Gözetleme Kulesindeki Geceler

Gözetleme Kulesindeki Geceler

O yaz, haritanın bile kenarlarına düşmeyen bir noktayı kiraladım. Yıllardır kullanılmayan yangın gözetleme kulelerinden biriydi bu; en ıssız olanını seçmiştim. Fotoğraf bulmak neredeyse imkânsızdı, yalnızca 1950’lerden kalma bulanık bir kare… Oraya vardığımda beni neyin beklediğini bilmiyordum.

Sabah dokuzda sırt çantamı alıp patikaya girdim. İlk saatler sık ve sert bir ormanda ilerlemekle geçti. Patika, patika olmaktan çıkmış, sadece silik bir yoldu. Beşinci saatte dağın tepesinde kuleyi gördüm: Ufacık, ayağa kalkmış bir kulübe gibi. Yirmi basamaklı, etrafı dolanan bir merdivenle yükseliyordu.

Manzara nefes kesiciydi; dünyayı avucumda tutuyor gibiydim. Kule, yamalı döşemeleriyle ve rüzgârın uğultusuyla çok yaşlıydı. İçinde hiçbir şey yoktu, çıplak tahta döşemeler ve duvarları tamamen cam olan bir oda. Çantamı bırakıp kalan güneş ışığında biraz yiyecek hazırladım ve korkuluklara oturdum. Sessizlik, sadece rüzgârın ve kuşların sesi…

Gece erkenden uzanmıştım. Yorgundum ama uyku bir türlü gelmiyordu. Otuz, kırk dakika geçmişti ki, kulenin dışında bir ses duydum. Daha doğrusu, merdivenden yukarı çıkan net ayak sesleri. Kapıya koştum. Kapanacak bir kilidi yoktu. Birkaç saniye sonra, köşeden bir adam çıktı.

Kırklı yaşlarında, omuz hizasında sarı saçlı. Beni görünce şaşırmadı, sanki burada beni bulacağını biliyormuş gibi gülümsedi.
“Birkaç gece kalmak için harika bir yer, değil mi?” dedi, yaklaşarak.
Başımı salladım, sesim titreyerek üç gece için rezerve ettiğimi söyledim. Bu kadar ıssız bir yerde onun da belirmesi içimi burkmuştu.
“Ben de burada kalmayı umuyordum aslında,” dedi yine gülerek.

Ne diyeceğimi bilemedim, sadece “Üzgünüm” dedim.
“Gördüğüm kadarıyla içeride fazlasıyla yer var. Yalnızsın, değil mi?”
Bir anlık tereddütle yalan söyledim: “Arkadaşım birazdan gelir.”
Gülüşü silindi. Bir şey demedi. Sonra dönüp merdivenlerden indi.

O an fark ettim ki, yanında sırt çantası yoktu. Hiçbir ekipmanı yoktu. Bu kadar ıssızda, eşyasız nasıl olurdu? İçimde bir huzursuzluk kabardı. Uzun süre ormana bakarak oturdum. Sonunda uykuya yenik düştüm.

Sabah kahvemi hazırlarken daha iyi hissediyordum. Ta ki aşağı inerken parmaklığa iliştirilmiş kâğıdı görene kadar. Kâğıtta yalnızca bir kelime yazıyordu: “Üzgünüm.” Yanında da gülücük çizilmişti. Gece geri gelmiş, ben uyurken bu notu bırakmıştı.

İçim yeniden sıkıştı. Yine de ormanda kısa bir yürüyüşe çıktım. Belki de adamın izine rastlarım diye. Ama her yer dün yürüdüğüm gibi, sık ve boştu. Geri dönüp kulenin sessizliğine sığındım. Güneş batarken küçük pilli fenerimi duvara astım ve karanlığa baktım.

Saat gece yarısına yaklaşmıştı. Yatmadan önce merdivenlerden inip ağaç çizgisine doğru yürüdüm. Fenerin loş ışığında önümde bir gölge kaydı. Bir anlığına bir şeyin hareket ettiğini gördüm. Donakaldım.
“Kim var orada?”

Cevap yoktu. Sessizlik uğultulu bir çan gibi geri döndü. Koşar adım kuleye çıktım. Cam pencereler her yeri gösteriyor ama kapıda kilit yoktu. Gitmek istiyordum ama bu karanlıkta patika yok gibi, kaybolmak daha kötü olabilirdi.

Feneri duvara astım, pencereden aşağıyı izlemeye başladım. Eğer biri oradaysa beni camdan çok net görebilirdi. Ben ise sadece karanlığı görüyordum. Gözlerim merdivenin altına kilitlendi. Dakikalar geçtikçe içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Çantamı topladım, kaçmam gerekirse hazır olsun diye. Her otuz saniyede bir pencereye dönüp merdiveni kontrol ediyordum.

Sonunda hepsini çantaya koydum. Pencereye geri döndüm. Merdivenin dibinde bir adam duruyordu. İlk basamağa bakarak, hareketsiz. Korkulukların arasından ancak gövdesinin bir kısmını seçebiliyordum ama onun aynı adam olduğuna emindim. Sırt çantası yine yoktu.

Korku iliklerime kadar işledi. Neden geri gelmişti? Neden sadece orada duruyordu? İki dakika boyunca öylece izledim. Sonunda adam birkaç adım geri attı, durdu, sonra yürüyüp gitti. Yönü yürüyüş yolumla kesişince onu kaybettim.

Bir şey beni uyarıyordu: Eğer bu gece burada kalırsam, kötü bir şey olacak. Bekledim. Sonra çantamı aldım, sessizce merdivenlerden indim. Ormanın karanlığına adım atarken adamın beni izliyor olabileceği düşüncesi midemi burktu. Bu yüzden küçük çakı bıçağımı elimde açık tuttum.

On beş dakika yürüdüm, patika silikleşmeye başlayınca feneri açmak zorunda kaldım. Umarım bu mesafe adamı benden uzaklaştırmıştır, ışığı göremez diye düşündüm. Önümüzdeki beş saat uykusuz, diken üstünde yürümekle geçti.

Güneş doğduğunda ormandan çıkmayı başardım. O geceleri tarif etmek zor. Bir şey içten içe bana bu adamın niyetinin kötü olduğunu söylüyordu. Ve hep şunu düşünürüm: O adama üç gece kalacağımı söylemiştim. Demek ki üçüncü gece geleceğimi sanıyordu. Eğer erken ayrılmasaydım, belki de hikâyem başka bir sonla biterdi.

Kuledeki geceler bana doğanın değil, gölgelerin arasındaki insanların korkutuculuğunu hatırlattı. Bazen sessizlik güven değil, yaklaşan bir tehlikenin ayak sesidir.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News