O Gece Beni Kovdular… 6 Ay Sonra Adım Forbes’teydi
O gece, işimi kaybettiğimde, gökyüzü fazlasıyla sessizdi. Sanki bütün şehir, içimde patlayan fırtınayı duymamak için susturulmuştu. Evdeki gürültü ise başka bir âlemdi. Sözler havada keskin bir bıçak gibi dolaşıyordu. Ve o bıçaklardan en derini, babamın ağzından çıkan oldu:
“Topla eşyalarını. Başarısızların bu evde yeri yok.”
Sesi öfke taşımıyordu; bu, öfkenin ötesinde bir reddedişti. Soğuk, kesin, nihai… Küçük bir çocukken beni koruyan aynı ses, şimdi üzerime kapanan bir kapı gibiydi. İçimdeki kalbim ağırlaşsa da başımı dik tuttum. Sessizlikle cevap verdim. Çünkü hayat bana öğretmişti: Sessizlik, bazen en keskin silahtır.
Karşımda oturan kocam—artık sadece bir yabancı—sandalyeye yaslandı. Dudaklarında alaycı bir kıvrım, gözlerinde küçümsemenin parıltısı vardı. Sonra tükürdü. O küçücük hareketin çıkardığı ses, babamın sözlerinden daha derin acıttı. Ayağa kalktı, aylarca sakladığı o kadınla kol kola çıkıp gitti. Bana bakmadan, tek bir pişmanlık duymadan.
Ağlamadım. Yalvarmadım. Onlara inandıkları gibi kırılmış değildim.
Bir zamanlar sevgiye inanmıştım. Bir zamanlar aileye güvenmiştim. Evlendiğimde, kocam kulağıma tatlı sözler fısıldardı: “Sonsuza kadar seninle…” “Her zaman yanında olacağım…” O sözlerin hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını anlamam zaman aldı. Babam onu çok severdi. “Gerçek bir adam, hırslı biri” derdi. “Elif’i ayağa kaldıracak olan odur.”
Yıllarca onların gözünde “mükemmel kız” olmaya çalıştım. Sessiz, güzel, itaatkâr… Küçümsenince gülümsedim, küçültülünce başımı eğdim. Ama içimde her sözü, her bakışı kaydettim.
Aldatmanın ilk işaretleri tesadüf değildi. Ceket cebinde ruj lekeli bir fiş… İki kadeh şampanya, ama ben orada değildim. Otel anahtarı. Geç gelen geceler, fısıldanan telefon konuşmaları… Kadının adının telefonda biraz fazla uzun kalması… Hepsini gördüm. Ama ona sahne vermedim. Çekişme istemedi. Sessizce izledim. Ezberledim.
Babamın ihaneti ise daha sessizdi ama daha derin. Misafirlerin yanında “Elif çalışıyor ama hiçbir yere varamıyor” diye küçümseyen sözler… Kardeşlerimle kıyaslamalar… Benim değerim, ancak sessiz kaldığımda vardı. Bir hata yaptığımda, gözden çıkarılacak kadar küçülüyordum.
Beni kırılgan sandılar. Yanıldılar.
O gece, üzerime yağmur gibi yağan hakaretlerin arasında, ben içimde başka bir sır taşıyordum: Çoktan kendi hayatımı kurmuştum. Onların “hobi” diye küçümsediği şirket? Benim. Üç yıl önce sessizce kendi adıma devretmiştim. Yazlık eve gelince… Babamın misafirlerine “bizim aile evimiz” diye anlattığı sahil evi? Benim. Nakit aldım, üstüne şirket kurup kimseye fark ettirmeden sakladım.
Benim kabul edilmeye ihtiyacım yoktu. Onların temelini ben zaten ellerimde tutuyordum.
Ama zamanlama önemliydi. Onların beni kovmasına izin verdim. Sessizce kayboldum. Telefon açmadım, açıklama yapmadım. “Yardım et” demedim. Onlar beni “yıkılmış” sandıkça, ben güçleniyordum.
İlk adım: şirketimi büyütmek. Küçük yatırımları uluslararası pazarlara çevirdim. Sessiz, görünmez, ama kazançlı. Sonra kocamın hesaplara erişimini kestim. O, sabah uyanınca kendini hâlâ zengin sandı. Ama öğleden sonra, bütün hesapların boşaldığını anladı. Sahil evi? Babamın “bizim evimiz” diye övündüğü yer… Artık benim markam altında lüks davetler için kiraya veriliyordu. Fotoğraflar, aile yadigârları… Kutulara konuldu. Yerine kontratlar imzalandı.
Tahtın taşlarını tek tek ben dizdim. Ve artık şah benimdi.
Altı ay sonra, Forbes’un yıllık milyarderler listesi yayımlandı. Adım oradaydı. Koca harflerle. İnkâr edilemez şekilde.
Ben paylaşmadım. Ben övünmedim. Ama küçük yeğenim buldu ismimi. Yılbaşı yemeğinde bağırdı:
“Teyzem Forbes’un milyarderler listesinde!”
O an, masada bıçak gibi bir sessizlik oldu. Çatallar havada dondu. Babamın yüzünden kan çekildi. Kardeşlerim telefonlarına sarılıp deli gibi arattılar. Ve sonra kapı çarpıldı. Kocam geldi. Yıpranmış, zayıflamış, umutsuz… Yanında sevgilisi yoktu artık.
“Bu bir hata!” diye bağırdı. “Sen olamazsın… Bu… imkânsız!”
Ama kanıt ellerindeydi. Ekranda, ismim ışıldıyordu.
Odaya girdim. Onların yıllar önce gömdükleri “zayıf kız” değil, sessizlikle yükselmiş bir gölge olarak. Konuşmadım. Babam titreyerek seslendi:
“Bize yalan söyledin. Her şeyi sakladın.”
Gözlerimin içine baktım. Dudaklarımda ilk kez küçük bir tebessüm belirdi. “Hayır. Siz hiç bakmadınız.”
Kocam yere çöktü. Ağladı. Yalvardı. “Bir şans daha…” dedi. Ama sesindeki kırık cam parçaları gibi dağınıktı. Yanından geçip gittim. Onun artık varlığı yoktu.
Onların çöküşü iflasla olmadı. Hapisle de değil. Daha ağır oldu. Hayat boyu küçümsedikleri, “başarısız” dedikleri kızlarının, aslında imparatorluğu elinde tuttuğunu öğrenmek… İşte gerçek yıkım buydu.
Çıkarken tek bir söz söylemedim. Sessizliğim, çığlıklarından daha çok canlarını yaktı.
Şehir ışıkları arabamın camında akarken, göğsümde yıllardır taşıdığım ağırlık kalktı.
Onlar sanıyordu ki, ailemi ve sevgiyi elimden alarak beni bitirecekler. Oysa bana yaptıkları tek şey, beni özgür bırakmaktı.
Ve şimdi, her beni hatırladıklarında, ağızlarında pişmanlığın demir tadını hissedecekler. Çünkü ihanet edenleri en çok kahreden şey, bir zamanlar küçümsedikleri sessizliğin, onların üzerine dimdik yükselmesidir.