Genç Kızın Annesi Onu Baloya Göndermedi—Ama Yıllardır Sakladığı Gerçek, Ailenin Kaderini Yerinden Oynattı…
Emma merdivenlerin tepesinde durmuştu. Gümüş renkli elbisesinin kumaşını sımsıkı kavrıyor, kalbi gürültülü bir davul gibi göğsüne çarpıyordu. Bu geceyi binlerce kez hayal etmişti: müzik, kahkahalar, Arjun’un sıcak eli avucunda… Fakat merdivenlerin altında duran annesi, kollarını kavuşturmuş, gözlerinde şimşekler çakıyordu.
“Sen o çocukla baloya gitmeyeceksin,” dedi annesi, sesi bir emir gibi değil, sanki bir kader hükmü gibi.
Sözler, Emma’nın yüreğine tokat gibi indi.
“Niye?” diye sordu, gözlerinden yaşlar süzülürken. “O iyi biri. Zeki, çalışkan, beni asla kırmaz. Hep istediğin gibi biri—”
Ama annesinin yüzü acıyla burkuldu. Dudaklarından dökülen kelimeler ise Emma’nın ruhunu delip geçti:
“O bizden değil, Emma.”
Emma dondu kaldı. Bunu hissetmişti belki, ama duymak… o bambaşka bir acıydı. “Onu Hintli olduğu için mi söylüyorsun?” diye fısıldadı.
Annesi susuyordu. Sessizlik, en ağır bağırıştan daha yaralayıcıydı.
Kapının dışında bekleyen Arjun, dimdik durmaya çalışıyordu. Üzerindeki smokin, artık bir zırh gibi soğuk görünüyordu. Zoraki bir tebessümle, “Sizi asla incitmek istemedim,” dedi. “Ben Emma’yı seviyorum. Onunla yürümek istediğim yol tertemiz.”
Ama annesi bir adım öne çıktı, gölgesi Arjun’un üzerine düştü: “Defol git buradan. Yoksa polisi ararım.”
Emma’nın dudaklarından bir çığlık koptu: “Anne!”
Arjun’un gözleri yaralı bir çocuğun gözleri gibi büyüdü. Emma’ya baktı; içinde bin parçaya ayrılmış umutlar gizliydi. Sonra ağır adımlarla evden çıktı. Ayak sesleri, Emma’nın kalbinde yankılanan kurşunlar gibiydi.
Balonun gecesi geldi çattı. Telefon ekranı yanıp söndü, ama cevap gelmedi. Mesajlar boşlukta kayboldu, aramalar yanıtsız kaldı. Emma sabırla, umutsuzca bekledi.
Ta ki hakikat ortaya çıkana dek…
Annesi o sabah gizlice Arjun’un yolunu kesmişti. Onun bursunu, geleceğini, ailesinin onca yıllık fedakârlığını tehdit etmişti. “Kızımı bırak,” demişti. “Yoksa seni ve aileni mahvederim.”
Arjun, ailesinin rüyalarını omuzlarında taşıyan genç bir adamdı. Ve o ağırlık, Emma’nın ellerinden daha güçlüydü. O gün, Arjun kırıldı.
Emma gerçeği öğrendiğinde annesinin karşısına dikildi. Buz gibi bir soğukluk bekliyordu, belki de öfke. Ama gördüğü şey gözyaşları oldu.
“Ben de senin gibiydim,” diye başladı annesi, sesi çatallanırken. “Birini sevdim. Adı Siraj’dı. O da Hintliydi. Bana şarkılar yazardı, gitar çalardı. Her şeyin üstesinden geliriz sanmıştım. Ama ailem izin vermedi. Beni reddettiler. Arkadaşlarım sırtını döndü. Dedikodular bizi yedi bitirdi. Ve sonunda onu terk ettim. Onu gömdüm içimde. Babana hiç anlatmadım. Hep sakladım. Seni koruduğumu sandım. Aynı yıkımı yaşama diye…”
Emma’nın kalbi büküldü, gözlerinden yaşlar aktı. “Hayır,” dedi, sesi titrerken. “Beni korumadın. Korkularını bana miras bıraktın. Nefretini bana zincirledin. Ama ben sen değilim, anne. Ben Arjun için savaşacağım.”
Annesinin elleri titredi, çiçekler avuçlarından kayıp yere düştü. İlk defa suskun kaldı.
O gece, Emma umudunu kaybetmek üzereyken pencerenin önünde farlar belirdi. Arjun! Yorgun, saçları darmadağın, smokini kırış kırıştı. Ama gözleri kararlıydı.
“Korku bizi ayıramaz,” dedi nefes nefese. “Seni seviyorum. Ve ne derlerse desinler, yolum sensin.”
Emma’nın kalbi sevinçle çarptı. Ona koştu, kollarına atıldı. Yeryüzü hafifledi, yükler eridi.
O anda kapıda bir gölge belirdi: annesi. Elinde Arjun’un daha önce getirdiği ve reddettiği çiçekler vardı. Gözleri yaşlı, sesi kırık dökük: “Hatalıydım. Siz benden cesursunuz. Benim zincirlerimi miras almayın. Lütfen, bu çiçekleri kabul edin. Bir başlangıç olsun.”
Emma çiçekleri aldı, yüreği hem yaralı hem ışıkla dolu. İlk kez annesinde bir canavar değil, geçmişin esiri olmuş kırık bir kadın gördü.
“Affedeceğim,” dedi fısıltıyla. “Ama senin hatanı tekrar etmeyeceğim. Bu zincir benimle bitecek.”
Ve Arjun’un elini tutarak, artık sadece bir baloya değil, nefrete, sessizliğe, tarihe karşı başlayan yeni bir hayata yürüdü.