“Lütfen, Beni Tekmeleme… Zaten Yaralıyım,” diye Fısıldadı Sade Kadın — Ardından Milyarder Eşi Salona Girdi…
O geceyi hatırladığımda, ilk aklıma gelen şey kahkahalardı. Soğuk mermer duvarlardan yankılanıyor, ruhumu parçalayan tokatlar gibi üzerime çarpıyordu. Ellerimden düşüşümün sızısı, yanaklarımın kızarıklığı, utancın boğazımı yakan ateşi içinde tek söyleyebildiğim cümle şuydu:
“Ne olur… tekmele beni. Zaten yaralıyım.”
Oysa bu gece büyülü olacaktı. Evden çıkmadan önce solmuş pembe elbisemi üç kere ütülemiştim. Evet, yeni değildi, eteği sökülmüştü belki; ama ben yine de kalbimdeki umutla parlıyordum. Ethan —yani eşim— bana burada buluşmamızı söylemişti. Kristal avizelerin yıldızlar gibi parladığı, koltuklarının bile insanın büyüklüğünü tarttığı bu ihtişamlı salonda… Bana bir sürprizi olduğunu yazmıştı. Gerçekten de sürprizdi. Ama hayalini kurduğum türden değil.
On beş dakika. Mesajında yazdığı süre buydu. On beş dakika beklemem yeterdi. Ve o on beş dakikada geldiler. Güzel, zengin kadınlar. Üzerlerindeki elbiseler, benim bir yıllık kiramdan pahalıydı. Beni yalnızca görmediler; beni lime lime ettiler. Gözlerinde küçümseme, dudaklarında iğne gibi gülümsemeler vardı.
“Tatlım,” dedi sarı bukleli biri, ışıkta parlayan saçlarını savurarak. “Sanırım yolunu kaybettin. Servis kapısı arkada.”
Salon kahkahalarla çınladı. Acımasız, planlı, kalbimin her köşesine yayılan kahkahalar. Çıkmak istedim. Ama önümde durdu. Parfümü boğucu, sesi cam gibi keskin. “Senin gibiler burada barınamaz. Asla barınamayacak.” Elimi tutup elbisemin kolunu çekti, kumaş yırtıldı, gururumla birlikte. Bir adım geri attım, ama biri itti. Mermerin soğukluğu yüzüme çarptı.
İşte o an, o cümleyi fısıldadım. Teslimiyet gibi çıkan kelimeler: “Lütfen… Tekmele beni. Zaten yaralıyım.”
Ve sonra… sessizlik.
Ağır kapılar açıldı. Adımlar, fırtına gibi salona yayıldı. Bakmama gerek yoktu; onun kim olduğunu biliyordum. Ethan. Eşim. Ama yürüyen adam, bana sabahları çay hazırlayan o nazik ruh değildi. Daha farklıydı. Daha uzun, daha keskin, gözlerinde alışmadığım bir karanlık vardı.
Sarı saçlı kadın dondu. Dudaklarındaki alay buz kesti. “Ethan… biz bilmiyorduk—”
Ama o duymadı. Ya da duymak istemedi. Gözleri yalnızca bana kilitlendi. Yanıma diz çöktü, ceketini yırtık elbisemin üzerine örttü. Beni bütün bakışlardan sakladı. Sesi sakindi, ama kudretliydi:
“Artık güvendesin.”
Üç kelime. Ama her şeyi değiştiren üç kelime.
Ayağa kalktığında, varlığı salonu doldurdu. Bağırmasına gerek yoktu. Çelik gibi bir sessizlikle sordu:
“Kim dokundu eşime?”
Fısıltılar yayıldı. “Eşine mi?” Manager öne çıktı, yüzü solgun. “Efendim, ben… fark etmedim—”
“Fark etmedin mi?” Ethan’ın sesi buz gibiydi. “Sen fark etmedin çünkü onu kimse sandın. Çünkü elbisesi yeni değildi. Çünkü sizin gibi görünmüyordu. O yüzden fark etmedin.”
Sarı saçlı kadın titredi. “Sadece bir şakaydı—”
Başını yavaşça çevirdi. “Yere itmek şaka mı? Elbisesini yırtmak şaka mı? Ağlarken gülmek şaka mı? Bu şaka değil. Bu, hakikatin ta kendisi.”
Güvenlik kamerası açıldı. Her şey yeniden izlendi. Her alay, her itiş, her çaresizliğim ekrana yansıdı. Kadınlar yüzlerini kapattı. Ama kurtuluş yoktu. Ethan’ın hükmü kesindi:
“Yasaklandınız. Sadece buradan değil, sahip olduğum tüm mekânlardan. Ve benim nelerim olduğunu tahmin bile edemezsiniz.”
O anda anladılar. Ethan yalnızca bir misafir değil, yalnızca eşim değil… O, buranın imparatoruydu.
O gece her şey değişti. Benim için, onlar için, bizim için.
Sonraki haftalarda video yayıldı. İnsanlar adalet dediler. Mesajlar aldım: “Lütfen, tekmele beni” sözlerim kalplerini parçalamıştı. Ama bana kalan şey utanç değildi. Ethan’ın elimi tutarken fısıldadığı o sözlerdi: “Artık küçük hissetmek zorunda değilsin.”
Çünkü değildim. Artık asla.
Aylar sonra aynı restorana yeniden girdim. Bu kez titreyen bir kadın değil, Kadınlara Destek Vakfı’nın başkanı olarak. Duvara asılmış gümüş bir tabela vardı: “Merhamet zayıflık değildir. Sessizlikteki güçtür.”
Ve orada onu gördüm. O sarı saçlıyı. Daha küçülmüş, pişmanlıkla dolmuş. Bana yaklaşıp fısıldadı: “Özür dilerim.”
Ona affetmedim. Ama bir şey verdim: Hatırlatmayı.
“Yaptığını unutmayacağım. Ama bir daha başka birini böyle hissettirme.”
Gözleri doldu. Ve ben o an anladım: İntikam benim zaferim değildi. Zaferim hayatta kalmaktı. Onurla ayağa kalkmaktı. Dünya beni kırmaya çalıştığında yeniden doğmaktı. İşte asıl güç buydu.
Dışarı çıktığımızda Ethan elimi tuttu. Ve ben ilk kez, onun bana hep söylediği hakikate inandım: Ben hiç küçük değildim. Dünya bana öyle hissettirmeye çalışıyordu.