İyi kalpli çocuk, ünlü arkadaşına yardım etti — ve onun gizemli sırrını saklamakla suçlandı
İstanbul’un yazı her zaman vaatlerle ve ihanetle dolu bir hava taşırdı. Kadıköy sokaklarının üstüne inen güneş, sanki merhametini unutmuş gibiydi. Emre, otuz yaşında, kalbi büyük ama şansı az bir adamdı. Küçük bir sahaf dükkânında işini kaybettikten sonra hayatının anlamını arıyordu. Yardım etmeyi asla bırakamayan insanlardandı — bedeli ne olursa olsun.
O kavurucu öğleden birinde, geçmişten bir yüzle karşılaştı: Murat Demir, eski üniversite arkadaşı. Şimdi ünlü bir oyuncuydu; milyonlarca takipçisi, kusursuz bir gülümsemesi ve büyük bir dijital platformla imzaladığı sözleşmesi vardı. Emre onu eskiden nazik ama biraz kibirli bir genç olarak hatırlıyordu. Şimdiki Murat ise bambaşkaydı: daha parlak, daha kendinden emin… ve çok daha uzak.
— Emre! — dedi Murat, provasını yapmış gibi duran o coşkulu ses tonuyla. — İnanamıyorum dostum, sen ne yapıyorsun şimdi?
Emre omuz silkti.
— Her zamanki gibi. Kitaplar, ucuz kahveler, ödenmemiş faturalar.
Murat güldü, omzuna vurdu.
— Tam zamanında çıktın karşıma. Yeni bir dizi çekiyorum, birkaç hafta boyunca bana yardımcı olacak güvenilir birine ihtiyacım var. Ekipten kimseye güvenemiyorum…
Emre tereddüt etti ama geçici bir iş ve eski bir dostla yeniden bağ kurma fikri onu ikna etti. Oysa bu karar, hayatının en kötü yazına dönüşecekti.
I. Masum görünen bir iyilik
İlk günler kolay geçti. Emre onun yemeklerini getiriyor, e-postalarını kontrol ediyor, çekimlere eşlik ediyordu. Murat kameraların önünde büyüleyiciydi, ama kameralar kapandığında… değişiyordu. Fazla içiyor, kendi kendine konuşuyor ve kimsenin tanımadığı gizemli bir kadınla saatlerce karavanına kapanıyordu.
Bir gece, Emre onu solgun yüzü ve kan çanağına dönmüş gözleriyle buldu.
— Hiçbir şey görmedin, tamam mı? — dedi Murat titreyen bir sesle.
— Sakin ol, sadece yardım etmek istiyorum.
— Hayır. Konuşma. Kendi iyiliğin için.
Ertesi sabah haber tüm ülkeye yayıldı: Murat Demir’le özel bir partide görülen genç bir kadın kaybolmuştu.
Emre onunla konuşmaya çalıştı, ama Murat gittikçe daha tedirgin davranıyordu. Sosyal medya alev almıştı, gazeteciler evinin önüne kamp kurmuş, markalar sözleşmeleri iptal etmeye başlamıştı. Kaosun ortasında polis, arama emriyle kapısına dayandı… ve isimsiz bir ihbarla.
Şok ise birkaç dakika sonra geldi: Emre tutuklandı.
İhbar onu ana şüpheli olarak gösteriyordu.
Tanık ifadesine göre, kadını partiye davet eden oydu.
Onu Murat’ın dairesine götüren de oydu.
O “canavar” oydu.
II. Yalanın ağırlığı
Soğuk hücrede, Emre son günleri kafasında tekrar ediyordu. Her kelimeyi, her bakışı hatırlıyor, anlam arıyordu. Bu sırada Murat televizyona çıkıp kameralar önünde ağlıyordu:
— O benim arkadaşımdı… ama onun gerçek yüzünü hiç tanımamışım.
Tüm ülke onu alkışladı. Emre ise bir anda halkın nefret objesi oldu. Gazeteler onu parçaladı, eski arkadaşları sosyal medyadan sildi, annesi ağlamaktan konuşamaz hale geldi.
Bir gün, resmi hikâyeye inanmayan bir gazeteci ziyarete geldi.
— Murat yalan söylüyor, elimde kanıtlar var — dedi alçak bir sesle. — Ama bana güvenmen gerek.
Bu cümle, intikamın, acının ve kimsenin duymak istemediği gerçeğin başlangıcıydı.
Emre’nin bundan sonra öğrenecekleri sadece o genç kadının kayboluşunu değil, Murat’ın şöhretinin ardındaki en karanlık sırrı da açıklayacaktı.
Bir sır ki, ortaya çıkarsa kariyerleri, servetleri, ünleri yok edecekti.
Ve onu açığa çıkarmak için Emre’nin her şeyini kaybetmesi gerekecekt