Geçmişin Gülümsemesi: Eski arkadaşlarım bekarlığımla alay ediyor… ta ki kocam bir spor arabayla gelene kadar – X Grubunun CEO’su mu?
Birkaç yıl önce, ben, Elif (ama bana sadece Elif deyin), hafta sonlarını genellikle yalnız geçirirdim. Lise arkadaşlarımın çoğu evlenmiş, nişanlanmış, çocuk sahibi olmuştu ya da hep çift olarak planlar yapıyordu. Eskiden birlikte güldüğüm, sınavlara girdiğim, gençlik dramlarını paylaştığım o sınıf arkadaşlarım, mutlu çiftler olarak hayatlarına devam ederken ben hâlâ bekardım. Ne düzenli bir ilişkim vardı, ne de bir “nikah masasında buluşuruz” sözüm.
“Yine mi yalnızsın Elif?” diye sorarlardı yapmacık bir merakla. “Bir sevgilin yok mu?” derken ses tonlarında o hafif alay gizliydi. Ben ise kibarca gülümser, aslında düşündüklerimi belli etmezdim: Yalnız olmak kötü değildi, doğru kişiyi bekliyordum, acelem yoktu.
Bir cumartesi akşamı, eski sınıf grubumuz bir kafede buluşmaya karar verdi: İstanbul’un eski semtlerinden birinde, gençlik anıları, yirmi yıl öncesinin fotoğrafları, mahalle parkında saklambaç oynadığımız günlerden hikâyeler… Herkes eşiyle, çocuklarıyla geldi. Ben tek başıma. Sarıldılar, öpüştüler, “Ne var ne yok Elif?” dediler. “Aynı işte, çalışıyorum, keyfim yerinde,” dedim.
Bazıları anlamlı bakışlar attı, sessizce gülüştüler. Sanki bekarlığım küçücük bir şaka konusuydu. O an içimden, “Bir gün hepinizi şaşırtacağım,” dedim kendime.
Yıllar geçti. Pazarlama alanında çalışmaya devam ettim, yavaş yavaş terfi aldım, konferanslara katıldım, uluslararası fuarlara gittim. Ama özgürlüğümden vazgeçmedim. Arkadaşlarımın çoğu hâlâ evliydi, pazar rutinleri, çocuklarının ödevleri… Bana “Harika görünüyorsun ama o biri nerede?” diye takılırlardı. Ben ise sadece “Geldiğinde göreceksin,” derdim.
Bir gün, İzmir’deki bir sunumda, Kerem adında bir adamla tanıştım. Ne film yıldızı gibi yakışıklıydı ne de mükemmel bir prens; ama zekiydi, yazılım mühendisi, sakin bir gülümsemesi ve çok net değerleri vardı. “İş konuşması” bahanesiyle kahve içtik, sohbet ettik… derken bu bir randevuya dönüştü. Sonra bir randevu daha. Anladım ki, yeniden sevebilirim. Kendimi kaybetmeden paylaşabileceğim bir hayat. Ve parçalar yerine oturmaya başladığında, onun “o kişi” olduğunu hissettim.
Kerem’in ise başka bir sürprizi vardı. Bir akşam, Boğaz’a bakan terasımızda, yıldızların altında, loş ışıkta bana “Benimle evlenir misin, Elif?” dedi. Evet dedim. Ama esas şaşkınlık birkaç gün sonra geldi. Kerem bana yıllardır gizlice yürüttüğü bir teknoloji projesinden bahsetti — ve artık Yılmaz Holding’in CEO’su olarak atanmıştı! Bir anda, sade yaşamım büyük bir hikâyeye dönüştü.
Düğün sade, zarif ve samimiydi. Gösteriş yoktu; sadece gerçek dostlar, mum ışığı, huzur. Sonra deniz kenarında bir ev aldık. Ben pazarlama işime devam ettim, o ise şirketini yönetti. Ama hep birbirimizi merkezde tuttuk.
Ve sonunda o an geldi: eski sınıf buluşması. Bu kez daveti hemen kabul ettim. Masada yine evlilik hikâyeleri, çocuklar, faturalar konuşuldu. “Peki sen Elif, bir yenilik var mı?” dediler. Ben gülümsedim. “Evet,” dedim, “biriyle tanıştım, evleniyoruz bu yaz.” Kadehler kalktı, tebessümler döküldü. Ama asıl sürpriz ertesi gün oldu.
Restoranın önünde, kırmızı metalik bir spor araba durdu. Motor sesiyle tüm gözler o yöne döndü. Ve içinden Kerem indi; lacivert takım elbisesiyle, sakin bir karizmayla. Kapıyı benim için açtı. Arkadaşlarımdan biri fısıldadı: “Yılmaz Holding’in CEO’su mu o?”
Herkes sustu. O eski gülüşler havada asılı kaldı.
İçimde tatlı bir huzur vardı: kimseye kendimi kanıtlamaya çalışmamıştım. Sadece kendi yolumda yürümüştüm. Gerçek sevgi, saygı ve ortak başarı sonunda beni bulmuştu. Arabaya binerken Kerem’in elini tuttum, o da bana o tanıdık gülümsemesiyle baktı. Artık “bekar Elif” değildim; “birbirini seçen iki kişi”ydik.
Evet, bazıları “Ne yükseliş ama!” diye düşünebilir. Ama mesele araba ya da unvan değil. Herkesin kendi zamanı var. Bekar olmak, sabırlı olmak, doğru zamanı beklemek ayıp değil. Çünkü vakti geldiğinde, her şey çiçek açar. Motor sesi uzaklaşırken, onların kahkahaları yerini sessiz bir saygıya bıraktı.
Aylar sonra, bazı eski arkadaşlarımı deniz kenarındaki evimize davet ettim. Geldiler, şaşkınlıkla etrafa baktılar. Gerçek bir bağın, ortak kahkahaların, sabah kahvelerinin ve gelecek planlarının tanığı oldular. O an anladılar ki —değer, biriyle olmakta değil; kendine sadık kalabilmekte.
Ve sevgili okurlar, bu hikâye bir dönüşümün, bir seçimin hikayesidir. Belki sizinki de olabilir. Çünkü mesele yalnız olmamak değil; doğru kişiyle, aynı seviyede, aynı saygıyla buluşabilmek.
Ve eğer sonunda kocanız bir spor arabayla gelirse… bırakın gelsin. Önemli olan, o kapıyı açtığında siz huzurluysanız, artık geçmişin gülüşleri sessiz bir hayranlığa dönüşür.