Gece Yarısı Tarlasında Kaybolanlar
Soğuk bir kış gecesiydi. Saatler 03.00’ü gösterdiğinde, yıllık iş toplantısından yeni dönüyordum. Bu toplantılar yılda bir kez yapılır, ama ofisimden tam sekiz saatlik bir mesafede olurdu. Bu yüzden eve dönerken önümde upuzun bir yol, etrafımda ise sadece çıplak tarlalar ve siyah bir gökyüzü vardı. Şehirden çıktıktan sonra bu devlet yolunun iki yanı tamamen mısır ve buğday tarlalarıyla çevriliydi; kilometrelerce düz, kıpırtısız, neredeyse tekinsiz bir düzlük. Direksiyona ellerimi koymuş, farların aydınlattığı gri asfalt çizgisine kilitlenmiş bir şekilde gidiyordum.
Her zaman olduğu gibi yol boyunca tek tük geçen kamyonlardan başka hiçbir şey yoktu. Ama o gece, sağ tarafımdaki tarlalarda olağandışı bir şey gördüm. Mısır saplarının arasında geniş bir boşluk vardı ve o boşluğun ortasında far ışığına takılan bir araba. Tarlanın derinliklerine gömülmüş gibiydi. Sanki yoldan çıkmış, tarlanın içine saplanıp kalmıştı. Fren yaptım, hızımı biraz düşürdüm, ama arabamı durdurmadım. Gördüğüm manzara rahatsız ediciydi, ama motor çalışmıyor gibiydi; içeride birinin olup olmadığını da seçemiyordum. Telefon çekiyordu, demek ki kaza yapan kişi yardım çağırabilirdi. Ya da belki çoktan alınmıştı, kim bilir?
Tekrar hızlanıp yoluma devam ettim. İçimdeki bir ses durmam gerektiğini fısıldıyordu, ama başka bir ses bunun bana ait bir durum olmadığını söylüyordu. Belki de o ikinci ses, beni kurtaran tek şeydi. Çünkü olayların asıl tuhaf kısmı birazdan başlayacaktı.
Bir-iki dakika gitmiştim ki önümde bir çift far belirdi. Normalde 80 mil hızla gidilen bu yolda karşıma çıkan araba neredeyse sürünüyordu. Yavaşladım, yanından geçmek için şeridi değiştirdim. Tam o anda fark ettim: bu araba neredeyse 25 mil hızla gidiyordu. Böylesi bir hızda gece vakti otoyolda gitmek intihardı. Yanından geçerken, içimde kötü bir his kabardı.
Ama asıl rahatsız edici olan, geçtiğim gibi onların hızlanmasıydı. Önce geriden gelmeye başladılar, sonra neredeyse tamponuma yapıştılar. Sanki bilerek yapıyorlardı. “Ego düşkünü biri,” diye düşündüm, “kendisini sollayanı kaldıramıyor.” Normalde böyle insanlar kısa süre sonra hızlanır ve gider. Ama bu adam gitmedi.
Bunun yerine arabasını sollama şeridine aldı ve benimle yan yana geldi. Kısa bir an için göz göze geldik. Orta yaşlarda, uzun saçlı, dağınık sakallı bir adamdı. Yüzünde öfke yoktu, hatta herhangi bir duygu yoktu. Sadece hafif bir sırıtış. Boş, ürpertici bir sırıtış. Hızla tekrar yola baktım, ama kalbim hızlanmıştı.
Araba sonra önüme geçti. Farları yolumu kapladı. Sonra aniden fren yaptı. Ben de fren yapmak zorunda kaldım. Bir anda yolun ortasında durmuştu, iki şeridi birden kapatacak şekilde arabasını çaprazladı. Ben, on beş adım gerisinde, donmuş gibi kaldım.
Adam hiç vakit kaybetmeden kapıyı açıp dışarı fırladı. Şimdi yüzü gölgeler içindeydi, kapüşonunu başına çekmişti. Elinde bir şey parlıyordu; bu uzaklıkta bile onun bir silah olduğunu anlamak zor değildi.
Geri vitese takacak zamanım yoktu. Gaz pedalına bastım, arabayı sağa kırıp tarlaya sürdüm. Tekerlekler kayıyor, toprağı kavrayamıyordu. O an, biraz önce gördüğüm o diğer arabayı düşündüm. O da tarlada saplanıp kalmıştı. Ya ben de kalırsam? Ya o kaybolan sürücü gibi ben de kaybolursam?
Kalbim güm güm atıyordu. Motor bağırıyor, ama araba ilerlemiyordu. Bir anda lastikler tutuş kazandı. Direksiyonu sola kırdım, arabayı tekrar yola soktum. Arkadan tek bir silah sesi duyuldu. Sonra hiçbir şey. Yalnızca gece ve uzayan asfalt.
Kendime geldiğimde ellerim hâlâ direksiyondaydı ama parmaklarım uyuşmuştu. İlk benzinlikte durdum, 911’i aradım, gördüğüm her şeyi anlattım. Hem yolun ortasında duran arabayı, hem adamı, hem de tarladaki diğer arabayı. Polis, verdiğim konuma bir ekip yönlendirdi.
Sonraki gün öğrendim: tarladaki araba bulunmuştu ama içi tamamen boştu. Ne sürücü, ne yolcu, hiçbir iz yoktu. Sanki biri arabayı oraya sürmüş ve sonra havaya karışmıştı. Adam da yoktu, arabası da. Tek bilinen şey, tarlayı bölen o yolun kenarında birinin bana tuzak kurduğuydu.
O geceden sonra hep düşündüm: Ya o anda lastikler tutunmasa, ya arabam saplanıp kalsaydı? Tarladaki diğer arabayı gören tek kişi bendim. Belki o sürücüyü gören son kişi de bendim. Ve belki de o gece, tarla bana değil ona kapanmıştı.
Bugün hâlâ o yoldan geçtiğimde farlarımı kısar, ellerimi direksiyona daha sıkı bastırırım. Yorgun olduğum gecelerde bile gözlerim açıktır. Çünkü bazı yollar yalnızca asfalt değildir; bazı yolların kenarında insanlar değil, gölgeler bekler. Ve bazen, o gölgeler tarla gibi masum bir şeyin ardında gizlenir.