Görme engelli bir öğrenci, kardeşinin hastane masrafını ödemek için her gece piyano çalıyor

Görme engelli bir öğrenci, kardeşinin hastane masrafını ödemek için her gece piyano çalıyor

Şehir, yıldızlarla dolu bir gökyüzünün altında uyurken, İstanbul’un Kadıköy semtindeki eski hastane binasının önündeki taş döşeli sokakta, geceye karışan bir piyano sesi yankılanıyordu. Orada, yirmi iki yaşındaki Elif oturuyordu; ödünç alınmış bir piyanonun başında, parmakları tuşların üzerinde kanatlar gibi açılmış. Her gece, yaşıtları sohbet ederken, partilere giderken ya da diziler izlerken, o sessiz sokaklardan geçer, eskimiş deri bir çantanın içinde notalarıyla birlikte küçük bir umut taşırdı.

Elif on altı yaşından beri görme engelliydi. Bir kaza, sadece gözlerini değil, gençliğinin birçok umudunu da elinden almıştı: o yurtdışı bursunu, Hukuk Fakültesi’ndeki parlak geleceğini, dünyanın renklerini görme ihtimalini. Ancak karanlık ne kadar derinleşirse derinleşsin, müziğe olan sevgisini hiç kaybetmemişti. Piyanoda, gözlerinin artık seçemediği hayata bağlanmanın bir yolunu bulmuştu.

Küçük kardeşi Mehmet, on iki yaşındaydı ve yavaş yavaş görme yetisini kaybediyordu. Doktorlar, göz hastalığının ilerlemesini durdurmak için acil bir ameliyat gerektiğini söylemişti. Ancak tedavi ve hastane masrafları fazlaydı ve Elif ile Mehmet’in ailesinin buna gücü yetmiyordu. Annesi yıllar önce gitmişti; babası ise inşaatlarda uzun saatler çalışıyor, kazandığı para sadece kira ve yiyeceğe yetiyordu. Elif biliyordu: Mehmet’in görmesini sağlayacak tek umut, o ameliyattı.

Bir akşam, Ümraniye’deki küçük dairelerinde babası kısık bir sesle dedi ki:
— Elif, hastanenin istediği parayı denkleştiremiyorum. Yarın onlara kabul edip etmediğimizi bildirmemiz gerek.
Elif’in sırtından bir ürperti geçti. Mehmet’e baktı; çocuk çıplak ayaklarıyla halının üzerinde oynuyordu, durumun ciddiyetini bilmeden. Onun için ameliyat, yeniden görebilmenin, arkadaşlarıyla oyun oynamanın bir vaadiydi. Elif o gece kararını verdi: her gece sokakta piyano çalacak ve dinleyenlerden gelen bozuk paralarla kardeşine umut biriktirecekti.

Böylece rutin başladı: akşamları piyanosunu sokak lambasının altına koyar, önüne “Görmek isteyen bir kardeş için müzik” yazan kartonu yerleştirirdi. Başta sadece birkaç bozuk para düşüyordu. Ama müziğin insan ruhuna dokunan bir gücü vardır. Bir kadın bir banknot bıraktı, yaşlı bir adam usulca yaklaşıp bir lira attı, genç bir üniversite öğrencisi onu gülümseyerek tebrik etti. Elif her notada aynı dileği taşıyordu: “Mehmet görsün.”

Zaman geçti, kutusundaki paralar çoğaldı. Fakat parayla birlikte yorgunluk da arttı. Soğuk rüzgârda donan parmakları ağrıyor, eve dönerken adımları ağırlaşıyordu. Babası dinlenmesini söylese de, Elif gülümserdi: her acı, kardeşi içindi. Mehmet ise, doktorların yakında görebileceğini söylediğini duydukça sevinçle doluyordu. O bilmiyordu ama ablası onun için görüyordu.

Bir sabah hastaneden bir mektup geldi: ameliyat beklenenden daha pahalıydı. Sigorta sadece bir kısmını karşılıyordu. Elif’in elleri titredi, içindeki umut dolu kutuya baktı. O akşam sokakta “Ay Işığı Sonatı”nı çalarken bir seyyar satıcı durdu. Parçayı dinledikten sonra sessizce söyledi:
— Kardeşim, sen dünyayı parmaklarınla gösteriyorsun.
Elif’in gözlerinden sessizce yaşlar aktı, ama çalmaya devam etti. O cümle ona yeniden güç verdi. Biliyordu ki yalnız değildi: dünya onu dinliyordu.

Ameliyat haftası geldiğinde, Mehmet cesurca hastaneye yattı. Elif hastaneye gidemedi; kendini zayıf hissediyordu, ama kalbi oradaydı. Her gece piyanosunun başına geçti, hayalinde kardeşinin gözlerini açtığı anı canlandırdı.

Ve o gün geldi: Mehmet, yeni gözlükleriyle hastaneden çıktı. Elif onu kucakladı, sanki dünyayı o da hissedebiliyordu. Mehmet heyecanla sordu:
— Ablacığım, yarın seni çalarken görebilecek miyim?
Elif yutkundu. Nasıl söyleyeceğini bilemedi. Ama sonunda sessizce dedi:
— Mehmet, dinle sadece.
Ve onun için bestelediği o yumuşak melodiyi çaldı. Mehmet gözlerini kapattı, sonra açtı.
— Ablacığım… seni görüyorum.
Elif titredi. Sonra fısıldadı:
— Senin için kendi gözlerimi sattım. Çünkü seni, umutlarımdan daha çok seviyorum.
Mehmet’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Elif, onun elini tuttu:
— Artık dünyayı görebiliyorsun, kardeşim. Gör ve yaşa… benim için de.
O günden sonra Mehmet piyano çalmayı öğrendi. Elif artık sokakta değil, çocuklara ücretsiz dersler veriyordu. Müziğin, gözlerden değil kalpten geldiğini öğretiyordu. Şöhreti arttı ama o hep aynı kaldı: dünyayla parmaklarıyla konuşan o kız.

Bir bahar günü, Mehmet’in ameliyat olduğu hastanede bir konser düzenlediler. Elif sahnede çaldı; seyirciler arasında kardeşini gördü. Elinde bir broşür vardı: o da çocuk konserinde çalacaktı. Elif’in kalbi sevinçle doldu. Artık onun görmesi yeterliydi.

O gece Boğaz köprüsüne gitti, suyun sesiyle bir melodi doğaçladı. Rüzgâr yüzünü okşarken düşündü: “Görmeden vermek, görmeden çalmak, görmeden sevmek…” Çünkü bazen en büyük ışık, gözlerde değil, kalpte yanar.

Ve hikâye böyle bitti: bir peri masalı gibi değil, gerçek bir yaşam gibi… Bir kız kardeşin fedakârlığı, bir kardeşin yeniden doğan umudu. Çünkü müzik konuştuğunda, sessizlik de dinler. Ve sevgi hareket ettiğinde, gözler kapanır ama kalp yeni ufuklar görür.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News