Hayatınızı Sessizce Değiştirecek 100 Büyük Düşünürün Sözü

Hayatınızı Sessizce Değiştirecek 100 Büyük Düşünürün Sözü

Yağmur çiseliyordu İstanbul’un sokaklarında; cadde lambalarından sızan ışık titrek gölgelerle dans ediyordu. İçerideyse Bahar, küçük odasında biraz serin bir sabaha uyanmıştı. Pencereden hafif bir rüzgâr giriyor, perdeleri nazikçe sallıyordu. Gökyüzünde gri bulutlar hâkimdi; ama Bahar’ın iç dünyası tam tersiydi — umutla doluydu.

Bahar, 28 yaşında, yayıncılıkta çalışan bir editördü. Yazdığı yazılarla insanlara ulaşmayı, zihinleri düşünmeye sevk etmeyi severdi. Fakat son zamanlarda, sabahları aynaya baktığında kendi düşüncelerinin yankılarını duymak yerine başkalarının beklentilerinin sesiyle doluydu kendini. “Mutluluk bize bağlıdır,” diye bir alıntı okumuştu geçen gün; ama ona ne kadar bağlıydı gerçekten?

Bir sabah cep telefonundaki alarm sesiyle uyanırken, aklına eski bir defter geldi — lise yıllarından bir defter. İçinde, dönemin büyük düşünürlerinden alıntılar toplanmıştı: “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değer değildir,” demişti biri; bir diğeri, “Biz tekrar ettiğimiz şeyiz. Mükemmellik bir eylem değil, bir alışkanlıktır.” Bahar defteri açtı, sayfaları karıştırdı. Alıntılar arasında kendi soruları da yazıyordu: Kimim ben? Ne için yaşıyorum? Bu hayat bana ait mi, yoksa başkalarının fikirleriyle dolu bir senaryo mu?

O gün, işine giderken sıradan bir kahve molası vermeye karar verdi. Küçük bir kafede otururken önündeki fincandaki kahveye bakıp düşündü: Kendisine ait zaman ne kadar azdı şimdiye kadar? Sabah koşuları, iş toplantıları, sosyal medya bildirimleri… Hep başkalarının sessiz koşturmalarına eşlik eden bir figür olmuştu. Ama alıntılar ona hatırlatıyordu ki, düşünce değişince yaşam da değişiyordu. “Elindekini iste, istediğini elde etmeye çalışma” adlı bir sözü zihninde tekrar etti. Belki de önce elindekini kabullenmeli, onun değerini görmeli, sonra istediği yönde adımlar atmalıydı.

İş yerinde, editörlük ofisine adımlarını atarken içindeki huzursuzluk büyüdü. Kitap raflarını, dergileri düşündü; bu işin amacı sadece başkalarına okutmak mıydı, yoksa kendisini de okutmak mı? Başkalarının hayatına dokunurken kendi hayatından uzaklaşmış mıydı? Bilgelik alıntılarının sırrı belki de bu: yaşam sadece dıştaki olaylardan değil, içteki bakıştan da besleniyordu.

O akşam evine dönerken yağmur yine başlamıştı. Sokak lambasının altından geçerken refleksiyonlarda kendi siluetini gördü: boynunda hafif bir eğrilik, omuzlarında yük varmış gibi. Ama içten içe karar vermişti: bu yükü boşaltacaktı. Ertesi sabah, alarmı çaldığında gözlerini açtı, derin bir nefes aldı ve ilk kez, “Bugün, düşüncelerim için zaman ayıracağım” dedi kendi kendine.

Önce bir sessizlik uygulaması başlattı: sabahları telefonunu kapattı, pencereye açıldı, birkaç dakika sessizce oturdu. Duyduğu ilk şey kendi kalp atışıydı, nefesi, rüzgârın yapraklarla fısıldamasıydı. Zihninde geçen düşüncelere tek tek baktı; “Mutluluğun sırrı dışımızdakilerde değil içimizdedir” sözü yankılandı. Ruhunun derinliklerinde bir pencere açıldı.

Gün içinde karşılaştığı her olay — trafik sıkışıklığı, iş yerinde gelen düzeltmeler, bir arkadaşının başarısı — önce öfkeyle sonra düşünceyle değerlendirildi. “Bize üzen şeyler olayların kendisi değil, onlar hakkındaki düşüncelerimizdir,” diye hatırladı bir alıntıda okuduğu. Ve gerçekten de, belli şeyleri değiştiremiyordu belki ama onlara yüklediği anlamı, tepki veriş biçimini değiştirebiliyordu.

Bir dergi için yazdığı yazıda, “İyi insanlar yasaya gerek duymaz; kötü insanlar ise hiçbir zaman yasadan fayda görmez,” diyen bir filozofun sözünü kullandı. Yazı ilerledikçe kendi yaşamındaki erdemlerle, sorumluluklarla ve adaletle ilgili düşünceleri belirmeye başladı. Okuyucuya değil, kendi kalbine yazıyordu aslında.

Hafta sona geldiğinde Bahar, bir parkta yürürken yosun kokusunu içine çekti; göl kenarına oturdu. “Ne kadar yavaş gidersen git yeter ki durma,” dedi alıntılar bir diğer. Hayatın kıymeti, hızlı geçirdiği anlarla değil, gerçekten var olduğu anlarla ölçülüyordu. Kuşların sesi, suyun hafif dalgaları, park bankındaki yaşlı adamın sakince gölgesinde oturması… Bunlar Bahar’ın zihnini sakinleştiriyordu.

Günler geçtikçe Bahar’ın çevresindeki insanlar değişiminden etkilenmeye başladı. İş arkadaşları onun daha düşünceli konuştuğunu, daha sakin olduğunu söylüyordu. Arkadaşlarıyla buluştuğunda sabah kahvesi yerine birlikte sessizce oturmayı teklif ediyordu. Sosyal medya paylaşımları eskisi kadar çok değildi; ama paylaştıkları içtenlikliydi.

Bir akşam, eski bir lise arkadaşını yeniden gördü: Can. Can, onun yüzündeki sükûneti fark etti. “Sen başka birisin Bahar,” dedi. “Bir şey değişti sende.” Bahar gülümsedi; “Birkaç düşünce farklılaştı, yaşam da takip etti onları,” dedi.

Bir alıntı daha aklına geldi: “Küçük bir adımla başlanan bin millik yolculuk daima doğru adım atmayla başlar.” O büyük değişimlerin bazılarının sandığı kadar büyük olmadığını fark etti; sadece itiraz ettiği düşünceleri terk etmek ve yerine kendi doğrularını koymak gerekiyordu.

Bir yıl geçti. Bahar’ın hayatı tamamen değişmiş değildi belki; iş hâlâ zorluydu, dünün çekişmeleri hâlâ anıydı. Ama artık sabahları aynaya baktığında kendini tanıdığını hissediyordu. Daha gerçek, daha özgür ve daha barışçıl.

Bir akşam, küçük balkonunda otururken yıldızlara baktı. “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol,” diyen bir söz fısıldadı zihninde. Yıldızlar yalnızca orada oldukları gibi ışıldıyorlardı; Bahar da artık ışıldamak istiyordu — kendi ışığıyla.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News