Günaydın Demeyi Öğreten Kadın: 7 Nolu Durakta Başlayan Küçük Bir Selamın Büyük Yankısı

Yolcu treniyle her sabah aynı istasyona yanaşırdı — şehrin kuzeyindeki 7 Nolu Tren Durağı. Soğuk sabahlarda üst geçitten geçerken, pencerelerdeki buğu, rayların üstündeki demir ışığı bir başka gösteriye dönüşürdü. Orada, peronda, her gün saat sekiz civarında, gülümseyerek “Günaydın” derdi: gişede görevli genç kız, adı Elvan Aydın. Her sabah. Her yolcuya.
Şehrin karmaşasında, kimse onu fark etmez gibi olurdu — ama o, fark ediyordu. Kimseler bakmasa bile, ellerinin arkasında sakladığı umut ve şefkat vardı.
Küçük, taşlı sokakların arasında büyümüş, dar bir dairede yaşardı Elvan. Babasını erken kaybetmiş, annesi yurtdışında çalışmak için şehri terk etmişti. Bu yüzden lise sonrası okulu yarıda bırakıp durağa gelmişti — gişe görevine başlamıştı. İlk başta sadece geçim için. Ama zamanla bir rutin oluştu: Tren gelmeden önce bir fincan çay, sonra kapı açılır, insanlar içeri girer, Elvan tok sesle “Günaydın, hoş geldiniz” derdi. Birçoğu onu tanımazdı ama bazıları — her sabah aynı erken saatte — kahvesinden iki yudum alırken onun selamını beklerdi.
Bir yaz günü, durakta saat yedi otuz sularında bir çocuk belirdi. Elvan her gün gördüğü yüzlerden farklıydı bu. Çantasında boyalı bir defter, gözlerinde hafif bir gri umutsuzluk vardı. Tren gelince içeri girdi, Elvan “Günaydın” dedi. Çocuk başını kaldırdı, “Günaydın” dedi. O andan sonra – fark etmedi kimse – Elvan genç çocuğun adını öğrendi: Murat. Her sabah geldi, her sabah bir selamla geçti. Bir gün çantasından çıkarıp defterini eline verdi. Çocuk, “Bu sabah senin için çizdim,” dedi. Elvan tebessüm etti, “Teşekkür ederim” dedi. Ama içinde bir şey titredi.
Zamanla şehirde bir rutin yaratıldı: Kimi yolcular sadece ona bakıp gülümser oldu; kimisi “Günaydın” kelimesini duyunca gününü güzel başlıyor gibi hissetti. Çünkü o, küçük bir selamı büyük bir önemle veriyordu. “Belki de bu sabah güzel olabilir,” der gibi…
Sonbahar geldiğinde hava serinledi. 7 Nolu Durak’ın peronu sisli sabahlarda başka bir hâl aldı: rayların üzerinde alacakaranlık silueti, istasyona giren trenin farlarıyla beraber belirdi. Elvan, sabah görevine gelirken durdu, derin bir nefes aldı. Çayını yudumlamadan direk gişeye gitti. O gün Murat gelmedi. Erken saatlerde birkaç yolcu geldi, tren geçti, ama çocuktan iz yoktu. Elvan içinden “Bugün belki gelmez” dedi ama yine de her gün olduğu gibi tekrar “Günaydın” dedi.
Haftalar geçti. Murat görünmedi. Ama Elvan her sabah oradaydı — o küçük gişede ışığıyla. Yolcular onun yerinde olduğunu fark etmeye başladı. Ve sonra bir sabah… Elvan yoktu. Gişede bekleniyordu ama gelmedi. Turnike kapısına kim “Günaydın” diyebilecek bir ses yoktu. Yolcular şaşkındı. Biri durdu; gişede duran sandalyesinde bir kart buldu: “Teşekkürler” yazılı bir kağıt. Kartın altında ise kod adı yok — sadece “7 Nolu Durak’tan biri” yazıyordu.
Şehir halkı söylendi: “Elvan gitti.” Ne zaman, nasıl bilinmiyordu. Gişenin camı aralanmıştı, çay fincanı yarı doluydu. Selam kutusu boştu. Bazıları dedikodu yaptı: “Belki hastalandı.” Bazıları daha karanlık düşündü: “Belki bir gün ortadan kayboldu.” Ama daha önemlisi: İnsanlar hissetmeye başladı — o selamın bıraktığı boşluğu. “Günaydın” demek artık bir alışkanlıktan çok, bir umut cümlesiydi.
Şehrin belediyesi, durakta bir pano dikti: “Burada her sabah bir kadın günaydın dedi, bize günün güzel olabileceğini hatırlattı.” Panonun çevresine binlerce küçük not asıldı: herkes bir kağıda yazdı — “Teşekkürler, Elvan” — “Senin sayende sabahı beklemeye başladım” — “Günaydın demek artık daha anlamlı.” Bazıları fotoğraf bıraktı: Elvan’ın kırmızı eşarbı, yolcuların el sallaması, raylar üzerinden geçen trenin hışırtısı.
Aylar geçti. Trenler yine geldi geçti, yolcular yine bindiler indiler. Ama peronun o küçük gişe köşesinde, insanların bakışları artık farklıydı. Her sabah birinin “Günaydın” demesini bekler oldular. O güne dek kaç kere söylenmişti: “Bugün güzel olacak mı?” O soru, bir selama dönüşmüştü.
Bir akşamüstü, biri yazdı panoya: “Elvan, neredesin?” Başka bir gün bir kağıt: “Seni unutmuyoruz.” Şehrin sosyal medya hesapları bile bu durakta halkın selfie çektiği, not bıraktığı bir yer haline geldi. Bazıları elinde kahveyle durdu, kamerayla kaydetti: “Burada bir zamanlar bir kadın vardı, bize inanmanın küçük bir yolunu öğretti.”
Ve hâlâ, her sabah saat yedi elli civarında, bir kadın adımı duyulur gibiydi — uzaklardan gelen trenin düdüğüyle birlikte. Yolcular durakta duraksar, gözlerini karşıya çevirir: gişedeki sandalye boşsa da — selam orada hissedilirdi.
Elvan’ın izin vermek zorunda kaldığı hikâyesi tam bilinmez. Belki bir fırsat buldu, belki hayat onu başka bir durağa götürdü. Ama o gittikten sonra, şehrin erken sabahları değişti. İnsanlar rayların üstünden geçen ışığın yalnızca trenin farı olmadığını hissettiler — aynı zamanda umut ışığı.
Ve bir sabah, belki kır çiçekleriyle donatılmış bir kestirme yolun kenarında, belki yeni bir şehirde, Elvan başka bir durağa “Günaydın” diyordu. Kim bilir? Ama o durakta bıraktığı etki — küçük bir gişede, yüzünü tanımadığımız binlerce yolcunun gözlerinde yaşadı. Ve hala yaşıyor. Çünkü bazen bir “Günaydın” sadece kelime değil, bir başlangıçtır.