çıkıyorum, inanamıyorum.”

Ama Oliver yine de inandı. Onu o kadar seviyordu ki, aylar sonra kalabalık bir lokantada diz çöktü ve küçük bir pırlanta yüzüğü uzattı:
“Lauren, benimle evlenir misin?”

Masalara buz gibi bir sessizlik çöktü. Lauren başını yana eğdi, yüzüğe küçümseyerek baktı ve yüksek sesle, herkesin duyacağı şekilde konuştu:
“Sen buna pırlanta mı diyorsun? Ben asla böyle bir yüzük takmam. Ve şunu iyi anla: Ben bir kaybedenle evlenmem. Ne şimdi, ne de asla.”

Oliver dondu kaldı. “Ama ben… düşünmüştüm ki—”

Sözleri bıçak gibi kesti: “Tom haklıymış. Sen asla değişmeyeceksin.”

Oliver’ın kalbi sıkıştı. “Tom mu?”

Lauren sırıttı. “Evet, bana hak ettiğim şeyleri alan adam. Sen gerçekten tek olduğumu sandın mı?”

Dünya başına yıkıldı. Ellerini uzattı, yalvardı. Ama Lauren topuklarını silah sesi gibi yere vurarak uzaklaştı.
“Hoşça kal, Oliver. Bir aynaya bak. Belki o zaman başarısız birini gördüğünü anlarsın.”

O ayrılık Oliver’ı paramparça etti. Günler sonra işten de kovuldu.
“Hayal kurmaya devam et,” dedi patronu alayla. “Sen bundan fazlası olamayacaksın.”

Ama Oliver hayal kurmaktan vazgeçmedi. Çalıştı. Geceler boyu okudu, kurslara gitti, aç kaldı, ikinci el eşyalarını sattı, sabaha kadar kod yazdı. Yüzlerce yatırımcıya e-posta attı. Reddedildikçe kararlılığı daha da sertleşti.

Yıllar geçti. Ve bir mucize gerçekleşti.

Küçük girişimi büyümeye başladı. Bir müşteri on oldu, on müşteri yüz oldu. Adı iş dünyasının masalarında yankılandı. Dergiler kapak yaptı: “Oliver Brooks — bir zamanlar temizlikçi, şimdi milyonluk girişimci.”

Ama asıl ödül para değildi. Onun ödülü Rose’tu.

Rose, Oliver’ın şirketi hâlâ kırılganken tanımıştı. Çanta ya da elmas değil, zamanını ve hayallerini istemişti. Oliver hediye almak isteyince nazikçe kızardı:
“Bunları şirketine yatır, Ollie. Biz geleceğimizi böyle kuracağız.”

Ona ev yemekleri pişirdi, sabahlara kadar yanında kaldı, şüpheler onu boğduğunda hatırlattı: “Sen başaracaksın.”

Rose ile aşk bir ortaklıktı. Koşulsuzdu.

Ve o gece geldi.

Oliver siyah arabasından indi. Üzerinde dikim bir takım elbise, yanında Rose’un eli… Parmaktaki yüzük gösterişli değil, anlamlıydı.

Tam o sırada, kalabalıkta bir ses duydu:
“Oliver?”

Döndü. Karşısında Lauren vardı. O eski ışıltısı solmuştu. Çantası pahalı görünmekten çok çaresizdi.

Titrek bir gülümsemeyle yaklaştı:
“Vay canına… sen… inanılmaz görünüyorsun. Bu araba senin mi?”

“Evet,” dedi Oliver sade bir sesle.

Lauren hızlıca devam etti: “Tom’la olmadı. Ama sen… değişmişsin. Hata yaptım. Belki biz tekrar—”

Sözü yarım kaldı. Çünkü Rose öne çıktı, gülümseyerek kolunu Oliver’ın koluna doladı.
“Özür dilerim, aşkım. Geç kaldım. Yemek için hazır mısın?”

Oliver onun alnına bir öpücük kondurdu. “Her zaman.”

Lauren’in gözleri dondu. “Bu… nişanlın mı?”

Rose elini uzattı. “Memnun oldum.”

Lauren’in sesi titredi: “Anlamıyorum. Bende olmayan ne var onda?”

Oliver’ın gözleri yumuşadı ama sesi keskin kaldı:
“Sen, bende hiçbir şey yokken inancını kaybettin. O ise elimde yalnızca hayallerim varken bana inandı. İşte fark bu.”

Lauren sustu. Arkalarında sessizlik kaldı. Oliver ve Rose birlikte yürüdüler.

Lauren geride donmuş kaldı. Çok geç anlamıştı: Para solardı, güzellik solar giderdi. Ama sadakat sonsuzdu.

Oliver onu bir kez kaybetmişti. Ama sonunda asıl kaybeden Lauren olmuştu.

Hayat hayalperenlere acımaz. Ama bazen, hayalperenler ayağa kalkar.
Ve kalktıklarında, onları yarı yolda bırakanlar yalnızca bakakalır.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News